Ermenistan’ın Saldırganlığı ve Bölgesel Etkileri

Ermenistan’ın Saldırganlığı ve Bölgesel Etkileri
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Dağlık Karabağ bölgesi başta olmak üzere Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sini işgal altında tutan Ermenistan güçleri, 12 Temmuz günü Azerbaycan’ın kuzeybatısında yer alan stratejik Tovuz bölgesine bir saldırı düzenledi. Saldırıda 11 Azerbaycan askeri şehit olurken çıkan çatışmada 100’den fazla Ermeni askerinin de hayatını kaybettiği belirtiliyor. Saldırı yapılan bölgenin sözde “ihtilaflı” bölgelerle irtibatının olmaması ancak gerek enerji gerekse de ulaşım hatları açısından stratejik konumda bulunması ayrıca zengin su yataklarına sahip olması, son girişimin rutinleşen ateşkes ihlallerinden farklı bir çatışma olduğunu ortaya koyuyor. Tovuz bölgesinin Azerbaycan-Türk tarihi açısından sahip olduğu özel coğrafi ve sosyal konum, şehitler arasında yer alan Tümgeneral Polad Haşimov’un Türkiye eğitimli ve ordu alt kademelerinde sevilen bir figür olması da saldırının ve verdiği mesajın daha iyi incelenmesi gerektiğini gösteriyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde Azerbaycan ile Ermenistan arasında çatışmaya yol açan Dağlık Karabağ sorunu, Bakü hükûmetinin karşı karşıya olduğu bazı iç ve dış sorunlardan dolayı Ermenistan’ın 1994’teki ateşkese kadar tüm bölgeyi ve etrafındaki genişçe bir alanı işgal etmesi ile sonuçlandı. O tarihten beri sorunun barışçıl yollarla çözümlenmesi için Bakü diplomasi yolunu tercih ederken Erivan ise sahip olduğu askerî avantaj ile Rusya, Fransa ve İran’ın politik desteğinden ötürü müzakerelerde herhangi bir uzlaşmaya yanaşmadı. Geçen 25 yılı aşkın süre içinde Azerbaycan’ın stratejisi; sahip olduğu zengin enerji kaynaklarını da kullanarak askerî gücünü modernize etmek, başta Türkiye ve İsrail olmak üzere askerî alanda etkili ülkelerden teknik destek sağlamak yine bölgede nüfuzu olan Moskova, Tahran ve Paris gibi başkentlerle iyi ilişkiler geliştirerek işgale verdikleri desteği sonlandırmaya çalışmak oldu. Bakü gerek imzaladığı uluslararası enerji anlaşmalarında gerekse de ülke içindeki güç dengelerini oluştururken sürekli olarak bu etkeni göz önünde tuttuğunu belli etti.

Gelinen noktada söz konusu 25 yıllık stratejinin sonuç vermediği aksine işgalcileri ve destekçilerini daha fazla cesaretlendirdiği açıkça belli olmuştur. Bugün itibarıyla Azerbaycan hükûmetinin önünde iki seçenek bulunmaktadır: Ya mevcut stratejiyi sürdürerek özellikle Moskova nezdinde aşırı dengeli tavrını sürdürecek hatta daha büyük tavizlerle Putin yönetiminin Erivan’a olan desteğini azaltmaya çalışacak ya da herkesi gözeten çabalarından vazgeçerek ülkenin toprak bütünlüğü için riskli ama gerekli adımları atmaya başlayacaktır.

90’lı yılların başları ile kıyaslandığında Azerbaycan’ın çok sayıda avantajı olduğu görülmektedir. Öncelikle o dönemden farklı olarak ülke içinde son derece deneyimli bir yönetim kadrosu işbaşında bulunmaktadır. İkinci olarak son yirmi yıldaki yüz milyarlarca dolar petrol gelirlerinin de etkisiyle Bakü-Erivan arasındaki askerî dengeler en az 1’e 3 oranında Azerbaycan lehine değişmiş durumdadır. Çok önemli diğer bir etken olarak Azerbaycan’ın en büyük destekçisi Türkiye, 90’lı yıllarla mukayese edilmeyecek kadar siyasi ve askerî bir güce dönüşmüş durumdadır ve Azerbaycan meselesi, son Meclis Bildirisi’nde de görüldüğü üzere Kıbrıs Davası gibi bütün Türkiye’yi birleştiren partiler üstü millî bir meseledir. Diğer yandan küresel koronavirüs salgını ve ABD ile Çin arasındaki makro gerilim bölgesel güçlere hiç olmadığı kadar alan açmış durumdadır. Azerbaycan hükûmeti bu tarihî fırsatı değerlendirip işgale son vermek için harekete geçmemesi durumunda bu kadar elverişli bir dış ortamı bir daha bulamayabilir. Yine Bakü’nün çeyrek asır öncesine göre bir diğer avantajı da İran’da yükselen Türk milliyetçiliğidir. Yönetim kademelerinden çeşitli halk katmanlarına kadar farklı seviyelerde müşahede edilen bu etnik bilinçlenme Tahran’ın 90’lı yıllardaki gibi Erivan’a örtülü destek vermesini zorlaştıracaktır. İran’ın, Azerbaycan’ın enerji projelerindeki ortaklıklarından elde ettiği gelir de mevcut ekonomik şartlar içinde kaybetmek istemeyeceği değerli bir kaynaktır.

Sonuç olarak başta başkent Bakü olmak üzere ülke içinde ve dışındaki birçok şehirde halk gösterilerine neden olan bu meşum saldırı, sürecin doğru yönetilmesi hâlinde Bakü’ye istediği fırsatı sağlayabilir. Aksi durumda Avrasya’daki Kuzey-Güney ve Doğu-Batı koridorları üzerinde yer alan Hazar Denizi ve Karadeniz arasındaki çok stratejik bir bölgedeki Türk çıkarları darbe yiyebilir. Ankara ise Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ifade ettiği üzere hangi seçeneği seçerse seçsin her zamanki gibi Bakü’nün yanında olmaya devam edecektir.


Bu makale ilk olarak 22.7.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/07/22/styzhtlby-rmnstn-w-pymdhy-mntqhy-an-1459967