İran’daki Koronavirüs Salgını Yaptırımların Baskısını Hafifletebilecek mi?

İran’daki Koronavirüs Salgını Yaptırımların Baskısını Hafifletebilecek mi?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Bütün dünyayı derinden sarsan koronavirüs salgını İran’da deyim yerindeyse kontrolden çıktı ve İran, salgının Orta Doğu’da merkez üssü oldu. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının resmî verilerine göre 41.495 kişi hastalığa yakalandı, 2.757 kişi virüs sebebiyle yaşamını yitirdi ve 13.911 kişi ise sağlığına kavuştu. İran, tanı testi uygulananların günlük sayısını ve toplam sayılarını açıklamıyor. Ayrıca gündelik ortalama 100 ölüm, 1.000 enfekte şeklindeki yükseliş seyri iki haftadan fazladır devam ediyor. Bu günlerde İran dışındaki muhalif Farsça medya, yerel kaynaklarla/yetkililerin açıkladığı rakamlarla Sağlık Bakanlığının verilerinin birbirini tutmadığını ileri sürse de resmin netleşmesi için biraz daha beklemek gerekecek. Ancak spor salonları ve fuar alanları gibi geniş mekânların hastaneye çevrilmesine bakılırsa İran’da salgın henüz “peak noktasına” ulaşmadan hastaneler ihtiyaca devam veremez duruma geldi. Dahası Nevruz Bayramı tatili dönüşlerinin başladığı şu sıralar, ülkenin dört bir tarafına dağılan tatilcilerin başkent Tahran’a dönmesiyle birlikte salgında yeni bir dalga yaşanması işten bile değil.

Yaptırımların Zorlaştırdığı Mücadele

İran’daki salgının önünün alınamamasının ihmalden koordinasyon eksikliğine değin doğrudan yönetimi ilgilendiren birçok sebebi var. Fakat yaptırımların vurduğu sağlık sektörünü göz ardı etmemek lazım. Özellikle tıbbı cihaz, ekipman ve ilaç tedarikinde Tahran yönetiminin işinin zor olduğu kesin. Her ne kadar ilaç sektörü yaptırım kapsamında olmasa da İran’la gerçekleşen ticari işlemden tahakkuk eden paranın aktarımı sorun teşkil ettiğinden kimse bu ülkeyle ticarete yanaşmıyor. Bunun içindir ki İranlı yetkililerin “ekonomik ve tıbbi terörizm” olarak tavsif ettiği yaptırımların, İran’da giderek insani bir kriz hâlini almaya başlayan salgınla mücadelede İran’ın mukavemetini sınırlandırdığını söylemek mümkün. İranlı devlet adamları da salgının önünü almada yaptırımların kendilerine engel olduğunda hemfikir. Gerçi bazı çevreler, İran’ın süreci kötü yönettiği için ortaya çıkan zararı, yaptırımlara bağlamaya çalıştığını ileri sürse de yaptırımların İran sağlık sektörünü etkilemediğini düşünmek doğru olmaz.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’den Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’e, İran’ın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinden büyükelçilerine değin birçok yetkili, yaptırımların salgını kontrol altına almayı zorlaştırdığını dile getirdi ve hâlâ da bu düşünceyi dillendiriyor. Bu hassas günlerde, yaptırımların devamında ısrarcı olmanın gayriahlaki ve gayrikanuni olduğunu ileri süren Tahran yönetimi, yaptırımlar kaldırılmasa bile şiddetinin azaltılması için diplomasi trafiği yürütüyor. Zaten salgının tek başına yaptırımları kaldırmada yeterli olamayacağı bilindiğinden asıl amaç, krizi yönetebilmek adına kaynak ve zaman elde edebilmek. Çünkü salgın günden güne daha da ağırlaştığından zaman İran’ın aleyhine işliyor. İran’ın ilk etapta; Merkez Bankası Başkanı Abdunnasır Himmeti’nin de belirttiği üzere bloke edilen varlıklarının bir kısmına erişim sağlanması, yaptırımların dolaylı olarak vurduğu tıp ve ilaç sektörünün tamamen güvence altına alınması, yasaklılar listesinde bazı özel ve tüzel kişilerin listeden çıkarılması ve Özel Amaçlı Ticaret Mekanizması’nın (INSTEX) aktif bir şekilde kullanılması gibi somut beklentileri var.

Buna mukabil Beyaz Saray, bir nevi devletle halkı birbirinden ayırmak suretiyle İran toplumuna salgınla mücadele şartlı da olsa yardıma hazır olduğunu açıklamıştı. Kuşkusuz bu açıklamanın, samimiyetten uzak bir siyasi hamle olmanın ötesinde bir anlamı yok. İki yıldır İran ekonomisini felç eden yaptırımlar olmasaydı bu adım bir iyi niyet göstergesi olarak okunabilirdi. Washington yönetimi İran hükûmetinin zorda kaldığı durumlarda İran toplumuna sık sık mesaj yollasa da söz konusu mesajlar halk tarafından ciddiye alınmıyor. Tahran ise Amerika’nın yardımının kabul edilmeyeceğini çok geçmeden deklare etti. Nitekim İran Dışişleri Bakanlığının yürüttüğü diplomasiyle yardım peşinde olmadığı anlaşılıyor. Zaten aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülke ve uluslararası kuruluş İran’a yardım gönderiyor. Amerika’dan gelecek tek seferlik yardımın İran açısından pek bir önemi bulunmuyor ve hâlihazırda bu virüs meselesi, İran’la Amerika arasında bir tartışma konusuna dönüştü.

