İran ve ABD Denkleminde AB’nin Ara Buluculuğu

İran ve ABD Denkleminde AB’nin Ara Buluculuğu
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD’nin haber kanalı CNN’e verdiği röportajda AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell Fontelles’in, Avrupa’nın ABD ve İran arasındaki anlaşmazlığa karşı ara buluculuk yapabileceğini ve her iki tarafın da Nükleer Anlaşma’ya geri dönmesi için gerekli adımları koordine edebileceğini söyledi. Zarif, iki ülke arasındaki problemleri ortadan kaldırmak için bu ara buluculuğun gerekli olduğunu ve Borrell’in hangi önlemlerin ABD tarafından, hangisinin İran tarafından alınması gerektiğini açıklayabileceğini öne sürdü. Zarif’in bu önerisine karşın İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise İran’ın uzlaşmaya hazır olmadığını, ABD’nin isterse Anlaşma’ya geri dönebileceğini yineledi. Diğer taraftan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yeni bir anlaşma zemininde, Suudi Arabistan’ın da müzakerelere katılmasını önerdi. Suudi Arabistan’ın masada yer alması, İran’ın tüm bölgesel faaliyetlerinin de masaya yatırılacağı anlamına gelir ki bu da Anlaşma’nın revize edilmesine yol açacaktır. Oysa İran, bu tür problemleri bölge ülkeleriyle defaten bire bir çözme niyetinde ve Amerika’nın, Anlaşma’ya tekrar dâhil olabilmesi için ilk adımı atmasını beklemektedir.

Zarif ile röportaj gerçekleştiren CNN’in tanınmış sunucusu Christiane Amanpour’un da ifade ettiği gibi mesele “Meksika Açmazı”na (Mexican Standoff) girmiş durumda. Bu durum, ABD ve İran’ın karşılıklı beklentileri, çatışan tarafların birbirlerini tehdit ettiği ancak hiç kimsenin bir mutabakata varmaya çalışmadığı Batı filmlerindeki düelloları anımsatmaktadır. Dolayısıyla üçüncü bir tarafın Nükleer Anlaşma düzleminde ABD ve İran arasında oluşan gerilimi azaltma potansiyeline sahip olması gerekiyor, bu da KOEP’i imzalayanlar arasında yer alan Rusya ve Çin’den ziyade E3 ülkeleri (Almanya, Fransa, Birleşik Krallık) veya genel olarak Avrupa olarak karşımıza çıkmaktadır.

Avrupa’nın Ara Buluculuğu

Avrupa’nın, Nükleer Anlaşma dâhil ABD ile yaşadığı tüm transatlantik sorunlarından dolayı Donald Trump’ın seçimi kaybetmiş olmasını büyük bir heyecanla karşıladığı kesin. Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Joe Biden’ın göreve geldiği gün yaptığı açıklamada, “Tabii ki Trump’ın gitmiş olmasına seviniyorum.” demişti. Borrell hâlihazırda Nükleer Anlaşma çerçevesinde ortak bir kurulu koordine ediyor ve AB’nin, Anlaşma’nın imzalanması için on yıllar süren diplomasisi göz önünde bulundurulduğunda bu hususta gerekli tecrübeye sahip olduğu da kesin görünüyor. Fakat bu, tüm problemlerin Biden ile sorunsuz bir şekilde çözülebileceği anlamına gelmiyor. Bilhassa Zarif’in, Nükleer Anlaşma’nın korunması adına AB’ye sunduğu ara buluculuk teklifine karşın Avrupa, ABD ile senkronize bir şekilde hareket etmeyi tercih edecektir.

AB, her ne kadar büyük zorluklarla imzalanmasını sağladığı Nükleer Anlaşma’nın sürekliliğini arzu etse de Biden Dönemi’nde daha ihtiyatlı davranmayı ve daha çok Amerika’nın atacağı adımları ön planda tutmayı tercih edecektir. Çünkü Avrupa, büyük ümitler bağladığı Biden’ın başkanlığında ABD ile mevcut sorunları gidermeyi ümit ediyor ve İran’ın bu anlamda bir engel teşkil etmemesi gerekiyor. Biden başkanlığındaki ABD ve Avrupa, Nükleer Anlaşma’nın sürekliliği noktasında hâlihazırda ortak bir paydaya da sahip. Hem Amerika hem de Avrupa’nın yaptıkları açıklamalara bakılırsa Nükleer Anlaşma’nın, gelecekte olası bir takip anlaşması ile devamı talep edilmektedir.

