İran’daki Gösterilerin Ardından: Zemin ve Belirsizlikler

İran’daki Gösterilerin Ardından: Zemin ve Belirsizlikler
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran’da 28 Aralık’ta başlayan ve büyük ölçüde sona eren gösteriler tüm dünyada tartışılmaya devam ediyor. İlk kez olarak ülkenin kuzey doğusunda Şiiler için kutsal kabul edilen Meşhed şehrinde ortaya çıkan ve daha çok Hasan Ruhani hükümetinin ve kötü ekonomik şartların protesto edildiği gösteriler çok kısa sürede mahiyet değiştirerek doğrudan rejim karşıtı sloganların atıldığı yaygın protestolara çevrildi.

Olayların muhafazakârların etkin olduğu Meşhed şehrinde başlaması, Ruhani hükümetine muhalefetiyle bilinen ve aynı zamanda geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine rakip olan İbrahim Reisi’nin yönetimindeki Astan-ı Kuds-ı Rezevi adlı devasa mali kaynaklara da sahip bulunan vakıfla irtibatlı kişilerin ve özellikle de Reisi’nin kayınpederi ve şehrin Cuma İmamı olan Ayetullah Alemul Huda’nın gösterilerin arkasındaki isim olduğu yorumlarına neden olmuştu. Bu nedenle olayların başlamasından hemen sonra bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri isim vermeden muhafazakârları suçlamış, İran Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani’nin de Alemul Huda ile tartıştığı ve yaşlı din adamını tehdit ettiği öne sürülmüştü. Yine son olarak olayların başlamasıyla ilgili olarak suçlanan muhafazakâr isimler arasında eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın da bulunduğunu kaydetmekte fayda var.

Gösterilerin fitilini kimin ateşlediği şu an için çok net olmasa da aslında İran sokak gösterilerine ve kitlesel protestolara yabancı bir ülke değil. Ülke son yarım yüzyılda geleneksel olarak Şiiliğe ait toplantı ve gösteri ritüellerinden etkilenmiş olması muhtemel olan çok sayıda kitlesel gösteriye şahitlik etmiştir ki bunların en önemlisi şüphesiz 1979 İslam Devrimine giden süreçte düzenlenen milyonların katıldığı gösterilerdir. Yakın döneme gelindiğinde de Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin ilk döneminde Tahran eksenli meydana gelen 1999 Öğrenci Olayları ya da bundan on yıl sonra çok daha geniş kapsamlı olan ve Yeşil Hareket olarak adlandırılan 2009’daki protesto gösterileri söz konusu geleneğin ülkede hâlâ sürdüğünü ve kitlelerin haklarını aramak için kolaylıkla sokağa dökülebildiğini göstermektedir.

Olayların temeline inildiğinde İranlıların mevcut şartlar altında da bu tarz gösteriler düzenlemesi için yeterince neden olduğu görülmektedir. Kötü yönetim ve yapısal sorunlardan mustarip ekonomi, rüşvet ve yolsuzluklar gibi artık örtülmesi mümkün olmayan kronik sorunlar, Hasan Ruhani’nin ikinci dönem seçim kampanyasında vaat ettiği birçok sözünü yerine getirmemesi ya da getirememesi, bunun yanı sıra Trump yönetiminin İran’ın büyük umutlar bağladığı ekonomik anlaşmayı pratikte etkisiz hale getirmesinden duyulan hayal kırıklığı, ABD yönetiminin Nükleer Anlaşmayı ve Balistik Füze sorununu öne sürerek Tahran’a yeni yaptırımlar uygulamak için gün sayması gibi faktörler ekonomik ve politik koşulların sıradan halk kitleleri için ne derece ağırlaştığını gözler önüne koyuyor. Bunlara olarak son aylarda peş peşe iflaslarını açıklayan kredi kurumlarının yarattığı toplumsal mağduriyet ile Meclis’in benzin fiyatlarına %50 zam yapılmasını onaylayan kararı da İran ekonomisindeki kırılganlığı iyice artırmış durumda.

