Muhammed Rıza Şeceryan Hayatını Kaybetti

Muhammed Rıza Şeceryan Hayatını Kaybetti
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran müzik tarihinin son asrına damgasını vurmuş önemli şahsiyetlerinden biri olan Muhammed Rıza Şeceryan, uzun bir hastalık sürecinden sonra 8 Ekim 2020 tarihinde, 80 yaşında hayatını kaybetti. Şeceryan yaklaşık 15 yıl böbrek kanseri ile mücadele etmişti. Son yıllarda birçok kez rahatsızlanıp hastaneye kaldırılan Şeceryan’ın, 2015 yılından bu yana hastalığı sebebiyle konser vermesi doktorları tarafından yasaklanmıştı. Bugüne kadar seksen kadar albüme imza atan sanatçı, İran ve İran dışında yüzlerce konser vermiştir.

Muhammed Rıza Şeceryan 23 Eylül 1940 tarihinde Meşhed’de dünyaya geldi. Ses eğitimine Meşhed’in meşhur karilerinden olan babası Mehdî Şeceryan’dan Kur’an okumayı öğrenerek başladı. Daha 12 yaşındayken Meşhed Radyosu’nda Kur’an okumaya başlayan sanatçı, bu tarihten Tahran’a göç ettiği 1976 yılına kadar Meşhed Radyosu’nda gönüllü olarak Kur’an okudu. Tahran’a geldikten sonra Tahran Radyosu’nun seçmelerine katıldı ancak heyet tarafından kabul edilmedi. Sınav sırasında diğer stüdyodan Şeceryan’ın sesini duyarak çok etkilenen ve yanına gelerek kim olduğunu ve nereden geldiğini sorup onunla yakından ilgilenen Cevad Bediizade tarafından Radyo’ya alındı.

Kendisinin anlattığına göre babası, Şeceryan ailesinin dindar bir aile olarak bilinmesini istiyordu. Bu nedenle oğlu Muhammed Rıza, babasını üzmek istemediğinden ancak müstear bir isim kullanarak şarkı söyleyebilirdi. Bu sebeple dört yıl boyunca Tahran Radyosu’nda Siyaveş Bidgani müstear ismiyle şarkı söyledi.

Şeceryan, müzik icra etmenin yanında Kur’an okumaya da devam etti. 1977 yılında yapılan Kur’an okuma yarışmasında ülke birincisi oldu. Daha sonra Malezya’da 1979 yılında dünya çapında düzenlenen Uluslararası Kur’an Okuma Yarışması’nda İranlı yarışmacının yarışmaya katılamaması üzerine beklenmedik bir şekilde ve hazırlıksız olarak ülkesini temsilen yarışmaya katıldı ve burada da ikincilik elde etti. Bu yarışmada Kur’an’dan dört ayeti makamlı olarak okudu. Bu ayetlerin her biri “Rabbena” kelimesiyle başlıyordu. O yarışmadan sonra bu ayetler Şeceryan’ın Rabbena Duası olarak meşhur oldu ve 30 yıl boyunca Ramazan ayında iftar programlarında yayımlandı. Bu eser, İran Kültür Mirası ve El Sanatları ve Turizm Kurumu (Sazman-i Miras-i Ferhengi ve Sınâyi-i desti ve Gerdişgeri) tarafından “millî eser” olarak kayıt altına alındı.

İlerleyen zamanlarda Mehdî Şeceryan, setar üstadı Ahmed İbadi’yle yaptığı görüşmeden sonra oğlunun kendi ismiyle şarkı söylemesine izin verdi. Bundan sonra Şeceryan geleneksel İran müziği içerisinde vefatına kadar yürüyeceği bir yol çizdi. Onun müziksel gelişiminde İranlı büyük musiki üstatlarından Celil Şehnaz ve Ahmed İbadi’nin çok emeği vardır. Sanatçı, babasının yerine koyacak kadar İbadi’den etkilenmiş ve ona saygı duymuştur.

Şeceryan İran Radyosu’nda uzun yıllar devam etmiş olan Davud Pirniya’nın Çiçekler (Golha) programında da uzun süre görev aldı. İcra ettiği şarkıların sözlerini aylar süren okumalar ve araştırmalar sonucunda kendisi seçiyordu. Onun en belirgin ve önemli özelliklerinden biri, müziğinde Hafız, Sadi, Mevlana, Attar, Baba Tahir ve Hayyam gibi klasik Fars şairlerinin şiirlerine yaptığı başarılı bestelerin yanı sıra Nima Yuşic, Sohrab Sipihri, Mehdi Ehevan Salis ve Huşeng İbtihac gibi modern şiirin büyük şairlerinin şiirlerine de son derece güçlü besteler yapabilmiş ve bunları başarıyla icra edebilmiş olmasıdır. Şeceryan bugünkü adı Musiki Evi Yüksek Konseyinin (Şura-yi Ali-yi Hane-i Musikî) başkanlığının yanı sıra Şehnaz adlı müzik grubunun kuruculuğunu da yapmıştır. Sanatçı, İran müziğine icat ettiği sazlarla da katkıda bulunmuş ve bu sazlara sorahi, şehraşub, sağer, kirişme ve sebu gibi adlar vermiştir.

