İran’ın İdlib Müdahalesi Ne Anlama Geliyor?

İran’ın İdlib Müdahalesi Ne Anlama Geliyor?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

The Telegraph gazetesi ocak ayında İdlib çatışmalarındaki konuşmalardan sızan bilgilere dayanarak İran destekli 400-800 milisin bölgede bulunduğunu aktarmıştı. Bu milislerden en az 22’sinin TSK’nin Serakip ve Halep’in batı hattında yaptığı füze ve drone saldırılarında öldürüldü. Bu saldırılara kadar İran hiçbir zaman Türkiye ile askerî bir karşılaşmaya bu denli yaklaşmamıştı.

Esed rejiminin son ilerlemesinden önce ABD saldırısında Kasım Süleymani’yi kaybeden İran, bu olaydan sonra Suriye’deki etkinliğinde herhangi bir zafiyete uğramadığını göstermek için İdlib’deki çatışmaları önemli bir fırsat olarak değerlendirmişti. Buna ilaveten daha fazla risk alarak Soçi Mutabakatı’ndaki diğer ortaklarından (Rusya ve Türkiye) bağımsız hareket etmeye çalışmıştı.

İdlib krizinin tırmanmasından önce İsrail saldırıları karşısında sessiz kalan ve Suriye’deki askerî varlığı konusunda açıkça konuşmaktan geri duran İran, 1 Mart Pazar günü dikkat çeken bir gelişmeye imza attı. İran bu tarihte Suriye’nin kuzeyinde bulunduğu ifade edilen “Askerî Danışmanlık Merkezi” vasıtasıyla bir bildiri yayımladı. On maddeden oluşan bu bildiride Türk ordusunun İdlib’de “direniş ekseni” mevzilerini hedef almasına tepki gösterilerek Ankara’dan “akıllıca” davranması talep edildi. O güne kadar namı duyulmamış bu Merkez, söz konusu bildiride daha da ileri giderek TSK üslerinin namlunun ucunda olduğunu ifade etti ve buna rağmen Astana Mutabakatı çerçevesinde ve üst komutanlarının direktifleri doğrultusunda saldırmaktan geri durduklarını vurguladı.

Suriye’de dokuz yıl süren savaş boyunca İran’a bağlı ve Türkiye destekli güçler daha önce de askerî bir karşılaşma eşiğine gelmiş olsalar da bu kez İran ilk defa Esed rejimini desteklemek amacıyla kendine bağlı güçlerin Halep’in batısında bulunduğunu açıkça ifade etti.

Askerî Varlığı Sürdürme Çabası

İran’ın vekalet savaşları doktrininin mimarı olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra Tahran’daki yöneticilerin ağır zayiat verme pahasına da olsa daha riskli ve aktif olarak İdlib’deki müdahalelerini sürdürme çabasında olduğu anlaşılıyor. Tahran yönetimi bu vesileyle Astana ve Soçi mutabakatlarında diğer iki paydaşla beraber İran’ın da etkili bir aktör olduğunu göstermeye çalışmaktadır. İran ayrıca direniş ekseninin başarısız olduğu veya zafiyete uğradığı algısının oluşmasını da engellemeyi amaçlamaktadır. Tüm bunlara rağmen İran’ın Suriye’de “stratejik derinliğini” genişletme çabasının şu nedenlerden dolayı kesinlikle zarar gördüğü ifade edilebilir: 1. Trump’ın Nükleer Anlaşma’dan çekilmesinin ardından ABD’nin uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar; 2. Rusya’nın Suriye’de DMO Kudüs Gücü’ne bağlı bazı grupları zayıflatma veya devre dışı bırakma yönündeki çabaları ve bununla beraber bu ülkedeki ekonomik olarak değerli olan projeleri kendi tekeline geçirmeye çalışması; 3. Rusların yeşil ışık yakmasıyla gerçekleşen İsrail’in Lübnan Hizbullahı ve diğer İran’a bağlı milis gruplara saldırıları; 4. İran’daki siyasal-ekonomik krizin giderek derinleşmesiyle toplumsal itirazların artması ve geniş kitlelerin; Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan’daki vekil güçlere aktarılan büyük miktardaki kaynaklardan duyduğu rahatsızlık; 5. İran’ın askerî-jeopolitik gücüne ağır bir darbe niteliğinde olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi.

İran’ın yoğun ve riskli İdlib müdahalesi bu devletin Suriye’deki askerî-jeopolitik nüfuzunun zayıflamasına yol açan baskılara karşı bir siyasi-askerî gövde gösterisi olması açısından az rastlanan ancak önemli bir fırsattı. Fakat İran’ın söz konusu baskılara karşı Suriye’de uygulayacak başka stratejik seçeneklerden yoksun olmadığını da göz ardı etmemek lazım. Nitekim Bukemal-Kaim stratejik sınır kapısının altı yıl aradan sonra tekrar açılmasını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Zira İran devlet yetkilileri bu koridoru Suriye’de ekonomik, siyasi ve askerî etkinliklerini sürdürebilmek için bir nefes borusu olarak görmektedir. İran’a bağlı milis güçlerin Deyrizor, Bukemal, Humus, Halep civarı ve Şam bölgelerinde bulunmasına rağmen Rusya’nın baskıları, İsrail saldırıları ve yaptırımların etkisiyle İran’ın söz konusu gruplara aktardığı kaynaklarda yaşanan aksamalar neticesinde bu milis gruplar daha çok Deyrizor ve Suriye’nin güney bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu sınır kapısının açık tutulmasının nedeni İran’ın direniş güçleriyle olan irtibat hattını koruma yönündeki isteğidir. İran’ın bu çabası ve İdlib’de olduğu gibi taktiksel müdahaleleri de Suriye’deki nüfuzunun devam etmesi için gereken asgari imkânı sağlayan bir fırsattır.

İran’ın İdlib Müdahalesinin Amaçları

Zeynebiyyun, Fatimiyyun, Lübnan Hizbullahı ve diğer İran destekli güçlerin İdlib (özellikle Halep’in batısında) müdahalesinin Moskova ve Şam tarafından onaylanmadan veya onlarla koordine edilmeden gerçekleşmesi mümkün değildi. Türkiye’nin ise bu milis gruplara İdlib cephesinde takviye yapılmasından memnun kalmadığı açıktır.

İran’ın İdlib’deki çatışmalara katılmasının nedenleri şu şekilde sıralanabilir: 1. ABD yaptırımları devam ederken Suriye savaşındaki denklemlerde asgari varlığı korumak; 2. Süleymani’nin öldürülmesine rağmen direniş eksenine herhangi bir halel gelmediğini göstermek ve Suriye’deki askerî-siyasi denklemlerde pay sahibi olmaya çalışmak; 3. 2015 yılında Han Tuman bölesinde yaşanan çatışmalarda desteklediği güçlere verilen ağır zayiatın intikamını almak; 4. Bölgede bulundurduğu askerî varlıktan siyasi çıkar elde etmek ve mümkün olduğu kadar bunu gelecek süreçte kullanmak. Başka bir ifadeyle buradan elde ettiği siyasi çıkarı savaş sonrası imar döneminde ve anayasa komitesinin oluşmasından sonraki siyasi geçiş sürecinde daha fazla pay elde etmek için bir baskı aracı olarak kullanmak; 5. İdlib’deki çatışmalarda bağımsız ve aynı zamanda yüksek riskli bir yaklaşım benimseyerek Rusya ve Türkiye’nin pozisyonlarını yoklamak.

Kasım Süymani’nin halefi olan İsmail Kaani, İran’ın Suriye’nin kuzeyindeki Askerî Danışmanlık Merkezi’nin yayımladığı tehditkâr bildirisinin ardından ve İdlib’deki çatışmasızlık mutabakatından iki gün sonra Halep ve Serakip cephesine ziyarette bulundu. Bu gelişmeden önce de İran destekli güçler Serakip hattına ilerleme gerçekleştirmişti. Bu ilerlemeler söz konusu güçlerle TSK ve Türkiye destekli güçlerin karşı karşıya gelmelerine yol açmıştı. Tüm bunlar şunu gösteriyor ki İran paydaşlarıyla savaş alanında geçmişe göre daha bağımsız ve daha çatışmacı bir tutum benimsemektedir. Fakat İran’ın aynı zamanda bu tutumunda yine de temkinli davranacağını da not etmek gerekir.

İran ateşkesin ilan edilmesinden sonra bile yaklaşık 400 milisi Irak’tan İdlib cephesine sevk etti. İran’ın bu güç takviyesi Türkiye’nin 29 Şubat akşamı Halep ve Serakip hattında Lübnan Hizbullahı ve diğer İran destekli grupların mevzilerine yaptığı saldırılara bir tepki olarak değerlendirilebilir. Söz konusu saldırı, aralarında İranlı veya İran’a bağlı komutanların da bulunduğu onlarca zayiata yol açmıştı.

İran ve Türkiye arasında az görülen böyle bir askerî karşılaşmaya rağmen her iki tarafın da doğrudan askerî bir çatışmayı hedeflediği söylenemez. Ayrıca Rusya’nın diplomatik kanallardan her iki tarafı da bu konuda uyarmış olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Bununla birlikte Rusya’nın askerî güçlerini Serakip kentine sevk etmesi Türkiye’ye bu hattaki ilerlemelerine karşı bir “kırmızı çizgi” uyarısı niteliği taşımaktadır. Bu durum aynı zamanda Rusya tarafından İran’a bu stratejik bölgede kendi başına ve büyük risk alarak ilerlememesi ve Türkiye destekli güçlerle karşı karşıya gelmemesi için de bir uyarıdır.

İran’ın Türkiye ve Rusya’yı Riskli Yoklaması

İran özellikle İdlib çatışmalarında da olduğu gibi son üç ay zarfında daha bağımsız ve aynı zamanda daha çatışmacı bir tutumla Türkiye ve Rusya’yı yoklama peşinde olduğuna dair emareler vermişti. Rusya’nın Suriye’deki müttefiki olan İran’ı İsrail’in ve Türkiye’nin hava saldırılarına karşı desteklememesi, Tahran yönetimi tarafından memnuniyetsizlikle karşılanmıştı. Sahada askerî ve ekonomik alanlar başta olmak üzere İran’ın Suriye’deki gelişmelerde eli kolu bağlıdır. Bu doğrultuda Rusya ve Türkiye de mümkün olduğu kadar İdlib meselesinde gerilimi kontrollü artırma stratejisi yanında sorunu diplomatik yöntemlerle çözmeyi tercih etmektedir.

Bu noktada İran’ın İdlib’de güçlerine takviye yapmak suretiyle Esed güçleriyle beraber ateşkesi ihlal etmek için bir fırsat arayışında olup olmadığı da önemlidir. Mevcut aşamada İran’ın böyle bir şeyi hedeflemesinin uzak bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Ancak söz konusu ateşkesin kırılgan olduğu dikkate alındığında Putin ve Erdoğan’ın yaptığı anlaşmada bulunmayan bazı grupların orta veya uzun vadede daha fazla pay alabilmek adına gerilimi artırarak ateşkesin ihlali için zemin hazırlamak peşinde olduklarını ifade edebiliriz.

Sonuç

İran’ın Suriye’deki jeopolitik denklemlerde köşeye sıkıştığı görülmektedir. Bununla beraber İdlib çatışmasında Rusya ve Türkiye’nin daha üstün olması nedeniyle İran’ın bu konudaki stratejisinin kısa vadeli etkili olacağını söyleyebiliriz. Buna rağmen İran’ın bu konudaki girişimlerinin Rusya ve Türkiye için risk taşıdığının da altını çizmek gerekir.

Görünen o ki Rusya ve Türkiye, İran’ın Suriye’deki konumunda yaşanan zayıflamadan kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda yararlanmak istemektedir. ABD ve Avrupa’yla beraber Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez’in zengin devletleri Suriye’nin yeniden imarı sürecine katılmalarını İran’ın bu ülkeden çıkmasına bağlamıştı. Doğal olarak bu durum Rusya tarafından da bilinmektedir. Dolayısıyla Rusya gibi realist bir aktörün Suriye ve Orta Doğu’da kendi uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için sonunda İran destekli güçleri devre dışı bırakarak İran'ın Suriye’deki askerî varlığına son vermek zorunda kalacağı düşünülebilir. Rusya’nın Suriye’de elde ettiği tarihi jeopolitik kazanımlarını İran’la yaptığı sorunlu iş birliğine feda etmeyeceği açıktır.

Rusya’nın Suriye müdahalesinden iki ay önce Rusya’da Putin’i ziyaret ederek kendisini Suriye’de askerî müdahaleye ikna eden kişinin Kasım Süleymani olduğunu unutmamak gerekir. Buna rağmen Putin, 7 Ocak’ta Süleymani’nin öldürülmesinden dört gün sonra Şam’a beklenmedik bir ziyaret gerçekleştirerek Esed’le bir görüşme gerçekleştirmişti. Belki Kasım Süleymani hayatta olsaydı İdlib çatışması İran için farklı bir şekilde seyredebilirdi. Belki de Süleymani Kremlin’den önce davranarak kendisi Şam’a ziyarette bulunup direniş ekseninin zaferini ilan etme girişiminde bulunabilirdi.


Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve IRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.