Bunun yanı sıra İranlıların gündelik hayatla ilgili tek sıkıntıları ekonomik kaynaklı değil. 2009 yılında yaşanan tartışmalı seçimlerden sonra ülkede reformcu siyaset büyük ölçüde tasfiye edilmiş durumda ve Yeşil Hareket Liderleri eski Başbakan Mir Hüseyin Musevi ve eski Meclis Başkanı Mehdi Kerrubi’nin ev hapsi sürüyor. Dolayısıyla söz konusu liderlerin yokluğunu doldurmaya çalışan ve bu sosyolojik tabana hitap eden Hasan Ruhani’nin aleyhindeki sloganlar aslında halkın anayasal sınırlar içinde taleplerini dile getirme konusunda ümitsizliğe düştüğünü gösteriyor olabilir. Ek olarak eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile Yargı Başkanı Sadık Laricani ve kardeşi Meclis Başkanı Ali Laricani arasında Devrim Rehberi Ali Hamenei’nin müdahalesine rağmen bitmeyen tartışma, Ahmedinejad’ın eski yardımcılarının tutuklanması gibi gelişmeler iç politikadaki sıkıntıları gözler önüne koyuyor. Nitekim Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi’nin isim vermeden şu ana kadar 20’den fazla kişinin hayatını kaybettiği olaylarla ilgili Ahmedinejad’ı suçlaması ve gösterileri başlattığının kesinleşmesi halinde kendisine karşı gereğinin yapılacağını açıklaması protestolar bastırılsa bile İran iç politikasının kolayca durulmayacağını gösteriyor.

İç politikadaki belirsizlik ve çekişmelerin gösterileri ne kadar tetiklediği şu an itibariyle tam olarak bilinemese de protestoların dikkat çeken diğer bir yönünü de dış politikaya ilişkin sloganlar oluşturuyor. İran halkının büyük bir bölümü ülkenin karşı karşıya bulunduğu ve yukarıda kısaca işaret edilen kötü ekonomik şartlarda maceracı ve müdahaleci dış politika hamlelerinin de payı olduğunu düşünüyor. Nitekim 2009 yılında da sıklıkla dillendirilen Ne Gazze ne Lübnan canım feda İran’a sloganları halkın bu tür politikaların maliyetine daha fazla katlanmak istemediğini gösteriyor. Benzer şekilde Suriye’yi bırak bizim durumumuza çare bul sloganları da İran devletinin tüm propaganda faaliyetlerine rağmen iç kamuoyunun, İran’ın Suriye’deki yoğun müdahalesine ve bunun getirdiği mali yüke olan itirazını gösteriyor.

Bununla birlikte şüphesiz gösterilerin en dikkat çekici sloganları Rıza Şah lehine atılan sloganlar ya da doğrudan İslam Devrimi ve Hamenei’yi hedef alan sloganlar olmuştur. İran’ın mevcut sosyal ve politik konjonktüründe her ne kadar İranlıların önemli bir kısmının yönetime dair temel itirazları ve eleştirileri olsa bile bu eleştiriler yoğunlukla daha demokratik, müreffeh ve liberal bir İran doğrultusundadır. Dolayısıyla İran toplumunun genelinde görülen Şah zamanında işlerin daha iyi gittiğine dair genel kanaatin bu sloganların şekillenmesinde etkin olduğunu düşünmek zordur. Öte yandan Devrimi hedef alan ya da Hamenei’yi istifaya davet eden sloganların bu tür gösterilerde sıklıkla dile getirilmesi şaşırtıcı olmamıştır.

