Irak’ta Elçilik Saldırısı Sonrası Gelişmeler Ne İfade Ediyor?

Irak’ta Elçilik Saldırısı Sonrası Gelişmeler Ne İfade Ediyor?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Irak’ta son aylarda ABD birliklerine materyal taşıyan konvoyları hedef alan saldırılar artışa geçerken 20 Aralık’ta, ABD Bağdat Büyükelçiliği 21 ayrı füze ile hedef alındı. Bu gelişmeler, 3 Ocak 2020’de gerçekleşen Kasım Süleymani-Mehdi Mühendis saldırısının yıldönümünde İran destekli Iraklı milisler tarafından Irak’ta ABD askerî üslerine ve diplomatik misyonlarına yapılan saldırıların şiddetlenebileceğini akıllara getirdi. Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın, başkanlık görevini devretmeden önce misilleme bir saldırıya girişme olasılığı, bizzat Trump’ın “Yeni bir saldırıda bir ABD vatandaşı öldürülürse İran’ı sorumlu tutacağım.” açıklaması ile daha da güçlendi. Bu sırada, Irak’ın 20 Ocak’tan önce ABD-İran arasında büyük bir çatışmanın esas sahnesi olacağına dair iddialar güç kazanırken sürece İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Güçleri Komutanı İsmail Kaani ve Irak Başbakanı Mustafa Kazımi son hamleleriyle dâhil oldu.

Kaani’nin Bağdat Ziyareti

Kaani’nin, 23 Aralık’ta Bağdat’a yapacağı ziyaretin her ne kadar önceden belirlendiği iddia edilse de ziyaretin temel amacının, İran destekli milis grupları kontrol altına almak olduğunu söyleyebiliriz. Zira basına yansıdığı şekliyle Kaani’nin öncelikle (1) Haşdi Şabi’nin İran destekli kanadının liderleri ile bir araya gelip ateşkese uyma çağrısı yapması, (2) Başbakan Kazımi ile görüşüp İran’ın saldırıya dahlinin olmadığını bildirmesi ve (3) ertesi gün İran Dışişleri Bakanlığının “diplomatik misyonlara ve yerleşim birimlerine yapılan saldırıları reddettiğini açıklaması” İran tarafının stratejik kontrol temposunu korumak istediğini açıkça gösteriyor.

İran tarafının Tahran destekli milisleri kontrol etme eyleminin aciliyeti açısından bu durum, doğrudan Kasım Süleymani-Mehdi Mühendis sonrası dönemde milis grupların kontrolünün zorlaşması ve Trump yönetiminde ABD’nin misliyle karşı saldırı düzenleme ihtimali ile alakalı. Özellikle Ketaib Hizbullah’ın (KH) tersine Asaib Ehl’il-Hak’ın (AEH), ekim ayında İran yanlısı grupların ilan ettiği tek taraflı ateşkese rağmen ülkedeki ABD güçlerine ve misyonlarına saldırı düzenleyeceğini ima etmesi ve ardından gelen şiddetli saldırı, Tahran’ın bir yıl öncesine nazaran bu gruplar arasındaki eş güdümü sağlama konusunda oldukça geriye düştüğünü gösteriyor.

Kazımi’nin Sürece Tavrı

Başbakan Kazımi, seleflerine kıyasla milis grupların ülkedeki Koalisyon Güçlerine ve ABD misyonlarına gerçekleştirdiği saldırılara ses çıkaran bir isim. Bunun yanında, bu konu ile alakalı pratikte sınırlı adımlar attığını söyleyebiliriz. Hatırlanırsa bu adımlardan birincisi, haziran ayında KH milislerine düzenlenen operasyonla 14 milisin tutuklanması ve bu kişilerin kısa bir süre sonra serbest bırakılmasıydı. İkinci olan ve Kazımi açısından önemli bir adım ise 20 Aralık’ta ABD Büyükelçiliğine düzenlenen saldırıyı yürüttüğü gerekçesiyle AEH liderlerinden Husam el-Birjawi’nin tutuklanması oldu. Bu tutuklamadan hemen sonra geçtiğimiz hafta, AEH tarafından devlet binalarının basılacağı ve Kazımi’ye saldırı düzenleneceğine dair tehditler medya organlarında yer almaya başladı. Kazımi ise bu tehditlere, güvenlik güçleri ile sokaklara inip Bağdat ve çevresindeki kolluk kuvvetlerini teftiş ederek karşılık verdi. Kazımi, bu kez haziran ayındaki salıvermelerin tersine, AEH komutanı ile alakalı soruşturma bitmeden bahsi geçen kişi hakkında hiçbir işlem yapılmayacağını açıkladı.

Dolayısıyla hâlihazırdaki durum, Kazımi’nin merkezîleşme çabalarının geçmişe nazaran yükselişe geçtiğini gösterdi. Ancak bunun yanında, AEH ve sonrasında KH tarafından gerçekleştirilen son elçilik saldırısını eleştirmekle birlikte “el-Birjawi’nin tutuklanmasından dolayı Başbakan Kazımi’nin kulağını kesecekleri” cümlelerini içeren tehditler, Kazımi’nin yürüttüğü merkezîleşme sürecinin ve ülkeyi ABD ile İran arasında bir çatışma alanı olmaktan çıkarma amacının ciddi engellerle karşılaşacağını da gözler önüne seriyor. Bu engellerin nedenleri ise (1) Kazımi’nin iç politikada yeterli siyasi nüfuza sahip olmaması, (2) dış politika ve ticarette Tahran’ı henüz dengeleyememesi ve (3) sonuç olarak milislere karşı yeterli yaptırım gücüne erişememesi olarak ortaya çıkmış durumda. Nitekim Irak hükûmetinin, enerji temini alanında bağımlı olduğu Tahran’a heyet göndererek bu eylemi, milisler sorununu çözmede kritik seçenekleri arasına koyması bahsi geçen çıkmazı kanıtlar nitelikte.

Sonuç

Milis grupların şimdiye dek ABD Bağdat Büyükelçiliğine yönelik düzenlediği en şiddetli füze saldırısı olarak kayda geçen bu olay sonrasında İran tarafının, olası bir misillemeye karşı tedirgin olduğu ve Kaani ile başlattığı görüşme trafiği ile yakın zamanda ABD ile herhangi bir askerî çatışmaya girmek istemediği açıkça ortaya çıkıyor. Bu bakımdan ateşkesi bozmaya meyilli AEH ve benzeri milis gruplara yönelik (1) KH’den gelen “Son saldırılar Trump’tan başkasına hizmet etmiyor, tekrarlanmamalı.” ve (2) geçen hafta Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’tan gelen “Trump’ın Beyaz Saray’daki son günlerinde dikkatli ve ihtiyatlı olunmalı.” açıklamaları da Tahran’ın vekilleri/müttefikleri ile eş güdümü artırma çabaları çerçevesinde okunmalı.

Kazımi’nin ise son saldırıya yönelik gösterdiği kararlılık ve zorunlu ihtiyat arasında değişen tutumu dikkate alındığında, merkezî otoriteyi tehdit eden milis grupları kontrol altına alabilmesi için güçlü bir Meclis desteğine sahip olması gerektiği daha fazla belirgin hâle geliyor. Bu noktada arkasında güçlü bir temsilci desteğine ihtiyaç duyan Kazımi’nin önündeki ilk önemli sınav, muhtemelen erken seçimler olacak. Bu bakımdan, seçimlere katılması muhtemel olan Kazımi’nin (1) kendisine destek sunan ve meclisteki “Irak ulusal kimliğinin güçlendirilmesini” amaçlayan siyasi grupların sayısını artırması ve (2) merkezîleşme ve adaleti öncelikli talepleri arasına yerleştiren Iraklı genç kitleleri sandığa getirmek için adımlar atması gerekiyor.