İran-Amerika Hattında Sular Durulacak mı?
3 Ocak 2020 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD Başkanı Donald Trump’ın talimatıyla öldürülmesi, İran-ABD arasındaki gerginliğin bir süreliğine “kontrolden çıkmasına” sebebiyet verse de şimdilerde doğrudan sıcak çatışmanın sona erdiği görülmektedir. Fakat son gelişmeler, dünya kamuoyuna iki şeyi göstermiştir. İran-ABD arasındaki olası bir sıcak temasın sıklet noktasını Irak oluşturacak ve İran, “mağrur bir yalnızlık” içerisinde devlet dışı aktörlerle ABD’yle başa çıkmak zorunda kalacak.
2003 Irak işgalinden sonra İran proaktif bir politikayla Irak’taki Şiilerin devlet kademesinde rol alma sürecinde kendi adına önemli kazanımlar elde etti. DEAŞ’ın Irak topraklarının bir kısmını işgal etmesinden sonra İran’ın Irak’a sağladığı özellikle askerî destek ise söz konusu kazanımların perçinlenmesine kapı araladı. Öyle ki İran, Irak’ta Amerika’yla boy ölçüşebilecek bir güç hâlini aldı. Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği baskını ve 24 Ocak Cuma günü Mukteda es-Sadr’ın çağrısıyla Amerika’yı protesto için sokağa dökülen yüz binlerce Iraklı düşünüldüğünde İran’ın gövde gösterisi yapması bu düşünceyi destekler niteliktedir. Anlaşılan direniş eksenini koruma niyetinde olan İran kolay geri adım atmayacak. Bu sebeple İran ve Amerika arasındaki düşük yoğunluklu çatışmanın azalmayacağı bilakis artarak devam edeceği düşünülebilir. Suriye’de Hizbullah mevzilerinin İsrail tarafından vurulmaya devam edilmesi de bu görüşü destekler niteliktedir.
Her ne kadar Irak Şiilerinin önemli bir kısmının İran-Amerika gerginliğinde taraf olmak istemediği bilinse de İran’a müzahir Şii milis grupların dengelenmesi adına Sünni Araplar ve Kürtler olmak üzere Amerika’nın ittifak kurabileceği iki grup bulunuyor. Sünnilerin yönetimden uzak kaldıkları için ciddi rahatsızlık taşıdıkları biliniyor. Şu günlerde kesin olmamakla birlikte Basra, Diyala ve Havice gibi şehirlerde Sünni milis grupların teşkiline yönelik hazırlıkların yapıldığına dair iddialar var. Eski Baas Partisi mensupları eliyle böyle bir girişim hayata sokulabilir. Ayrıca Saddam Hüseyin devrildikten sonra Amerika’ya giden eski Baas milletvekili, bakan, bakan yardımcısı ve siyasetçiler önümüzdeki günlerde Amerika tarafından yönetim kademesinde rol almak üzere Irak’a gönderilebilir.
Kürtler ise hâlihazırda Amerika ile Irak’ta ittifak hâlinde. Süleymani’nin ABD tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde öldürülmesine Erbil yönetiminden ses çıkmaması bu doğrultuda yorumlanabilir. Bunun yanı sıra özellikle Kerkük’te Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) bağlı milislerle şehrin kontrolünü elinde bulunduran Haşdi Şabi güçleri arasında örtülü bir mücadele olduğu malumdur. Kerkük’te herhangi bir kıvılcımla çıkacak çatışmada, KDP’nin vurulması durumunda şu sıralar bitkisel hayattaki YPG’nin yardıma koşması muhtemeldir. Bir başka deyişle Irak’ta, İran’ı Kürtler yoluyla dengelemek Amerika açısından zor bir iş olmayacaktır. Nitekim geçtiğimiz günlerde ABD’nin Orta Doğu’daki birliklerinin Komutanı General McKenzie’nin Suriye’nin doğusunda YPG ile görüşmesi oldukça manidardır. Bütün bu gelişmeler birlikte dikkate alındığında Amerika bir nevi “ortak düşman” yaratarak bir yandan Sünni Arapları diğer yandan Sünni Kürtleri bir araya getirebilir. Bu doğrultuda önümüzdeki günlerde İran’ın Irak’taki nüfuzunun devlet katındaki tezahürü olan Haşdi Şabi’yi yıpratmak adına Haşdi Şabi’ye dolayısıyla da İran’a karşı Arap-Kürt Sünni bloğu kurulabilir.