Koronavirüs, Yaptırımları Devre Dışı Bırakmaya Yarar mı?

İran geçtiğimiz günlerde Uluslararası Para Fonuna (IMF) 5 milyar dolarlık kredi talebinde bulunmuştu. Yaptırımların hafiflemesine yönelik geliştirdiği söylem ve diplomasi atağı da düşünüldüğünde İran’ın ekonomik darboğazı artık kaldıramadığı söylenebilir. Petrol fiyatlarında yaşanan astronomik düşüş de İran’ı doğrudan vurdu. Yaptırımlar nedeniyle petrolüne alıcı bulamayan İran, bilindiği üzere çeşitli yollarla petrolünü piyasanın altındaki bir fiyata satmaya çalışmaktaydı. Brent petrolünün varil fiyatının 25 dolara kadar inmesi, İran’ın cazibesini iyice ortadan kaldırdı. İran’ın petrolüne alıcı bulması için satış fiyatını daha da aşağı çekmesi gerekiyor ancak fiyatlar zaten dibi gördüğünden İran’ın hareket kabiliyeti sınırlandı. Dolayısıyla varil başı birkaç dolarlık avantaj için yeni konjonktürde kimsenin kendini İran’dan petrol alarak riske atmayacağı düşünülebilir. Durum zaten iki yıldır rezervlerini harcayan İran açısından daha da endişe verici bir hâl aldığından yaptırımlardan bir an önce kurtulmak İran’ın tek çıkış kapısı olarak düşünülebilir. Başta Çin olmak üzere bazı ülkelerden de destek bulan bu son diplomasi atağı düşük bir ihtimal olmakla birlikte başarıya ulaşırsa belki İran’a nefes aldırabilir ancak son kertede belirleyici olan Amerika’nın tutumudur. Salgın İran’ı sıkıştırmaya başlamışken Amerika Hazine Bakanlığının, Irak ve İran’daki 20 kadar şirket ve şahsı yaptırım kapsamına alması Amerika’nın bu konuda tutumunun zor değişeceğine işarettir.

Koronavirüs salgını, İran’a yaptırımları hafifletecek insani ve haklı bir gerekçe vermişse de İran, uluslararası kamuoyunda süreci iyi yönetememek ve şeffaf davranmamakla suçlanıyor. Buna rağmen salgınla küresel mücadele için yaptırımların geçici de olsa askıya alınması gerektiğini söyleyenler de yok değil. Ne var ki İran’la Amerika arasındaki güven ve samimiyet sorunu aşılmadıkça yaptırımların hafiflemesini beklemek gerçekçi görünmüyor. Amerikan tarafı, İran’daki salgının en önemli sorumlusunun kendi vatandaşlarının hayatını önemsemeyen “rejim” olduğunu iddia ederken İran tarafı ise Amerika’yı bu meselede yalnızlaştırarak üçüncü ülkeleri yaptırımları delme konusunda cesaretlendirmeye çalışıyor. Ancak şu aşamada kimse, Amerika’dan açık bir yumuşama veya yeşil ışık gelmeden yaptırımları delmeye niyetli değil. Salgın’ın önüne geçebilen Çin dışında konuyu yüksek sesle dillendiren muhatap henüz görülmüyor zira yaptırımlara prensip olarak karşı çıkan İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler de salgınla boğuşurken İran meselesiyle ilgilenecek durumda değil. Salgının büyümesi ve bir insanlık dramına dönüşmesi durumunda, geçici bir esneme beklenebilir ancak Trump yönetiminin İran’a uyguladığı baskı politikasındaki en önemli caydırıcı enstrüman olan yaptırımların kaldırılması insani ve etik olsa da Amerika açısından mantıklı olmaz. Aksine İran’ın salgın sebebiyle iyice zayıflamasını bekleyebilir. Bunun yanı sıra Amerika, İran’a gerek iç politika gerekse de dış politikada kullanabileceği böyle bir kazanımı kolayca vermek istemez. Hele bir de Amerika ve İran’ın şu ara Irak’ta adeta bilek güreşine tutuştuğu dikkate alındığında İran’ın diplomatik hamleleri sonuçsuz kalabilir.

Sonuç

İran’daki salgının kapsamı genişledikçe Amerika’nın İran’a karşı uyguladığı maksimum baskı stratejisine muhalefetin artacağında şüphe yok. Ancak bu muhalefetin tam da seçim arifesinde Amerika Başkanı Trump’ın tutumunu değiştirmeye yetip yetmeyeceği belirsiz. Bu yüzden en azından kısa vadede İran, yaptırımlara rağmen salgınla baş etmek durumunda kalacak. Şu aşamadan sonra kriz yönetiminde de ipleri ele alması zor görünüyor. Öte yandan salgın, İran açısından özellikle Nükleer Anlaşma’nın Avrupalı muhataplarının samimiyet ve insanlık sınavı vereceği bir sürece dönüştü. Salgının ağırlaşması durumunda kimlerin Amerika’ya karşı sesini daha gür çıkarabileceğini bekleyip göreceğiz.