İran, Ehlibeyt ve Akdeniz Koridoru

İran, Ehlibeyt ve Akdeniz Koridoru
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Müştak El-Hılo

Ayetullah Sistani’nin yönetiminde faaliyetlerini yürüten Hz. Hüseyin Türbesi Vakfının, yaklaşık bir yıl önce açıkladığı karara göre Vakıf, DEAŞ’ın yıktığı kutsal türbe ve mekânları onarmayı planlıyor. Bu kutsal mekânların çoğunun, ehlisünnete bağlı bir vakfın idaresinde bulunmasına ve koronavirüs salgınının araya girmesiyle planın başlatılmasında gecikme yaşanmasına rağmen geçtiğimiz ekim ayında Sünni Vakıflar Başkanlığı ve Şii Vakıflar Başkanlığı kurumları arasında tartışmalı bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre ehlisünnete bağlı vakfın idaresinde bulunan birçok kutsal mekân, Şii vakfa devrediliyor. Anlaşma; Sünni din adamları, siyasetçiler ve milletvekilleri dâhil bu camianın çeşitli gruplarında yoğun tepkilere neden oldu. Söz konusu anlaşmanın Sünniler için herhangi bir getirisi olmadığı gibi onları temsil etmeyen bir makam tarafından imzalanmış olduğu yönünde itirazlar geldi. Yapılan itirazların sonucunda, Irak Başbakanı Mustafa Kazımi anlaşmayı durdurma kararı aldı. Görünen o ki bu anlaşma, kutsal mekânları onarma vesilesiyle Şam’a kadar uzanacak bir koridor oluşturmayı amaçlayan Şii Vakıflar Başkanlığı için ilk basamak mahiyetindedir.

Kerbela Esirlerinin Kerbela-Şam Güzergâhı

Öncelikle tarihî kaynaklara göre Kerbela esirlerinin Kufe’den Şam’a nasıl ve hangi yoldan götürüldüğünün tam olarak belli olmadığının altını çizmek gerekir. Ayrıca Hz. Peygamber’in torunlarından oluşan bu esirler için kullanılan “sebaya” teriminin tercih nedeni de üzerinde çokça tartışılan bir konu olmuştur. Zira o dönemde bu kelime, gayrimüslim kadın esirler için kullanılan bir ifadeydi. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz konu, bu tarihî tartışmalardan ziyade Kerbela esirlerinin Şam’a götürüldüğü iddia edilen güzergâhta inşa edilmesi planlanan koridordur.

Hz. Hüseyin Türbesi Vakfı yetkililerinin açıklamalarına göre bu yol, Kerbela şehrinden başlayarak Tikrit, eski Musul, Telafer ve Sincar Dağları üzerinden ilerleyerek Fişhabur Sınır Kapısı’na yakın bir noktadan Suriye topraklarına girmektedir. Devamında, Haseke ilinin doğusunda bulunan Ciza’dan geçerek Nusaybin’e doğru uzamaktadır. Nusaybin’de İmam Zeynel Abidin Camisi ve Makam-ı Resul Hüseyin gibi kutsal mekânlara ulaşarak Türkiye topraklarında birkaç yüz kilometre ilerledikten sonra Suriye’nin kuzeyinden Halep’e varmaktadır. Daha sonra Hama ve Humus’tan geçerek Lübnan topraklarına girdikten sonra Baalbek üzerinden Şam’a ulaşmaktadır.

Bu planı tasarlayanlar, dört ülkeden geçen yaklaşık iki bin kilometrelik bu yolu yeniden inşa etmeyi hedeflemektedir. Ayrıca kendi ifadelerine göre yol üzerindeki önemli noktalarda, “Kerbela Hadisesi’nin yıl dönümünde dinî törenler gerçekleştirerek Hz. Hüseyin’i dünyaya tanıtmak maksadıyla” kutsal mekânları onarmayı ya da yenilerini inşa etmeyi amaçlamaktadır. Eski Musul’dan Ciza’ya kadar 92 kilometrelik yol üzerinde birçok kutsal mekân inşa etmek, planın ilk aşamasında yer almaktadır.