Öte yandan 8 Ocak tarihinde Irak’taki bazı Amerikan üslerine füze atışı yaparak Süleymani’nin ölümüne cevap veren İran’ın, Erbil’deki üssü hedef alması tesadüf olmasa gerek. Gene Süleymani’nin ölümünden sonra Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın, demeçlerinde doğrudan Erbil yönetimini hedef almasını gözden kaçırmamak lazım. Denebilir ki İran, Amerika’nın elini gördüğünden Irak’ta Kürtlere mesaj vermekte. Olası bir hesaplaşmada İran, Kürtlerin tarafsız kalmasını arzulayacaktır. Ancak Kürtler açısından tarafsızlık mümkün değil. Ayrıca Kürtler, İran-Amerika gerginliğini fırsata çevirerek Kerkük’ün kontrolünü yeniden sağlamak dahası “bağımsızlığı” tekrar gündeme getirmek isteyecektir.
İran’ın Irak’ta Kürtleri baskılamasına sadece Amerika değil Rusya da sıcak bakmayacaktır. Zira son yıllarda Gazprom ve Rosneft gibi Rus menşeli petrol-doğal gaz şirketleri, Irak Kürt Bölgesel Yönetimiyle (IKBY) Kuzey Irak’taki muhtelif şehirlerde rezerv çıkarma/yatırım/ iş birliği formatında muhtelif anlaşmalar imzaladı. Rusya açısından Kuzey Irak’ın önemi günden güne artıyor. Bu sebeple Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da ne İran’ı karşısına alacak ne de destek verecektir. Son zamanlarda basında dile geldiği üzere “3. Dünya Savaşı’nda” Rusya’nın İran’ın yanında yer alacağını düşünmek doğru olmaz. İran-Rusya ilişkilerinde “güven sorunu” hiçbir dönem aşılamamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında İran’ı işgal eden hegemon bir gücün yalnızca “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” mottosuyla sözde üçüncü dünya savaşında İran’ın yanında durmasını beklemek abes olur. Açık söylemek gerekirse İran-Amerika hattında gerginlik artarsa Rusya, İran’ı yalnız bırakıp mevcut durumdan nasıl faydalanabileceğini düşünecektir. Böyle bir gelişme Rusya’nın işine gelir. Çünkü İran, Rusya’nın bölgesel; Amerika ise küresel rakibidir.
Amerika’nın Amacı ne?
Son gelişmeler dikkate alındığında Amerika’nın nihai hedefinin İran’da yönetim sistemini değiştirmekten ziyade İran’a göz dağı vermek olduğu anlaşılıyor. Amiyane tabirle Irak’a büyük yatırım yapan Amerika, Obama’nın pasif politikasından istifade ederek güçlenen İran’ın “kendisine verilenden fazlasını” istemesinden rahatsız. İran’ın; Irak’ta Amerika’yla güç yarışına girmesi ve Amerikan misyonları için tehdit oluşturması, Süleymani ile Haşdi Şabi’nin iki numaralı ismi olan Ebu Mehdi el-Mühendis’in ölümüyle sonuçlandı. Aynı gün Yemen’de ABD tarafından Kudüs Gücü’nün Yemen Komutanı Abdülrıza Şehlayi’nin de hedef alındığını unutmamak gerekir. Birkaç gün önce ise ABD’nin İran Özel Temsilcisi Brian Hook, Suudi gazetesi Şarkul Avsat’a verdiği beyanatta Kudüs Gücü’nün yeni Komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani için “Amerikalıları öldüren selefi Süleymani’nin izinden giderse aynı akıbete uğrar." demesi, tehditten öte bir kararlılık göstergesi şeklinde okunabilir. Nitekim Trump’ın İran’a bakışının selefi Obama gibi olmadığı kesin. Ancak sanıldığı gibi İran’la ontolojik bir düşmanlık içerisinde de görünmüyor. Son kertede İran’da olası bir yönetim değişikliği, İran tehdidine karşı bazı Körfez ülkelerine satılan yüz milyarlarca dolarlık silah düşünüldüğünde Amerika’nın işine gelecek bir şey değil. Şu aşamada Washington yönetimi açısından gücü sınırlandırılmış, Amerika ve İsrail’e zarar veremeyecek lakin Körfez ülkelerine karşı tehdit oluşturmaya devam edecek bir İran, ideal durmaktadır.
