ABD-YPG Petrol Anlaşmasının İran İçin Anlamı

ABD-YPG Petrol Anlaşmasının İran İçin Anlamı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Geçtiğimiz günlerde ABD menşeli Delta Crescent Energy LLC isimli bir petrol şirketinin, Suriye’nin kuzeydoğusunda petrol çıkarma ve işlemeye ilişkin PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG/PYD terör örgütünün bir nevi maskelendiği Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG) yaptığı anlaşma dünya basınına yansıdı. Söz konusu şirketin eski ABD’li asker ve istihbaratçıların idaresinde paravan bir yapı olduğu iddia ediliyor. Bu anlaşma, ABD tarafından terör örgütü YPG/PYD’nin zımnen meşru bir aktör olarak kabul edildiği anlamına geldiği gibi Suriye’nin kuzeyinde bu terör örgütü için yaratacağı otonom bölgeye ya da devletçiğe ekonomik kaynak oluşturma maksadı taşıyor. Anlaşmayla yıllık 7 milyar doları bulabilecek bir gelirin terör örgütünün eline geçeceği iddia edilmektedir. Bu gayriresmî anlaşma bir yandan Esed rejimine dolayısıyla İran’a darbe vurmakta diğer yandan ise Türkiye’nin millî güvenliğini açık bir şekilde tehlikeye atmaktadır.

Meselenin İran cephesinden de sorun teşkil ettiği görülmektedir. Nitekim Suriye’ye ait petrol kuyularının devlet dışı aktörlere peşkeş çekilmesi, uzun süredir bölgede Rejim’le ortak hareket eden İran’ın çıkarlarına ters düşmektedir. Zira İran’ın Suriye’de Esed’i iktidarda tutabilmek için büyük ekonomik bedeller ödediği bizatihi İranlı siyasiler tarafından vurgulanmıştı. İran yaptığı masrafı dahi çıkaramamışken Suriye’ye ait petrol kuyularının bir oldubittiyle terör örgütüne gitmesi doğal olarak İran’ı rahatsız etmektedir. Ayrıca İran hem Esed rejiminin finans kaynaklarına el konulmasını doğru bulmamakta hem de YPG/PYD’nin ekonomik açıdan bağımsız hareket edebilme gücüne kavuşmasını istememektedir. Bunun yanı sıra haziran ayında Esed rejimine karşı yürürlüğe koyduğu “Sezar Yaptırım Yasası” ile İran’a karşı da çemberi biraz daha daraltan Washington, Kürtlerin kontrolündeki bölgeye, Suriye’nin diğer bölgelerine kıyasla belirli bir ayrıcalık tanıyarak Türkiye için olduğu kadar İran için de tehdit yaratmaktadır. Bu nedenle İran, Suriye’ye ait petrolün ABD ile YPG/PYD arasında paylaşılmasına tepki göstermekte gecikmedi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Musevi, ABD’yi Suriye’de işgalci bir güç olarak betimleyerek “Suriye’nin petrolü üzerine yapılan her türlü anlaşmanın yası dışı olduğunu” belirtti.

Bu yeni anlaşmayla Suriye’nin kuzeydoğusundan çıkarılan petrolün dünya piyasalarına sevk edilmesi ise meselenin küresel boyutunu ortaya koymaktadır. Birkaç gün önce büyük bir patlamayla yok olan Beyrut Limanı, Suriye petrolünün ihracı için en iyi alternatif liman olarak durmaktaydı. İkinci bir seçenek ise Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı olacaktır. Zira Türkiye, bu petrolün kendi toprakları üzerinden enerji piyasasına arz edilmesine sıcak bakmayacaktır. Dolayısıyla bu aşamada Kuzey Suriye’den Ürdün’e erişecek güvenli bir koridor açmak gerekiyor. Amerika’nın bir süredir Ürdün sınırına yakın el-Tanf’ta eğittiği iddia edilen Rejim muhalifi gruplar bu amaç için işlevsel olabilir. Bunun yanı sıra olası koridorun geçebileceği bölgelerin bir kısmı Esed rejiminin denetiminde olduğundan önümüzdeki günlerde bu bölgelere, DEAŞ veya YPG/PYD terör örgütleri tarafından saldırılar düzenlenebilir.

Suriye’nin kuzeyinde terör örgütünün özerk yapısının güçlenmesi en az Türkiye kadar İran’ı da endişelendirmelidir. Zira İran’ın Suriye’deki milisleri, gelecekte bu yapının olası ilk hedefi olabilir. Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinden beri Kürtlerle İran arasında esen soğuk rüzgârlar sır değil. Bir süreden beri Amerika’nın İran’a karşı Kürt grupları birleştirmeye çalıştığına dair emareler mevcuttu. Son anlaşmayla Suriye özelinde YPG/PYD ile Barzani’ye yakınlığıyla bilinen Suriye Kürt Ulusal Konseyinin aynı çizgiye geldiği görülüyor. Suriye’deki Kürt ittifakı, kısa vadede Irak’ta da gerçekleşebilir. Bu ihtimal hayata geçerse Irak’ta ve Suriye’de İran’ın eli zayıflayacaktır.

