ABD, İran’a Yaptırımlardan Vazgeçer mi?

ABD, İran’a Yaptırımlardan Vazgeçer mi?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

21. yüzyıl belirsizlikler yüzyılı olmayı sürdürüyor. Birçok boyutu olan bu belirsizlikler bütünü içinde kuşkusuz ABD’nin küresel hegemonyasını nasıl sürdüreceği önemli bir yer tutmaktadır. ABD hala çeşitli açılardan dünyanın en önemli ülkesi olsa da ciddi meydan okumalarla karşı karşıyadır. Çin’in yükselişinin ABD açısından bu bağlamda en önemli başlık olduğuna işaret eden uzmanlar, Obama sonrası ABD’nin bu alanda tedbirler alabilmek için enerjisini Asya Pasifik’e yoğunlaştıracağı öngörüsünde bulunmuşlardı. Geride kalan yaklaşık iki yılda ise ABD Başkanı D. Trump Ortadoğu’da uzun süredir yıkıcı bir rol oynayan ülkesinin yaklaşımına köklü bir değişim getirmedi.

Bir taşla kaç kuş?

Bu dönemde ABD, Yemen ve Suriye gibi sıcak kriz alanlarında ya da İsrail’in Filistin zulmü gibi kronik sorunlarda olumlu yönde bir politika değişimine gitmediği gibi aksi yönde hareket etti. İran’a tekrar uygulanan yaptırımlar da sorunlara bir yenisini daha ekledi. Peki, Trump’ın İran’a karşı dozu giderek artan sert tutumu nelere gebe? ABD 8 Mayıs’ta, İran’ın ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya ile Temmuz 2015’te imzaladığı nükleer anlaşmadan çekildiğinde diğer taraflar bu kararın kabul edilebilir bir gerekçeye dayanmadığını belirtmişti. O tarihten itibaren özellikle anlaşmanın E3 olarak bilinen Avrupalı tarafları her vesileyle anlaşmaya bağlı kalacaklarını teyit etmiş Rusya da aynı tavrı takınmıştı. Anlaşmanın taraflarından olmasa da süreçten doğrudan etkilenecek ülkelerin başında gelen Türkiye de bu ülkelerle hemfikirdi. Ne var ki ABD yönetimi geri adım atmadı ve mayıs ayından itibaren İran’a baskısını düzenli olarak artırdı. Bu kararın ardından İran’a yeniden yaptırım uygulayacağını açıklayan ABD, 8 Mayıs’tan 90 gün sonra yani 7 Ağustos’ta bu yaptırımların birinci, 4 Kasım’da ise ikinci paketlerini devreye soktu. Trump’ın Çin’den Kanada’ya ve AB’den NATO’ya uzanan geniş bir alanda ortaya koyduğu müstağni tavrın arkasında ülkesinin elinde bütün muhataplarını masaya oturtacak güçte araçlar olduğu yönündeki kabulünün bulunduğu bir sır değil. ABD Başkanı İran’ı da baskılayarak öngördüğü koşullarda yeni bir anlaşma için masaya oturtabileceğini düşünüyor. Dahası Trump yönetimi açısından İran konusu İsviçre çakısı gibi çok işlevli bir yapıya sahip. ABD Başkanı İran’a tazyikte bulunarak bu ülkeyi İsrail için bir güvenlik tehdidi olmaktan çıkarabileceğini; Ortadoğu’daki krizlerde ülkesinin elini güçlendirebileceğini, Çin’e enerji tedariki gibi çok hayati bir alandaki zaaflarını hatırlatabileceğini ve herkese ne kadar iyi bir müzakereci olduğunu gösterebileceğini umuyor. Bu beklentilerin ne kadar yerinde olup olmadığını analiz etmek için öncelikle ABD’nin İran yaptırımlarının kapsamını hatırlamak gerekir.

Geçici muafiyet

İran yaptırımlarının birinci paketi bu ülkenin dolara ve altın ve diğer değerli madenlere erişimini ve alüminyum, çelik, grafit ve kömürü veya sanayi entegrasyonu için gerekli yazılımları satın almasını engellemiştir. İran riyalinin ülke dışında “yüklü” miktarda alışverişi ve otomotiv sektörüne getirilen kısıtlamalar da yine bu pakette yer almıştır. 4 Kasım’da yürürlüğe giren ikinci paket ise daha radikal maddeler içermektedir. Bu paketle temel olarak İran’ın petrol satışına, limanlarına, gemicilik sektörüne, sigorta hizmetlerine ve İran Merkez Bankası ve diğer finansal kuruluşlarıyla iş yapanlara yaptırımlar getirilmiştir. Diğer yandan İran’ın SWİFT olarak bilinen uluslararası para transferi sisteminin dışında bırakılacağı açıklandığı gibi 700 kişi, yapı ve araç da yine yaptırım listesine eklenmiştir.