İran’ın Önündeki Seçenekler
Peki etrafındaki çember daralırken İran ne yapabilir? Kuşkusuz Irak’a 15 yıldan fazla bir zamandır yaptığı yatırımdan vazgeçecek değil. Irak, İran açısından direniş ekseninin ilk mevzii olmanın ötesinde yaptırımları deldiği bir kapıydı. Kendi petrolünü bir dönem Irak üzerinden dünya piyasasına arz ettiği çokça dile getirildi. Hatta Irak’taki yönetim kademesinde elde ettiği nüfuz sayesinde Irak petrolünü oldukça ucuza alıp rafine ettikten sonra piyasaya sürdüğü ve bu seçeneğin kendi petrolünü işlemekten daha ucuza geldiği de iddia edildi. İran’ın Irak’taki diğer ekonomik kazanımlarını uzun uzun listelemeye lüzum yok. İran’ın Irak’ta önünün kesilmesi, gelinen noktada Amerika açısından öncelikli görünüyor. Kazanımlarını kolayca vermek istemeyecek olan İran’ın önünde iki seçenek var. Ya direniş ekseninin bileşenleri üzerinden Amerika’nın kurallarıyla oyunu oynayacak yani suikast, sabotaj ve saldırıda bulunacak ya da orta ve uzun vadede bölgesel nüfuzunun tamamını riske atmamak adına bazı kazanımlarından vazgeçerek Devrim Rehberi Hamenei’nin deyimiyle “kahramanca bir esneklik” gösterecek. Diğer bir tabirle Amerika’yla anlaşacak ve DEAŞ öncesi statükoya razı olacak. Kuşkusuz İran, hedefe açık hâle geleceğini ve dahası Tahran yönetiminin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağını hissederse bazı kazanımlardan vaz geçebilir. Örneğin Haşdi Şabi’nin sayıları 150.000’i bulduğu söylenen silahlı birliklerinin durumunu müzakere edebilir.
Sonuç
Amerikan yaptırımlarından sonra bütün zorluklara rağmen İran’la ilişkilerini iyi tutma iradesi gösteren tek bölgesel güç Türkiye. Türkiye ile İran arasında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de bir konuşmasında belirttiği üzere “siyasi ilişkiler daha önce hiç olmadığı kadar iyi olsa” da başta Suriye konusu gelmek üzere birçok bölgesel meselede ciddi görüş farklılıkları mevcut. Kuşkusuz İran-Türkiye yakınlaşmasının sebeplerinden biri, iki ülkenin ABD’nin bölgesel politikalarından kaynaklanan “ortak tehdit” algısıdır. Öte yandan söz konusu görüş ayrılıkları, Türkiye’yi İran’la yakınlaşmaktan alıkoymadığı gibi tarafların birbirine tam anlamıyla güvenmesine de mâni olmaktadır.
Şu günlerde azil süreciyle uğraşan Trump’ın önümüzde başkanlık seçimlerinde yeniden ipi göğüslemesi durumunda İran’a karşı ekonomik, siyasi ve askerî baskıyı artıracağı ortada. Böyle bir senaryoda Türkiye’nin tutumu nasıl şekillenecektir? Türkiye’nin öncelikleri ve bölgesel strateji perspektifinde bu konuyu ayrıca değerlendirmek gerekir.
- Etiketler:
- İran
- Amerika
- Sıcak Çatışma
- Irak