Tepkiler

Plan hem Sünni hem de diğer azınlıklara mensup siyasetçiler, milletvekilleri, partiler ve din adamları tarafından sert tepkilerle karşılandı. İnsan Hakları Gözlemcisi (AFAD), planı nüfusunun çoğunluğu Şii olmayan bölgenin demografik yapısını değiştirmek için kullanılan bir kamuflaj olarak nitelendirdi. Eski Irak Parlamentosu Başkanı Usame el-Nüceyfi başkanlığındaki Kurtuluş ve Kalkınma Cephesi Partisi, bu planla mezhep çatışmasının tekrar alevlenmesinin hedeflendiğini belirterek Kazımi hükûmetinden planın durdurulmasını talep etti. Arap Projesi Başkanı Şeyh Hamis el-Hançer de Şii Vakıflar Başkanlığından, kışkırtıcı eylemlerden uzak durmasını istedi. Ninova’daki Sünni aşiretlerin kanaat önderlerinden Ahmed el-Hadidi DEAŞ’la yapılan savaş neticesinde mevzubahis olan güzergâhın tahrip edildiği ve bölgenin Yezidi, Hristiyan, Müslüman, Şebek, Arap ve Türkmen nüfusunun yerinden edilmiş durumda olduğuna dikkat çekerek bu planı, İran’ın bölgeye yönelik bir projesi olarak değerlendirdi ve bu durumun bölgenin geleceği için tehdit oluşturduğu yorumunda bulundu. Bunlarla beraber Irak’taki Dinî ve Etnik Grupları Savunma Komitesi, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, İsviçre Irak İnsan Hakları Bağımsız Örgütü, Kanada Irak İnsan Hakları Merkezi ve Kürt Araştırmalar Merkezi gibi birçok sivil örgüt ve kuruluş da tepkilerini göstererek bu durumu kınadı.

Şii Vakfın İtirazlara Karşı Cevabı

İtirazların artmasıyla projenin yetkililerinden Ali el-Karavi, gerçekleştirdiği basın toplantısında Vakfın İran’ın temsilcisi olmadığının altını çizerek yasalar çerçevesinde hareket ettiklerini savundu. Şii Vakıflar Başkanlığı daha sonra yayımladığı bir bildiride, “yol”un tespiti için yapılan araştırmalarda Musul Üniversitesinden bazı uzmanların da bulunduğunu öne sürdü. Vakfa göre planın amacı ehlibeytin eserlerini ihya etmeye çalışmak ve Hz. Peygamber’in torunlarını Kerbela’dan Şam’a zorla götürenleri kınamaktır. Taraftarlarına göre bu plan, Şiiler ve Sünniler arasında mezhep çatışmasını körüklemeyecek, hatta Irak halkının birlik ve beraberliğini de pekiştirecektir.

Perde Arkasındaki Hedefler

İlk bakışta bu plan, maddi hedeflerle yola çıkmış bir Vakfın aşırı mezhepçi davranışı olarak değerlendirilebilir. Ancak bazı uzmanlar, İran’ın uzun zamandır ehlibeytin adını kullanarak bölgede bazı politikalar yürüttüğüne dikkat çekmektedir. Onlara göre bu plan da İran’ın politikaları doğrultusunda bir araç olarak değerlendirilmelidir. Unutmamak gerekir ki 1979 Devrimi’nden hemen sonra İran’da “Kudüs’ün yolu Kerbela’dan geçer!” gibi sloganların gündeme gelmesi ve İran’ın, Devrim’i Irak’a ihraç etme yönündeki girişimleri iki devlet arasında sekiz yıl süren bir savaşla sonuçlanmıştı.