Türkiye, Çin ve Hindistan’ın da aralarında bulunduğu sekiz ülkeye, geçtiğimiz aylarda İran’dan petrol alımını azaltarak iyi niyet gösterdikleri gerekçesiyle geçici muafiyet verilmiş yani bu ülkelerin İran’la petrol ticaretlerine bir süre daha devam edebileceği söylenmiştir. Gerçek gerekçe ise bu ülkelerin İran’ın en önemli petrol müşterileri arasında olması ve bu kadar kısa vadede İran’la enerji alışverişlerini bitirmelerinin imkansız oluşudur. Ayrıca, ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisi’nin, başvuru durumunda belirli alanlarda şahıs ve şirketlere de muafiyetler verebileceği kaydedilmiştir. Gıda ve ilaç gibi sektörler ise yaptırım dışında tutulmuştur. Petrolün yanı sıra İran’ın “enerji sektörüne” de yaptırım uygulanacağının açıklanması daha önceki dönemlerde yaptırımların kapsamı dışında tutulan doğalgazın durumuna ilişkin bir belirsizlik ortaya çıkarmışsa da temel bir ihtiyaç olması itibariyle doğalgazın yaptırıma tabi tutulması beklenmemektedir. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo mayıs ayı içinde, yaptırımların kalkması ve ülkesinin yeniden müzakere masasına oturması için İran’ın yerine getirmesi beklenen 12 maddelik bir koşul listesi açıkladı.

Buna göre İran: ülke çapındaki tüm askeri tesislerini koşulsuz olarak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimine açacak; balistik füze üretimini durduracak; Hizbullah’ın da içinde sayıldığı Ortadoğu’daki “terörist gruplara” destek vermekten vaz geçecek; Suriye’den çekilecek; Devrim Muhafızları Ordusu’nun Kudüs Gücü’nün bölgede devlet dışı aktörlere verilen desteği kesilecek; birçoğu Amerika’nın müttefiki olan komşu ülkelere karşı tehditkâr tavırlarına son verecek; ve Irak hükümetinin egemenliğine saygı göstererek Şii milislerin silahsızlandırılmasına, terhis edilmesine ve yeniden entegrasyonuna izin verecektir. Bunlar listedeki maddelerden bazıları. Burada dikkat çekici olan, özünde İran’daki rejimi hedef alan bu yaptırımların doğrudan üçüncü ülkelere ve İran halkına verdiği zarardır. Bu iki nokta üzerinde özellikle durmak gerekir.

Olası etkiler

ABD dünyada ikincil diye nitelenen ve ABD ve hedef ülke dışındaki ülkeleri de bağlayan yaptırımları uygulama gücüne sahip tek devlet ve bu gücünü savurganca kullanmaktan geri durmuyor. Nüfus, enerji kaynakları ve askeri kapasite olarak önemli bir ülke konumunda bulunan İran’ın köşeye sıkıştırılması ise beraberinde belirli riskleri getirmektedir. Önce olayın bölgesel boyutundan başlayalım. ABD İran’ın ekonomik olarak olağan koşullarda dahi zor durumda olduğunu biliyor ve bu yaptırımlarla bu durumu katmerlendirmeyi amaçlıyor. Hedef ise ekonomi odaklı toplumsal kalkışmalarla karşı karşıya kalacağı düşünülen İran’ı müzakere masasına çekmek. Kimi uzmanlar ABD’nin bu yolla İslam Cumhuriyeti rejimini devirmeyi amaçladığını söylese de bu ABD’yi de aşan boyutları olan bir olaydır. İş bu noktaya varmasa dahi, İran’ın toplumsal huzursuzlukla çalkalanması ve en hafif sonucu itibariyle yeni göç dalgalarına neden olması başta Türkiye gelmek üzere bölge ülkelerini ve hatta Avrupa’yı sıkıntıya sokacaktır. Diğer yandan, Ortadoğu’daki müdahaleleri uzun süredir tartışma konusu olan İran’ın destek verdiği devlet dışı aktörler can derdine düşmeleri durumunda daha da istikrarsızlaştırıcı bir tehlike arz edebilir. Tam da bu nedenden dolayı, İsrail dillendirdiği İran karşıtı şahin söyleme rağmen bu ülkedeki rejimin yekten çökme olasılığının arz edeceği tehlikeyi Suudi Arabistan’dan daha iyi kavramış görünmektedir. Yani, Trump’ın İran’ı aşırı baskılaması İsrail’in güvenliği açısından en azından kısa ve ortada vadede aksi bir sonuç doğurabilir. Diğer yandan, İran bölgedeki hemen bütün kriz alanlarına müdahil olsa ve bu müdahaleleri Türkiye gibi sağlıklı ilişkiler yürüttüğü devletlerin dahi rahatsızlığına neden olsa da bu krizlerin çözümünde İran yine masada olacaktır. Suriye krizi bunun en bariz örneği. Astana sürecinde Türkiye, Rusya ve İran’ın sergilediği iş birliği sorunsuz ilerlemese de bu alandaki en somut çözüm girişimidir. Fazlaca baskı gören bir İran’ın kriz alanlarını çeşitlendirmek ve Suriye krizinin çözümünü geciktirmek için işi daha da ağırdan alacağı kuşkusuz. Bu ise Türkiye’nin işini zorlaştıracaktır. İran’ın bölgesel iddialarını makul düzeye çekmesini isteyen Türkiye bunun yeni çatışma alanları açılmadan yapılmasından yanadır.

