ABD İç Politikasında İran Tartışmaları

ABD İç Politikasında İran Tartışmaları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

1979 İran İslam Devrimi sonrası Washington ile Tahran arasında tüm diplomatik ilişkilerin kesilmesinden bu yana iki ülke arasında nadir olarak gerçekleşen iş birliği çerçevesinde 7 Aralık 2019’da mahkûm takası gerçekleştirildi. Bu takas kapsamında tam üç yıldır İran’da casusluk suçlamasıyla tutuklu bulunan Çin asıllı Amerikan vatandaşı Xiyue Wang’a karşılık 2018’de yaptırımları deldiği gerekçesiyle tutuklanan İranlı kök hücre profesörü Mesut Süleymani özgürlüğüne kavuştu. ABD Başkanı Trump konuyla ilgili sosyal medya hesabından yayımladığı mesajda Wang’ın serbest bırakılmasını sağladığı için İran’a teşekkür ederek bu adımın “yeni anlaşmalara kapı açması” temennisinde bulundu. Trump’ın yayımladığı teşekkür mesajı özellikle zamanlama açısından çeşitli tartışmaları beraberinde getirdi. Zira geride yüzlerce ölü ve binlerce tutuklu bırakan kasım ayındaki rejim karşıtı protestoların sert biçimde bastırılması nedeniyle başta ABD yönetimi olmak üzere Tahran’a yönelik yoğun uluslararası tepkinin söz konusu olduğu bir ortamda İran’a uzatılan zeytin dalı, Trump’ın İran politikasıyla ilgili eleştirileri yeniden alevlendirdi. Trump, İran politikası bağlamında gerek anlaşmadan çıkma kararı alması gerekse sonrasında İran’a yönelik sergilediği çelişkili tavırları dolayısıyla Amerikan iç siyasetinde sık sık eleştirilere maruz kalmaktadır. Özellikle Demokratlar, Trump’ın İran’a karşı etkili bir strateji geliştirmediği kanaati taşımaktadır.

Öncelikle bu konu bağlamında gündeme getirilen eleştirilerin başında Washington yönetiminin bir taraftan sivillere yönelik müdahalesi dolayısıyla Tahran yönetimini sert bir dille eleştirmesi diğer taraftan kapalı kapılar ardında İran ile müzakere yürütmüş olması gelmektedir. Buna göre Trump yönetiminin bir yandan protestoculara yanınızdayız mesajı vermesi diğer yandan hayatını kaybeden yüzlerce kişiyi yok sayarak sadece bir kişinin takasının sonuçlanması için Tahran yönetimi ile uzlaşmaya odaklanması uluslararası kamuoyunda ABD’nin güvenirliğini zedelemiştir. Yine bu konu kapsamında bugünlerde azil süreciyle başı dertte olan Trump’a yöneltilen eleştirilerden biri de genel olarak İran stratejisiyle ilgilidir. Bilindiği gibi Trump, Mayıs 2018’de İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemekte yetersiz olduğu gerekçesiyle resmî adı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olan nükleer anlaşmadan çekilmişti. Ardından da İran’la daha iyi bir anlaşma için müzakere etmeyi hedeflediğini ve İranlıları bu yeni anlaşma için masaya getireceği iddiasıyla “maksimum baskı” politikasını başlatmıştı.

Bu konuda en çok dillendirilen husus, maksimum baskı politikasının amacı ve yol açacağı sonuçlar itibariyle iyi hesaplanmayan bir strateji olduğudur. Başka bir ifadeyle Trump yönetimi, İran konusunda hedefi ve sınırları net olarak belirlenmiş bir politikaya sahip değildir. Senato Dış İlişkiler Komitesi Cumhuriyetçi Başkanı Jim Risch’e göre Beyaz Saray’dan gelen çelişkili açıklamalar, maksimum baskı politikası hedefinin rejim değişikliğinden yeni bir anlaşma için müzakere arayışına kadar zaman içinde değişiklik gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu da “İranlı yetkililerin realiteyi göz ardı ederek ABD’nin güçle karşılık verme konusundaki kararlılığının yanlış değerlendirmelerine” sebep olmaktadır. Öte yandan eğer Trump, Tahran yönetiminin baskılar sonucu masaya oturmasını hedefliyorsa da üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçmesine rağmen maksimum baskı politikası İran’ı müzakere masasına getirme ve Orta Doğu’daki faaliyetlerini durdurma veya sınırlandırma konusunda başarılı olamamıştır. Hatta Trump’ın maksimum baskı politikası İran’ı yeni bir anlaşma için müzakere masasına çekmediği gibi misilleme maksadıyla daha fazla agresif adımlar atmasına yol açmıştır. Hürmüz tanker saldırısı, Aramco saldırıları, ABD’ye ait bir İHA’nın Hürmüz Boğazı yakınlarında uçarken İran Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi ve son günlerde Irak üzerinden Amerikan güçleri tarafından kullanılan tesislere yönelik artan roketli saldırılar Trump’ın İran politikasının geri teptiğini gösteren önemli işaretlerdir. Yine Tahran yönetiminin Mayıs 2019’dan beri ABD’nin maksimum baskı politikasına misilleme amacıyla anlaşmadan kaynaklı yükümlülüklerini askıya alma kapsamında attığı adımlar bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ayrıca bu kesime göre Trump yönetiminin iddialarının aksine maksimum baskı politikası İran’ı ılımlaştırmadığı veya müzakere masasına çekmediği gibi ABD’yi uluslararası toplumdan de izole etmiştir. Gelinen noktada Trump’ın İran stratejisi, ABD’yi köşeye sıkıştırmış ve askerî seçenekleri dışarıda tutacak tüm diplomatik çıkış yollarını tıkayarak Washington yönetimini seçeneksiz bırakan tehlikeli bir çizgiye itmiştir. Bunun sonucu olarak ABD ile İran arasında doğrudan sıcak çatışma riski, her zamankinden daha çok artmış ve Tahran yönetimi her geçen gün nükleer silah elde etme kapasitesine biraz daha yaklaşmıştır.