Suriye’deki çatışmalara müdahil olmasını “kutsal türbeleri koruma”yla gerekçelendiren İran’ın, bu ülkede başka bir amaçla bulunduğu da herkesçe bilinen bir durumdur. Nitekim Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanlarından General Mahmut Çaharbağı’nın geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada, Kasım Süleymani’nin DEAŞ’ın ortaya çıkmasından önce Suriye’de Beşşar Esed hükûmetini muhaliflere karşı ayakta tutmak için görevlendirildiğini ifade etmesi, İran’ın hangi amaçla Suriye’de bulunduğunu açıkça göstermektedir. Bu komutanın konuşmasında “Süleymani’nin kutsal mekândan kastettiği sadece Seyyide Zeynep Türbesi değildi. Onun için bu, İran İslam Cumhuriyeti’ydi.” ifadesi de bu açıdan ayrıca dikkat çekicidir. Eski DMO Deniz Kuvvetleri İstihbarat Dairesi Başkanı Said Kasimi de bir açıklamasında “Babülmendep Boğazı’nı Seyyide Zeynep Türbesinin bir parçası olarak görüyorum.” ifadesinde bulunmuştu. Anlaşılan o ki İran, istediği zaman ehlibeyt ile ilgili yeni kavramlar üretmekte ve bu kavramları istediği şekilde biçimlendirmektedir.

İran’ın, Hz. Hüseyin Türbesi Vakfı ve Ayetullah Sistani Ofisini bir araç olarak kendi projesi doğrultusunda kullandığı görülüyor. Bazı gözlemciler, Vakfın bu planda göstermelik bir rolü olduğu ve planı gerçekleştirecek asıl aktörün İran olduğunu söylüyor. Nitekim Ayetullah Sistani’ye bağlı Haşdi Şabi güçlerinin yerine İran’a bağlı Ketaib Hizbullah, Nüceba Hareketi, Asaib Ehli’l-Hak ve Haşdi Şebki gibi bazı Haşdi Şabi güçlerinin planla ilgili yapılan saha çalışmalarında kullanılması, bu ihtimali güçlendirmektedir. Haşdi Şebki Komutanı Vaad Kadu bu projede herhangi bir rolleri olmadığını ifade ederek sadece çalışmaları yürüten görevlilerin güvenliğini sağlamak için bölgede bulunduklarını iddia etti. Ancak çok açıktır ki daha ön çalışmalarda bile bu kadar Haşdi Şabi gücü bölgede bulunduruluyorsa plan hayata geçtikten sonra nüfusunun çoğu Şii olmayan bölgelere daha fazla Şii güç yerleştirilecektir. Görünen o ki bu girişim, ehlibeytin adını ve Şiilerin dinî duygularını suistimal etmekle beraber, bölgedeki Şii olmayan halkın kimliğini değiştirmek maksadıyla etnik ve inanç haklarına yapılan açık bir saldırıdır.

Türkiye’nin söz konusu planın kendi topraklarında gerçekleşmesine mâni olacağı yüksek bir ihtimal. Buna rağmen Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde bu plan hayata geçirildiği takdirde, Türkiye ve Sünni Araplar arasında bir duvar oluşacağını söyleyebiliriz. Ayrıca iki bin kilometrelik bu “kutsal” yolun inşası bittikten sonra yolu koruma görevinin “ehlibeyt takipçilerine” verileceğini de gözden kaçırmamak lazım. Buna ilaveten tarihî adlarını geri kazandırma bahanesiyle bölgelerin adlarının değiştirilmesi de ihtimal dâhilindedir. Özetleyecek olursak dinî gerekçelerle ortaya konan planın asıl hedefleri arasında Akdeniz’e ulaşmak ve Türkiye ile Sünni Araplar arasında bir bariyer oluşturmak olduğunu söyleyebiliriz. Planın gerçekleşmesi durumunda, İran’ın yayılmacı politikalarının bir sonraki aşamaya geçeceği ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır.