İran’ın ‘Dişe Diş’ Yaklaşımı Sonuç Vermiyor

İran’ın ‘Dişe Diş’ Yaklaşımı Sonuç Vermiyor
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

ABD ile İran arasında farklı alanlarda süren gerilim tırmanmaya devam ediyor ve mevcut manzaraya bakılırsa ufukta İran’ı daha çetin bir süreç bekliyor. Son olarak 31 Temmuz Çarşamba İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD’nin Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (AFOC) tarafından Özel Olarak Belirlenmiş Vatandaşlar ve Engellenen Kişiler Listesi’ne (SDN List) eklenerek yaptırım kapsamına alındı. Her ne kadar henüz bu yaptırımın mahiyeti belli değilse de İran’ın uluslararası alandaki en önemli sözcüsü olan Zarif’in “doğrudan ya da dolaylı şekilde İran Devrim Rehberi Ali Hameney için ya da onun namına iş yaptığı ya da yapar göründüğü” gerekçesiyle bu listeye alınması önemli bir gelişme. İki ülke arasındaki bu ayan beyan gerilime rağmen, ABD Başkanı Trump’ın İran konusundaki nihai hedefi ve gerilimdeki tırmanışın hangi noktaya varacağı hala belirsiz. Gidişatın açıklığa kavuşması ise özellikle İran’ın tavrına bağlı. İran bir süredir ABD ve Avrupa’dan gelen hamleler karşısında “dişe diş” yaklaşımını sergileyerek tanker krizinde olduğu gibi misliyle mukabelede ısrar etse ya da ABD İHA’sını düşürmesinde olduğu gibi baskılar neticesinde taviz vermeyeceğini göstermeye çalışsa da süreçten en çok zarar gören ülke konumunda. Peki, eldeki emareler krizin takip edeceği olası seyre dair neler söylüyor?

Acul Amerika, aheste İran

İranlıların diplomasi alanındaki maharetleri ve yetişmiş İranlı diplomatların müzakere yetenekleri çokça dile getirilir. Nitekim İranlı meslektaşlarıyla müzakere yürütmüş yabancı diplomatların anılarına göz atıldığında onları genelde “ağırdan alan ve ihtiyatlı” şeklinde tanımladıkları ve zaman zaman bu tavrın işleri zorlaştıran boyutlara vardığından yakındıkları görülür. 2015 tarihli nükleer anlaşmayı getiren gizli müzakerelerde ülkesini temsilen İranlı yetkililerle müzakere masasına oturan ve Trump’ın İran politikasını “tarihten kopuk” olmakla eleştiren deneyimli ABD’li diplomat William J. Burns da Mart 2019’da neşrettiği “Arka Kapı: Bir Amerikan Diplomasisi Anısı ve Onu Yenilemek için bir Örnek” adlı kitabının “İran ve Bomba: Gizli Görüşmeler” başlıklı bölümünde bu noktaya işaret eder. Burns, 2009 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a ilettiği bir notta: “İran’la başa çıkmak muazzam bir sabır, azim ve kararlılık gerektirecek” diye yazdığını aktarır. Nitekim Trump da geçtiğimiz günlerde Twitter hesabından paylaştığı mesajda “Unutmayın, İranlılar hiçbir savaşı kazanamamış ama hiçbir müzakereyi de kaybetmemişlerdir” yazarak bu diplomatik hünere gönderme yapmıştır. Ayrıca, ABD’nin üst üste aldığı yeni yaptırım kararlarını aceleciliklerine veren İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Zarif hakkındaki son yaptırım kararını da “çocukça” bulduğunu belirterek Amerikan aceleciliğine dikkat çekmiştir. Gerçekten de Trump yönetiminin İran’ın konuyu sürece yaymasına imkân tanımamak için sürekli el yükselttiği görülüyor. Trump’ın mesajı açık: İran boşuna 2020’de ABD başkanlık seçimlerini beklemesin!

Körfez’de daralan çember

İran açısından ise ABD Mayıs 2018’de nükleer anlaşmadan çekilince krizin çözümünü zamana yaymak başlangıçta en makul seçenek gibi duruyordu. Zira bu sayede ufukta Trump’ın 2020’de yeniden seçilmemesi ya da anlaşmanın diğer taraflarının İran lehine etkin adımlar atması gibi olasılıklar İran’ın önüne yeni seçenekler çıkarabilecekti. Fakat süreç İran’ın beklediği gibi işlemedi. ABD, anlaşmadan çekilme kararı sonrası hızla İran’ı sıkıştırmaya başladı ve yirmi yıldan fazla bir süredir İran’a karşı edindiği “akıllı yaptırım” stratejisinin sağladığı imkânlarla bu bağlamda kendi hesabına önemli başarılar elde etti. Dahası bu süreçte İran, diğer Batılı muhataplarından beklediği desteği de bulamadı. Nitekim İran ile Avrupa arasında belirli kalemlerde ticari ilişkileri sürdürmek amacıyla kısa zaman önce devreye sokulan INSTEX mekanizması İranlıları tatmin etmedi. Bunun sonucu olarak İran, Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı kartını kullanarak burada bir sıkıştırmaya müsamaha göstermeyeceğinin işaretlerini verdi ve nisan ayından itibaren Basra Körfezi-Hürmüz Boğazı-Umman Denizi hattında yaşanan tanker gerilimi son olarak, 4 Temmuz’da bir petrol tankeri İngilizler tarafından Cebelitarık’ta alıkonan İran’ın 19 Temmuz’da Hürmüz Boğazı’nda bir İngiliz tankerini limanına çekmesiyle tırmandı. 28 Temmuz Pazar günü İranlı yetkililerin nükleer anlaşmanın mevcut taraflarıyla Viyana’da yaptığı görüşmeler tansiyonu düşürmüş gibi görünse de sorun hala varlığını koruyor. Bu görüşmelerin İran açısından esas hedefi ise Avrupa aracılığıyla ABD’nin uyguladığı baskıda fren yapmasını ve daha fazla yaptırım kararı almamasını sağlamaktır.

İran’da Ruhani hükümeti, yaptırımların kaldırılması ve muhatabının nükleer anlaşmaya tekrar dönmesi koşuluyla ABD ile müzakereye açık oldukları yönünde bir süredir mesajlar veriyor. İran’ın esas önceliğinin ise ilk aşamada ABD’yi anlaşmaya geri getirmekten çok yeni yaptırımların önüne geçmek olduğu aşikâr. Hâlihazırda devrede olan yaptırımların yekten kaldırılması söz konusu değilse de müzakere masasının kurulması durumunda bu alanda uygulamada fiilen yumuşamaya gidilmesi de İran’ın bir diğer beklentisi. ABD yaptırmalarının İran’ı en fazla vurduğu alan petrol ihracatı. İran olağan koşullarda günlük takriben 2.5 milyon varil petrol satarken hâlihazırda bu rakam 500 binin de altına düşmüş durumda ve yoğun ABD kontrolü altında bu kadar ihracat bile zorluklarla yapılabiliyor. Dolayısıyla İran, piyasasının döviz ihtiyacını rezervlerini eriterek karşılıyor yani keseden yiyor. Fakat kuşkusuz bunun da bir sınırı var. ABD’nin muğlak yaptırım kararları İran’la iş yapacak kayda değer bütün paydaşları hatta Çin gibi prensipte yaptırımlara karşı olan ülkeleri dahi ürkütmüş durumda. Öyle ki bu ülke Haziran 2019’da İran’dan günlük 208 bin varil civarında petrol alarak bu alandaki ithalatını geçen senenin aynı ayına göre yüzde 60 oranından azaltmıştır. Bu meyanda önemli bir nokta da mayıs ayından itibaren İran’dan yapıldığı kadarıyla petrol ithalatının Çin’in devlet şirketleri kanalıyla değil özel şirketlerce gerçekleştiriliyor olmasıdır. Dahası Mike Pompeo, İran’dan petrol ithal ettiği gerekçesiyle Çin’in Zhuhai Zhenrong şirketine ceza kesileceğini açıklayarak bunun da önüne geçileceği mesajını verdi.

Bütün bunlar yaşanırken, ABD Hazine Bakanlığı da yaptırımların hedefine ulaşması için sürekli yeni güncellemeler yapmak suretiyle İran’la iş yapan kişi ya da kurumları daha fazla tedirgin ediyor. Tam da bu noktada Hürmüz Boğazı’nın güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmaya çalışan ittifak İran’ın büyük tepkisini çekti. Bölgeden geçecek ticari gemilerin ve tankerlerin korunmasına yönelik bu girişim, İngiltere’nin öncülüğünde başladı ve kısa sürede Avrupa’dan ve İngilizlerle hemfikir olanlar çıktı. Beklendiği üzere Rusya ise bu girişime mesafeli durdu ve açıkladığı “Basra Körfezi için Ortak Güvenlik Konsepti” metniyle konunun daha katılımcı ve gerginliği tırmandırmayacak surette ele alınması yönünde tavır aldı.

Diğer yandan ABD, 16 yıl sonra Suudi Arabistan’a “İran tehdidine” karşı 500 asker gönderme kararı alarak gerilimi daha da tırmandırdı. Bu kararın özellikle Suudilerin Körfez’de olası bir çatışma durumunda İran’ın hedefi olma kaygısını gidermeye dönük olduğu söylenebilir. ABD Dışişleri Bakanı Mark Pompeo selefi Tillerson’dan görevi devralmasının ardından yaptığı bir açıklamada ABD Dışişleri Bakanlığına eski “kabadayılığını” geri kazandıracağını söylemişti. ABD’nin İran meselesini bu anlamda bir ibret-i âleme çevirerek caydırıcılık gücünü sergilemek istediği anlaşılıyor. Bazı Körfez ülkelerinin son dönemdeki yaklaşımları da bunu teyit ediyor. Ancak son dönemlerde Birleşik Arap Emirlikleri’nde bazı emirlerin doğrudan İran’ın gadrine uğramaktan çekindiği ve bu bağlamda daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergilemenin gerekli olduğuna dair Veliaht Prens Muhammed bin Zayid’de serzenişte bulunduğu yönünde haberler yayımlandı. Körfez’de bir çatışma çıkması durumunda bölge ülkelerinin muhkem bir hava savunma sisteminin bulunmadığı ve özellikle Suudilerin bu zaafı gidermek amacıyla son dönemlerde girişimlerde bulunduğu biliniyor. Dolayısıyla, bu koşullar altında söz konusu ülkelerin bir çatışma istemeyeceği ya da bu çatışmanın içinde olmaktan imtina edeceği açık. Çatışma istemeyen bir diğer ülke de kuşkusuz İran. İran her ne kadar belirli hamleleriyle güçlü durduğunu göstermeye çalışsa da çıkacak bir çatışmanın hiçbir kazananının olmayacağını hem de son derece tahripkâr olacağını tartabilecek bir deneyime sahip. Bu deneyim özellikle sekiz yıllık İran-Irak Savaşı’na dayanıyor. Bu nedenle ABD, son seçenek olmadıkça doğrudan İran’a saldırmayacak ve ya İran’ın masaya oturmasını ya da ekonomik ve siyasal anlamda yara alarak ülke içinde büyük toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalmasını ve bu sorunların İran İslam Cumhuriyeti yöneticilerinin belini bükmesini bekleyecektir. Trump hükümeti bu durumun uzun sürmeyeceğini öngörüyor.

Türkiye’nin konumu

İran ve Körfez etrafında yaşanan krizi yakından takip eden ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye, ABD’nin İran aleyhtarı politikalarını ilke bazında sorunlu bulsa da hâlihazırda bu ülkeyle S-400 ve F-35 gibi konularda sorun yaşadığı için uygulamada yaptırımlara uyuyor ki İran’dan petrol ithalatının durdurulması bu durumun an açık kanıtı. Kaldı ki aksi bir yaklaşım Türkiye’nin milli menfaatleri açısından zararlı olacaktır. Ancak Türkiye, İran’ın sürekli olarak köşeye sıkıştırılmasını da Körfez ve bölge güvenliği açısından riskli buluyor. Bu nedenle Türkiye, başta İran gelmek üzere Rusya, Avrupa ülkeleri ve hatta Suudi Arabistan’la görüşerek gerilimin tırmanmaması için çaba harcıyor. Bir anlamda Türkiye, ABD ile yeni bir kriz kalemi açmamaya uğraşırken diğer yandan da ABD’nin İran’ı sorumsuzca sıkıştırmasını kolaylaştıracak adımlar atmaktan da uzak duruyor.

Mağdur imajı

Yazının başında mevcut gerilimin takip edeceği seyrin İran’ın tavrına bağlı olduğunu belirtmiştim. ABD ve İsrail ile gerilim yaşadığı dönemde İran’ın “mağdur” imajını çokça kullandığı bilinmektedir ki dönem dönem, şimdi olduğu gibi, İran’ın bu konuda haklı olduğu ortada. Ancak, esasen bölgede İran’ı yalnızlığa iten süreç ABD baskısından ibaret değil. İran Ortadoğu’da hâlihazırda elinde bulundurduğu güç alanlarında derinleşmeyi ya da cari krizlerin çözümüne etkin katkıda bulunarak hasımlarının sayısını azaltmayı seçebilir. İran’ın “dişe diş” yaklaşımının sonuç vermediği ortada ve sürekli kriz alanlarından güç devşirmeye çalışmanın yıkıcı sonuçlarına dair Ortadoğu’nun yakın geçmişinde vahim örnekler bulunuyor. Dolayısıyla, Ortadoğu’daki krizler son derece geçişken bir mahiyet arz ediyor ve sorunların çözülmemesi mevcut krizleri derinleştirebileceği gibi bunlara yenilerini ekleme riski de barındırıyor. Zarif, 22 Temmuz’da New York Times’a verdiği bir röportajda o günlerde kendisine yaptırım uygulanacağı söylentisi bulunduğunun hatırlatılması ve bunu nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine kendisinin ya da herhangi bir aile ferdinin İran dışında bir mülk ya da banka hesabının bulunmadığını yani yaptırımlar nedeniyle şahsen bir sorun yaşamayacağını belirtmişti. Zarif ayrıca artık yasal bir hal almış olan bu yaptırımın kendisinin uluslararası toplumla iletişim kurma imkânını kısıtlayacağını söylemiş, ABD’nin bu kararının yegâne amacının da bu olacağını savunmuştu. Zarif’in şu sözlerine katılmamak ise imkânsız: “Bu durumun kimsenin işine yarayacağını düşünmüyorum. Şurası kesin ki böyle bir karar Washington’ın bilgiye dayalı karar alma olasılığını da azaltacaktır.” Türkiye gibi ülkelerin mutedil tutumu tam da bu makul diplomatik hatların hızla kesildiği dönemlerde büyük önem arz ediyor. Krizin önü alınamaz bir noktaya tırmanması ise belirli çıkar grupları dışında kimsenin işine yaramayacaktır.

Bu makale ile olarak Star Açık Görüş'te 4.8.2019 tarihinde yayımlanmıştır.

https://www.star.com.tr/acik-gorus/iranin-dise-dis-yaklasimi-sonuc-vermiyor-haber-1471704/