Yaptırımların küresel boyutu da eşit derecede önemlidir. Enerjiden başlayalım. Günlük 3.7 ila 4 milyon varil arası petrol üreten İran olağan koşullarda bunun 2.1 milyonunu ihraç etmesiyle en çok petrol ihraç eden ülkeler sıralamasında altıncı sırada yer almaktadır. Ülkenin doğalgaz üretimi büyük oranda iç tüketime gitmekte olduğundan İran bu alanda başat bir ihracatçı konumunda değildir. İran petrolünün büyük kısmının Çin, Hindistan ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere gitmesi ve bu ülkelerin İran petrolüne duydukları gereksinim dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, Trump yönetiminin İran’ın petrol satışını sıfıra indirme düşüncesi gerçeklikten uzak olsa da herhangi kayda değer bir düşüş İran ve ithalatçı ülkeler açısından sıkıntıları beraberinde getirecektir. Bu ülkelerden Çin’e ayrı bir parantez açmak gerekir. ABD, İran hamlesiyle Çin’in enerji tedarikini zora sokacağı gibi İran’ın projede oynadığı kritik rolden dolayı Bir Yol Bir Kuşak projesiyle Asya’ya, Avrupa’ya ve Afrika’ya daha sağlam bir altyapıyla açılmak isteyen bu ülkenin önüne ciddi bir sorun da çıkarmış olacaktır. Son yıllarda İran’la ilişkileri sorunlar içeren Hindistan da bir ikilemde kalacaktır. Bu ülke İran’dan aldığı enerjiyi başka kaynaklardan tedarik etse dahi ABD’nin İran stratejisini kabullenmesinin bedeli İran-Pakistan yakınlaşmasının artışını izlemek olacaktır. Kuşkusuz bu, Hindistan ile İran arasında yürütülen Çabahar Limanı’nı geliştirme projesine ilişkin sorunlar da doğuracaktır. Liman, İran’ın güneydoğusunda yer alan ve dünyanın en önemli enerji geçiş hatlarından biri konumunda bulunan Umman Denizi kıyısındadır ve Hindistan bu yolla Pakistan’ı bypass ederek Orta Asya’ya açılmayı hedeflemektedir.

İran’ın beklentisi

Durum E3 ülkeleri açısından da benzer zorluklar içermektedir. ABD anlaşmadan çekildiği tarihten itibaren anlaşmada kalarak İran’a siyasi destek vermeyi sürdüren bu ülkeler, ekonomi alanında aynı oranda tatminkar bir başarı sağlayamamıştır. İran’da önemli yatırımları olan büyük Avrupa firmalarından çoğu yaptırım kararını müteakip İran’dan çekilmeye başlamıştır. ABD ile İran arasındaki çekişmeyi büyük oranda ideolojik bulan ve ABD’nin ortaya koyduğu somut hedeflere nükleer anlaşmada olduğu gibi pekala masada da ulaşılabileceğini düşünen Avrupalılar, Trump’ın mütehakkim tavrının başarı sağlamasını istememektedirler. Avrupalıların İran’ı Ortadoğu’daki aşırı bazı unsurlara karşı denge olarak gördüğünü de unutmamak gerekir. Zaten nükleer anlaşma imzalanırken Obama yönetimiyle Avrupa arasında İran’a ilişkin en önemli ortak zemin bu olmuştu. Avrupa’nın Mayıs’tan itibaren takındığı tutumu olumlu bulan İran’ın E3’ten iki temel beklentisi vardır: kısa vadede ekonomik darboğaza düşmesini engelleyecek adımlar atılması ve ABD’yi söylemini ve beklentilerini makul düzeye çekerek tekrar masaya oturmaya ikna etmesi. Ne var ki, bu iki ihtimalin de çok kısa vadede gerçeklemesi mümkün görünmemektedir. Birincinin gerçeklemesinin ise ikinciden daha zor olacağını not etmek gerekir.

Birkaç istisna dışında üçüncü devletlerin çoğu Trump’tan İran konusunda Kuzey Kore konusunda gösterdiğine benzer manevra beklemektedir. Ancak Kuzey Kore’den farklı olarak, nükleer silaha ve arkasında Çin gibi bir gücün koşulsuz desteğine sahip olmayan İran’ın durumu farklıdır. İran’ın en büyük avantajı Güneybatı Asya’daki stratejik ve birçok ülkeyi etkileyen konumudur. İranlı yetkililerin bu krizin yalnızca kendi krizleri olmadığını hatırlatmaları da bu jeostratejik mülahazaya dayanıyor. Trump’ın müstağni tavrının mı jeostratejik hesapların mı sonucu belirleyeceğini ise önümüzdeki aylar gösterecektir.

Bu makale 10.11.2018 tarihinde Star Açık Görüş'te yayımlanmıştır.

https://www.star.com.tr/acik-gorus/abd-irana-yaptirimlardan-vazgecer-mi-haber-1404982/