Takip Anlaşması

Yeni ABD Başkanı Biden’ın, Trump’ın çıktığı Anlaşma’ya koşulsuz şartsız doğrudan dâhil olması uluslararası kamuoyunda Amerika’nın prestiji açısından makul bir siyaset anlayışı olarak kabul edilemez. Dolayısıyla Batı kanadının “Nuclear Plus” olarak adlandırdıkları bir “Takip Anlaşması”nın kabulü, iki açıdan ABD ve Avrupa’nın lehinedir. İlk olarak bu anlaşma, Amerika’nın kendi imajını kurtarması adına önem taşımaktadır. Nitekim Trump, her şeye rağmen ABD’nin seçilmiş başkanıydı ve aldığı kararlar doğal olarak ülkenin dış siyasetini şekillendirmekteydi. Bu nedenle Biden’ın, hiçbir şey olmamış gibi ülkesini Anlaşma’ya dâhil etmesi, Amerikan dış politikasının ne denli kaygan bir zeminde ilerlediğini gösterecektir. İkinci olarak ise hem Avrupa hem de Amerika, 2021 Haziran Seçimlerinde İran’da pragmatist kanadı temsil eden Ruhani hükûmetinin devam edip etmeyeceğinden emin değil. Dolayısıyla Avrupa ve ABD’nin, belirli şartlar çerçevesinde bir “Takip Anlaşması”nı savunması, İran’da radikal olarak bilinen şahin kanadın seçimleri kazandığı takdirde daha saldırgan bir politika geliştirmesine karşı aldıkları bir önlem olarak da görülebilir.

Nükleer Anlaşma’nın geleceğinin, tüm bu ihtimallere ve mevcut problemlere rağmen hâlihazırda Biden’ın elinde olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Biden’ın tek bir şansı var, o da Anlaşma’ya geri dönmektir. Eğer Biden, ABD’nin tekrar Nükleer Anlaşma’nın bir tarafı olmasını belirli şartlara bağlarsa İran’daki karar alıcılar da geçtiğimiz sene aralık ayında çıkardıkları “Yaptırımları Kaldırmak ve İran Halkının Çıkarlarını Korumak İçin Stratejik Eylem Yasası”nı uygulamaya devam edecektir. Örneğin 21 Şubat’a kadar ABD yaptırımları kalkmazsa UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) müfettişlerinin nükleer tesislere girmesi yasaklanacaktır. Kaldı ki İran hâlihazırda Yasa’nın içerisinde yer alan uranyum zenginleştirme faaliyetlerini Nükleer Anlaşma’nın belirlediği sınırların üzerine çıkartmış durumda. İran, bu Yasa ile hem Avrupa’ya hem de ABD’ye ellerini çabuk tutmaları, aksi takdirde yakında bir atom bombasına sahip olacakları mesajını vermektedir. İran, aynı stratejiyi Obama ile müzakerelere başlamadan önce de takip etmişti.

İran’ın, bu sert tavrını Nükleer Anlaşma’nın geleceği hususunda senkronize bir şekilde hareket etmeyi hedefleyen ABD ve AB’ye karşı uzun süre devam ettiremeyeceğini söylemek mümkündür. Eğer Amerika ve Avrupa, Anlaşma’nın devamını sağlamak için öncelikle müzakerelerin yapılması konusunda ısrarcı olursa İran’ın da bir süre sonra pes etme ihtimali yüksektir. Nitekim İran, ABD yaptırımlarıyla büyük ölçüde zarar görmüş ekonomisini, zenginleştirilmiş uranyum faaliyetleriyle kurtaramayacaktır. İran’daki radikal kesim de bu gerçeğin farkındadır.

Sonuç

Zarif’in, Borrell’in ara buluculuk yapması gerektiğini söylemesinden kısa bir süre sonra Washington, İran ile yaşanan gerilimden dolayı dokuz aydır Orta Doğu’da bulunan ABD donanmasına bağlı USS Nimitz uçak gemisini Hint-Pasifik kuvvetlerinin operasyon bölgesine sevk etti. Akabinde ABD’ye geri dönecek olan geminin bölgeden çekilmesi, Biden yönetiminin iyi niyet çabası olarak yorumlanmakta. Buna istinaden E3 ülkelerinin, Biden yönetimiyle müzakerelerin başlamasında öncü rolü üstlenmesi ve çatışma alanlarının Dışişleri nezdinde oluşturulan ortak bir komisyonda ele alınması, “Meksika Açmazı”ndan çıkmak için atılmış küçük bir adım olabilir. Dolayısıyla ABD’nin rızası olduğu takdirde Avrupa özellikle E3 devletleri, iki taraf arasında güven artırıcı adımlar çerçevesinde ilerleyebilir. Sonuç olarak yaptırımların birden kalkması realist bir yaklaşım olmadığından, hafifletilmesi karşılığında İran’ın da Nükleer Anlaşma’da belirlenen normlara adım adım geri dönmesi sağlanabilir ki İran, yaptırımların kalkması hâlinde tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerini çok kısa bir süre zarfında sonlandıracaklarına dair teminat vermektedir. Ayrıca salgın nedeniyle zor günler geçiren İran’a gönderilecek insani yardımlar da müzakereler sürecinde olumlu sonuçlar doğurabilir. Tabii bu ihtimallerin tümü, Biden’ın Anlaşma’ya tekrar katılma isteğindeki samimiyetiyle gerçeklik kazanacaktır.