Şeceryan, İran toplumunun sosyokültürel hafızasında çok önemli bir yere sahiptir. Bunun en önemli nedeni sanatçı kimliğinin yanı sıra yaşamı boyunca pek çok defa ülkesinde yaşanan sosyal ve siyasal olaylar sırasında daima halkının yanında tavır alarak onların sesi olmaya özen göstermiş olmasıdır. Ayrıca kendisinin de İslam Devrimi sonrası zaman zaman sansür ve yasaklara maruz kalması halkın hissiyatını daha derinden hissetmesine sebep olmuştur.

Şeceryan 2009 yılında Ahmedinejad’ın ikinci kez aday olduğu 10. Dönem İran Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden sonra da İran Radyo ve Televizyon Kurumunun Genel Müdürü İzzetullah Zergami’ye bir mektup yazarak eserlerinin bu Kurumda yayımlanmasını istemediğini söyledi. Mektupta şöyle diyordu: “Okuduğum şarkılar özellikle Ey İran Ey Ümit Yurdu (Ey İran ey Sera-yi Umid) 1979 ve 1980 yıllarında yaşanan olaylar üzerine söylenmiştir. Bu eserlerin bugün yaşananlarla hiçbir ilgisi yoktur. İran Radyo ve Televizyon Kurumunun bu eserlerin ortaya çıkmasında hiçbir katkısı olmamıştır. Yasal olarak da bu Kurumun hiçbir radyo ve televizyon kanalında eserlerimin yayımlanmasını istemiyorum.”

Şeceryan BBC’ye verdiği röportajda da Ahmedinejad’ın o dönemdeki toplumsal olaylarda yaşananları kastederek “Bunlar çer çöp yığını biz ise akarsu gibiyiz, gelip onları silip süpürürüz.” şeklindeki beyanı üzerine “Halkımın şaşkınlık ve acziyet içindeki feryadını Ahmedinejad bir çer çöp yığını olarak nitelendirmişken benim sesimin devletin resmî radyo ve televizyon kanallarında yeri yoktur. Benim sesim o çer çöp yığının sesidir ve her zaman da çer çöp yığınlarının sesi olarak kalacaktır.” diyerek tavrını ortaya koymuş ve o tarihten itibaren konser vermesi de dâhil faaliyetleri engellenmiştir.

Özellikle 2009’da Ahmedinejad’ın ikinci kez cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin ardından ortaya çıkan siyasi ve sosyal olaylarda hükûmete karşı ortaya koyduğu sert tavır ile dinleyicilerinin büyük sevgi ve saygısını kazanmış ve halkın gözünde âdeta bir kahramana dönüşmüştür. Ölümünden hemen sonra büyük kitlelerin sokaklara çıkması ve yas görüntülerinin hızla devlet karşıtı gösterilere evrilmeye başlaması devleti sert tedbirler almaya yöneltti. Bu nedenle sanatçının naaşı, Tahran’da sabahın erken saatlerinde az katılımlı bir cenaze törenin ardından defnedilmek üzere Tus şehrine gönderildi.

Sanat yaşamı boyunca pek çok başarıya imza atan Şeceryan, iki defa Grammy Müzik Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Merkezi New York’ta bulunan Asya Topluluğu, Şeceryan’ı geleneksel İran müziğinin en tanınmış icracısı olarak seçmiştir. Vancouver Sun gazetesi onu dünya müziğinin en önemli sanatkârlarından ayrıca National Pulic Radio da (NPR) 2010 yılında onu dünyanın en iyi elli sesinden biri olarak ilan etmiştir. 1999 yılında ise UNESCO tarafından Picasso Ödülü’ne layık görülmüştür. Sanatçı, İran’da “İran Müziğinin Şahı” lakabıyla da anılmaktadır. Şeceryan’ın tanınmış öğrencileri arasında; İrec Bistami, Hüsameddin Sirac, Hamid Reza Nurbahş ve Ali Cihandâr gibi önemli ve tanınmış müzisyenler yer almaktadır. Çocukları Humayun ve Müjan da İran müzik sektöründe faaliyet göstermektedir.

Şeceryan İslam Devrimi’nin ilk yıllarında Devrim yetkililerinin isteği üzerine İran Radyo ve Televizyon Kurumunun kanallarında yayımlanmak üzere “uygun içerikli” bazı kayıtlar ve programlar hazırlamıştır. Bu programlar ve kendisiyle âdeta bütünleşmiş Rabbena Duası, radyo ve televizyon kanallarında yayımlanmıştır. Ancak o dönemde giderek yetki ve etkileri artan din adamlarından biri tarafından müziğin sakıncalı, tehlikeli ve hatta haram olduğuna dair fetva verilmesi üzerine Şeceryan devlet televizyonu ile yollarını ayırma kararı alarak eserlerinin devlet kanalında yayımlanmamasını istemiştir. Ancak sanatçı uzun yıllar boyunca okuduğu Rabbena Duası’nın halka mal olduğunu düşündüğünden resmî radyo ve televizyon kanallarında eserlerinin yayımlanmasını istemediği dönemde bile bu eserin yayımlanmasına izin vermiştir.

Muhammed Rıza Şeceryan kendi coğrafyasının kendi kültürünün ve medeniyetinin musikisini yapmış ve geriye ölümsüz eserler bırakmış bir sanatçı olarak bu dünyadan ayrıldı. Yetiştirdiği sanatkârlar, bestelediği ve yorumladığı şarkılar kadar yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi meseleleri karşısında güçlü bir duruş sergilemiş siyasi bir aktör olarak da İran halkının ve bütün dünyada kendisini severek dinleyen dinleyicilerinin gönlünde derin izler bıraktı.


Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve İRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.