Dağlık Karabağ ve İran'ın Kafkasya Politikası

Dağlık Karabağ ve İran'ın Kafkasya Politikası
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Kökenleri, Ruslar tarafından tesis edilen ve zaman içinde sınırları sürekli genişletilen Ermenistan Devleti’nin ortaya çıktığı tarihe kadar geri götürülebilecek Dağlık Karabağ sorunu, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte yeni bir aşamaya girdi. Nüfusun büyük kısmının Ermeni olduğu gerekçesiyle silaha sarılan Ermeni çeteler, Erivan yönetiminin müdahalesi ile tüm özerk bölgeyi işgal etmekle yetinmeyerek etrafındaki yedi ilçeyi de kontrolleri altına aldı. Olayların başlamasıyla birlikte gerek Ermenistan içinden gerekse de işgal altındaki bölgelerden bir milyona yakın insan göç etmek zorunda kaldı ve mağdurlar Azerbaycan’ın farklı bölgelerine yerleştirildi. Bu şekilde tarihî açıdan kadim bir Türk şehri olan Revan Hanlığı’nda tam bir etnik temizlik gerçekleştirildiği gibi etrafı da Türk-Müslüman nüfustan arındırılmış oldu.

İran, 80’li yılların sonundan itibaren gerginleşen ilişkilerde belirleyici ülkelerden biri değildi. Bunun temel nedeni Irak ile savaştan henüz çıkması, peşinden yaşanan Humeyni’nin ölümü ve Hamenei’nin işbaşına gelmesi sonucunda ülkenin temel önceliğinin dış politikadan çok içeriye yönelmiş olmasıydı. Yine de 1992 yılında İran’ın ara buluculuk girişimi ile eş zamanlı olarak Şuşa bölgesinin Ermenistan tarafından işgal edilmesi, Azerbaycan için oldukça öğretici olmuştur. 90’lı yıllarda Azerbaycan basınında, sıklıkla işgal altındaki bölgelerden yağmalanan malların İran’a götürüldüğü yönünde haberler çıkmıştır. Yine bu dönemde Azerbaycan’ın Hazar’daki enerji faaliyetleri İran’dan tepki görmüştür.

İran’ın gerek 90’lı yıllarda gerekse de bugün kimi zaman sessiz kalarak kimi zaman da Erivan’a lojistik destek sağlayarak Azerbaycan’ın karşısında tavır almasında birkaç faktörden söz etmek mümkündür. Özellikle milliyetçi düşünceleri ile tanınan ve bağımsızlık sonrası ilk cumhurbaşkanı olan Ebulfez Elçibey’in İran karşıtı tutumu, “Güney ve Kuzey Azerbaycan’ı tekrar birleştirme” yönündeki ifadeleri İran açısından alarm zillerinin çalmasına neden olmuştur. Bu nedenle sınırlarındaki bu olay, Bosna olayları kadar dahi Tahran yönetiminden ilgi görmemiştir. İran bugüne kadar Orta Doğu alanında sürdürdüğü Batı karşıtı “direniş ekseni” benzeri söylemlerini post-Sovyet ülkelere yönelik kullanmaktan özenle uzak durmuştur. Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinde ekonomik boyuta yoğunlaşırken Tacikistan ile de özellikle iç savaşın sona ermesinden sonra kültürel ilişkilere daha fazla ağırlık vermiş ve bu ülkelerdeki seküler elitlerin tepkisini çekmemeye çalışmıştır. İran’ın bu tutumunun ardındaki diğer bir neden de bölgede 2000’li yıllardan itibaren yeniden ağırlığı hissedilen Moskova’nın etkisi olmuştur. İran’ın Çeçenistan olaylarına mesafeli yaklaşmasında da Rusya faktörü önemlidir. Zira İran, Sovyetlerin yıkılmasından sonra resmî söylemlerindeki “Kahrolsun Sovyetler” sloganlarını kaldırmış ve Rusya ile askerî ve nükleer boyutları da olan uzun vadeli bir iş birliği içine girmiştir.

İran ve Rusya’nın Güney Kafkasya’daki çıkarlarının örtüşmesi, bu bölgede en “Batıcı” ve Türkiye’nin nüfuzuna açık olduğunu düşündükleri Azerbaycan’ın işgalini, Tahran ve Moskova için en kullanışlı araç hâline getirmiştir. Bu sayede Bakü’nün Kafkasya’daki gelişmelerde aktif bir rol oynaması kısıtlanmış, İran açısından da iç güvenliğini tehdit etmesi imkânsız hâle gelmişti. Aksine İran bu dönemde Azerbaycan ile sahip olduğu kültürel yakınlığını da kullanarak bu ülke içinde çoğu zaman dinî görünümlü çok sayıda merkez tesis edebilmişti. Bu nüfuz zamanla öyle bir boyuta ulaşmıştır ki bugün az sayıda da olsa kimi Azerbaycanlılar İran’ın etkisi altında işgal karşıtı askerî operasyonlara karşı çıkabilmektedir. Yine de son olaylarda İran’ın tavrının net olarak ortaya çıkması ile Tahran’ın 30 yıldır Bakü’ye yönelik uyguladığı kamu diplomasisi ağır yara almıştır. İran’ın kendisine yakın olduğunu düşündüğü Şii muhafazakâr camiadaki imajı ciddi bir şekilde sorgulanmaktadır.

İran’ın operasyonlardan sonra kullandığı dilde değişim yaşandığı ise gözlerden kaçmamaktadır. Başlangıçta “şiddet karşıtı diplomasi” vurguları yapan Tahran, an itibarıyla uluslararası hukuku ve işgal gerçeğini hatırlamışa benziyor. Yine de farklı yetkililerin çelişkili açıklamaları, çeşitli yayın kurumlarının düzenlediği taban tabana zıt anket sonuçları ya da sosyal medyada yaşanan hararetli tartışmalar meselenin İran iç politikasına da etkilerinin olduğunu göstermektedir. 90’lı yıllar boyunca işgale ciddi bir tepki göstermeyen İran Türkleri, bugün itibarıyla başkent Tahran başta olmak üzere çok sayıda gösteri ve Ermenistan sınır kapısının çatışma boyunca kapatılması için kampanyalar düzenliyor. Benzer bir etnik hareketlenme en son Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG üslerine yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar sırasında ülkedeki Kürt nüfusta görülmüştü. Bu durum İran nüfusunun çoğunluğunu oluşturan alt etnik grupların kendilerini sınır dışında yaşayan soydaşları ile özdeşleştirdiklerini ortaya koyan son gösterge olmuştur.

Son olarak Rusya’nın mevcut tarafsızlığını sürdürmesi ve operasyonların kısa süre içinde başarıyla sonuçlanması hâlinde Tahran-Bakü ilişkileri yeni bir evreye girecektir. Bu nedenle İranlı yetkililerin “Bölgeye Suriyeli cihatçılar gönderildiği doğruysa…” tarzı açıklamaları bir kenara bırakıp en azından söylem bazında duruşlarını netleştirmeleri faydalı olacaktır. Krizin başından beri iki başkent arasında hiçbir ikili temasın olmaması da dikkatlerden kaçmamıştır. Bölgede işgalin sona ermesinin ve kalıcı istikrarın sağlanmasının Erivan ve Tahran da dâhil herkesin faydasına olacağına şüphe yoktur.


Bu makale ilk olarak 8.10.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/10/08/wml-tthyrgdhr-br-mwd-yrn-dr-qbl-hwdth-qrhbg-1505170