Nitekim özellikle 20 Haziran 2019’da ABD’ye ait bir İHA’nın Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesiyle yükselen gerginliğin ardından bir grup senatör, 28 Haziran 2019’da Trump’ın “İran’a savaş açabilme yetkisini kısıtlayan” bir yasa değişikliğini senatoda gündeme getirmişti. ABD Temsilciler Meclisinin Demokrat Başkanı Nancy Pelosi, Trump’ın yanlış İran stratejisinin iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdiğine dikkat çekerek “Ülkemizin savaş istediğini sanmıyorum.” açıklamasında bulunmuştu. Ayrıca Demokratik Senatör Richard Blumenthal, her iki tarafta da mevcut olan şahin kanadın “kasıtlı savaşma isteği veya herhangi bir yanlış anlaşılma iki ülkeyi tam bir askerî çatışmayla sonuçlanacak bir sürece sürükleyebileceği” konusundaki endişelerini dile getirmişti. Kısacası Beyaz Saray’ın İran stratejisine yöneltilen eleştiriler maksimum baskı politikasının ABD için değerinden çok daha fazla sorun yarattığı ve üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçmesine rağmen Tahran yönetiminin “çaresizlik içerisinde beyaz bayrak salladığına” dair herhangi bir işaret bulunmadığı yönündedir.

Trump’ın İran Politikasının Amacı Nedir?

“Önce Amerika” (America First) sloganıyla yola çıkan Trump, geride bıraktığı iktidarının üçüncü yılında dış politikada beklediği başarıyı yakalayamamıştır. Çin ile başlatılan ticaret savaşı, Kuzey Kore ile görüşmeler, Filistin meselesinin çözümü için ortaya atılan “yüzyılın anlaşması”, yoğun tartışmalara rağmen Taliban ile yürütülen müzakereler, Nükleer Anlaşma’dan çıkma ve Suriye meselesi gibi ABD dış politikasının ana maddelerini oluşturan konularda Trump henüz beklediği sonucu elde edememiştir. Dolayısıyla Trump, Kasım 2020’de yapılacak başkanlık seçimi kampanyalarına başlamadan önce önemli bir dış politika başarısı elde etmek için aceleci davranmaktadır. Bir taraftan maksimum baskı politikası kapsamında İran’a yönelik ağır yaptırımlar uygulayan Trump’ın diğer taraftan hemen her fırsatta “İran ile ön koşulsuz görüşmeye hazırım.”, “İran mevcut yöneticileriyle dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olabilir.” gibi açıklamalarda bulunması onun ABD seçimleri öncesinde İran ile anlaşmaya odaklandığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle Trump’ın amacı, Nükleer Anlaşma’dan çekilmeye gerekçe olarak gösterdiği İran’ın balistik füze programı ve bölgesel faaliyetlerinin sınırlandırılmasından ziyade seçim öncesi önemli dış politika başarısı olarak sunabileceği bir uzlaşı elde etmektir.

Nitekim Trump, tutuklu takası konusunda Tahran yönetimiyle varılan uzlaşıyı selefi Obama Dönemi’nde imzalanan Nükleer Anlaşma’dan daha büyük bir olaymış gibi kamuoyuna sunmaya çalışmıştı. Dolayısıyla içerideki protestolara yönelik tavrı ve Irak’taki tahripkâr nüfuzu dolayısıyla gerek ABD iç kamuoyu gerekse uluslararası kamuoyu tarafından İran’a yönelik ağır eleştirilerin söz konusu olduğu bir ortamda Tahran ile tutuklu takası konusunda yürütülen kapı arkası diplomasisi bu anlamda değerlendirilmelidir. Hatırlanacağı üzere uzun bir müzakere sürecinin sonucu olarak Taliban ile elde edilen uzlaşı, Trump’ın 11 Eylül Saldırılarının yıl dönümünde Taliban heyetini Camp David’e davet ederek bu olayı bir iç politika meselesi olarak kullanmak istemesiyle neticeye ulaşamamıştı. Kısacası Trump’ın İran meselesine yönelik yaklaşımı Tahran-Washington arasında gerilime sebep olan konuları kapsayan esaslı bir çözüm getirmekten ziyade başkanlık seçimleri öncesi önemli bir dış politika başarısı olarak sunabileceği konjonktürel bir başarı elde etmeye yöneliktir.