Olaylar ilk başladığı andan itibaren ülkedeki son büyük gösteriler olan ve bazı açılardan Arap Baharının öncüsü olarak kabul edilen 2009 olaylarıyla karşılaştırılmıştır. Ancak kısa süre içinde iki toplumsal olay arasında ciddi farklılar olduğu anlaşılmıştır. Öncelikle Tahran merkezli Yeşil Hareketin aksine bu gösteriler daha çok küçük şehirlerde etkili oluyor ve yine Yeşil Hareketin aksine son gösterilerde belirli bir liderlik göze çarpmıyor ve hedefleri konusunda da muğlaklık bulunuyor. Yurt dışında yaşayan İran’ın ilk Cumhurbaşkanı Ebulhasan Benisadr ya da Nobel ödüllü insan hakları hukukçusu Şirin İbadi gibi isimlerin ya da Halkın Mücahitleri Örgütü Lideri Meryem Recevi’nin gösterilere verdiği destek açıksa da bu isimlerin İran içindeki etki alanlarının sınırlı olduğu düşünüldüğünde hareketin liderliğini üstlenmeleri ya da İran’ın genelini harekete geçirebilmeleri mümkün görünmemektedir.

10 günden fazla süren protestoların öne çıkan en etkin mecrası uzun zamandır İran içinden ve çoğunlukla devlet kurumlarından sızdırdığı gizli bilgi ve belgeleri yayımlayan genç gazeteci Ruhullah Zem yönetimindeki Amadnews adlı bir websitesi ve Telegram kanalı olmuştur. Gösterilerin üçüncü gününde Telegram şirketi tarafından terör ve şiddet çağrısı yaptığı gerekçesiyle kapatılan kanal yeni bir isimle faaliyet geçmiş ve üç gün içinde eski takipçi sayısını aşarak milyonu aşkın kişiye ulaşmayı başarmıştır. Bu mecradan yapılan silahlanma ve güvenlik güçlerine karşı silahla karşılık verilme çağrıları birçok kesimde tepkiyle karşılanmış, barışçıl gösterilerin silahlı çatışmaya ve kanlı bir kaosa dönüşebileceği endişesini doğurmuştur.

Beklentilerin aksine büyük halk kitlelerinin gösterilere katılmadaki isteksizliği, özellikle büyük şehirler ya da güçlü azınlık hareketlerinin bulunduğu Tebriz gibi şehirlerin sakinliği birçok gözlemciyi şaşırtmıştır. Nitekim Devrim Muhafızları gösterilerin tamamen bitirildiğini ilan etmiştir. Her ne kadar bu yaklaşım aceleci ve abartılı olsa da sokaklardaki gösterici sayısında ciddi bir azalma içinde olduğu gerçektir. Bunda yukarıda sayılan faktörlerin etkisi olabileceği gibi Tahran’daki geleneksel siyasi aktörlerin desteklemediği, belli bir liderliğin olmadığı bu hareketin daha ilk gününden itibaren İran’a karşı tutumları belli olan ABD ve İsrail yönetimlerinin göstericilere destek açıklaması da etkili olabilir. Özellikle 3 Ocak Çarşamba günü Donald Trump’ın ‘uygun zaman geldiğinde göstericilere çok büyük destek vereceğiz’ açıklaması, aynı gün yardımcısı Mike Pence’in İran ile ilgili konuşmasında ‘bu sefer 2009 olaylarındaki gibi sessiz kalmayacağız” şeklindeki sözleri Washington’un BM temsilcisi Halley’in ‘İran dünyada barışa en çok ihtiyaç duyan ülkedir” ifadesiyle birleştirildiğinde İran krizinin farklı bir evreye dönüşmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İran’ın istikrarına vurguda bulunan Rusya, Çin ve Türkiye’nin resmî açıklamalarından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bu hususa dikkat çekmiş ve “İsrail, Arabistan ve Amerika’nın İran hakkındaki tavırları yeni bir savaşa yol açabilir” demiştir. Bu durum şu an için zayıf bir ihtimal olarak görünmekle birlikte bunun tüm bölgeyi ateşe atacak en kötü senaryo olduğu söylenebilir.