Hâl böyleyken Amerika’nın bölgede İran’ı pasifize etme adına yürüttüğü “maksimum baskı politikası” aktif bir şekilde işliyor. Suriye’de İran’a ait mevziler bir süredir İsrail’in hedefi hâlinde ve hatta son günlerde İran-İsrail arasındaki çatışmanın Natanz patlaması gibi sabotajlar aracılığıyla artık İran içerisine taşındığına dair iddialar var. Bu çerçeveden bakıldığında zaten ekonomik açıdan artık diz çökme noktasına gelen bir İran’ı, askerî açıdan da bölgede yıpratmak adına kendini finanse edebilen bir terör örgütünden daha elverişli bir aktör bulunamaz. Amerika, İsrail ve Körfez’deki müttefikleri, doğrudan İran’la sıcak temasa girmek yerine bu işi siyasi ve ekonomik güç hâline getirdiği bir terör örgütüne pekâlâ taşere edebilir. Bu sebeple PKK’nın İran kolu olan PJAK’ın önümüzdeki günlerde eylemlerini artırması şaşırtıcı olmayacaktır ki zaten İran’da son bir yılda sınır muhafızlarına yönelik artan saldırılar, PJAK’ın bir nevi “ısınma turu attığı” izlenimini uyandırmaktadır. Bu yüzden millî güvenliğini ülke topraklarının dışında sağlayan Tahran yönetimi, yakın bir gelecekte sınırlarını ve ülkesinin toprak bütünlüğünü terör örgütlerinden korumak için mücadele vermek durumunda kalabilir. Buna mukabil Türkiye’nin Suriye’de terör örgütünün denetiminde olan bölgelere yeni bir operasyon düzenlemesi ya da Barış Pınarı Harekâtı bölgesinde terör unsurlarını pasifize ederek istikrarı sağlaması, gelinen noktada hem Esed rejiminin hem de İran’ın işine gelecektir. Çünkü Suriye’nin net bir şekilde tehlikeye düşen toprak bütünlüğü korunacağı gibi İran’ı da tehdit eden bir terör örgütü zayıflatılacaktır. Suriye’deki yeni denklemi bozacak güçte olmayan İran için en makul seçenek, Kuzey Suriye’de terör örgütlerinin temizlenmesinde Türkiye’yle iş birliğine gitmek olacaktır.

Türkiye, sınır ötesinde terör örgütleriyle mücadelede konvansiyonel muharebe kapasitesini etkin bir şekilde kullanabildiğini son yıllarda yaptığı operasyonlar aracılığıyla gösterdi. Bu konuda Rusya ve Amerika’ya rağmen kararlı adımlar atarak YPG/PYD terör örgütünün Kuzey Suriye’de yayılma alanını kısıtlayabilmektedir. Asimetrik muharebede güçlü olan İran’ın ise birkaç yıl içerisinde Kuzey Irak sınırına yığınak yapmaya başlayacak olan ABD destekli terör örgütüne karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştireceği konusu soru işaretleri taşıyor. Devrim Muhafızları Ordusunun yurt dışı operasyonlarından sorumlu birimi olan Kudüs Gücü’nün Süleymani’nin ölümünden sonra zayıfladığı da düşünüldüğünde, İran’ın son petrol anlaşmasından sonra Suriye’de Esed rejimiyle birlikte köşeye sıkışacağı söylenebilir.

Son konjonktürde İran’ın bölgede yaklaşık kırk yıldır yatırım yaptığı direniş hattının zayıfladığı açık. Örneğin İran, Irak’ta Mustafa Kazımi başbakanlığında kurulan yeni kabinede gerek başbakan gerekse de kabine üyeleri seçiminde eskisi gibi ısrarcı olamadı ve Amerika karşısında esnemek durumunda kaldı. Öte yandan Lübnan’da Hizbullah hâlâ güçlü bir aktör olmasına rağmen oldukça zayıfladı. Beyrut patlamasından sonra Lübnan’da İran’ın kısmen söz sahibi olduğu hükûmet istifa etti. Yeni kurulacak hükûmetin İran’a yakın olmaması için kuşkusuz önlemler alınacaktır ve İran, ülkenin içinde bulunduğu zor şartlar gereği Irak’ta olduğu gibi Lübnan’daki nüfuzunu da koruyamayabilir. Böyle bir durumda, “Direniş Ekseni”nin Irak’tan sonraki cephesi olan Lübnan da sarsılacaktır. Bu da ekonomik olarak gardı düşen İran’ı, Irak’tan sonra Lübnan’da da etkisini yitirmeye başlamasıyla şüphesiz ABD ve müttefiklerinin daha kolay hedefi hâline getirecektir.

İran’ın; Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerdeki hâkimiyet alanı zayıflarsa önüne çıkan en iyi seçenek Türkiye ile Suriye konusunda anlaşmaktan geçiyor. Ancak İran ilk olarak YPG/PYD/PKK ile olan ilişkilerini esaslı bir şekilde gözden geçirmek durumunda. Her ne kadar İran hâlihazırda YPG/PYD/PKK’yı kendisi için ikincil bir tehdit olarak algılasa da Amerika’nın çatışmayı İran içerisine taşıma planında bu örgüt, biçilmiş kaftan olarak görünmektedir.

İran, Suriye’de iç savaşın başlamasından beri destek verdiği Esed rejimi ve YPG/PYD arasındaki gizli ittifaka perde arkasından sessiz kaldı. Bu nedenle İran’ın Türkiye karşısında kısa vadeli çıkarlar elde etmeye çalışması görünen o ki son tahlilde İran’ın işine yaramayacak. Türkiye’nin sınırlarını terör koridorundan temizlemek için düzenlediği Barış Pınarı Harekâtı’na İran’da birçok farklı kesimden tepki gelirken muhtemelen çoğu kişi, işin ucunun kısa vadede İran’a dokunacağını hesap edememişti.

İran tarafı bütün hesaplarını mevcut Amerikan Başkanı Donald Trump’ın kasım ayındaki başkanlık seçimlerini kaybetmesi üzerine yapsa da Joe Biden’ın Trump’ın İran stratejisinin sağladığı kazanımlardan ya da İran’ı bölgede zayıflatan politikadan bir çırpıda vaz geçebileceğinin bir garantisi yok. O hâlde Türkiye gibi bir kötü gün dostu, İran’a her zamankinden daha çok lazım olacaktır.