Suriye Sonrası Dönemde İsrail’in Hizbullah Gündemi

Suriye Sonrası Dönemde İsrail’in Hizbullah Gündemi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Son dönemde Suriye’de durumun görece stabilleşmesiyle birlikte İran ve Hizbullah’ın sahadaki gücünü artırması, İsrail’in jeopolitik tehdit sıralamasında Hizbullah’ı yeniden birinci sıraya yerleştirdi. Halihazırda geçtiğimiz dönemlerde Suriye’de Hizbullah’a silah taşıdığı iddia edilen konvoyların İsrail savaş uçaklarınca vurulması, İsrail’in Hizbullah’a dair hareketliliği yakından izlediğine dair ciddi bir gösterge. Öte yandan 2006’da İsrail’in Hizbullah’a saldırısıyla başlayan savaşın sonucunda İsrail ordusunun net bir sonuç alamadan çekilmek zorunda kalması ve buna referansla yapılan büyük tatbikatlar, İsrail yönetici elitlerinin ve toplumunun hafızasında Lübnan dosyasının henüz kapanmadığı izlenimini veriyor. Son olarak İsrail’in kendine yönelik Hizbullah tehdidini dünya gündeminde tutmaya çalıştığı bir dönemde Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin, İran ve Hizbullah’ın kendisini tehdit ettiğini söyleyerek istifa etmesi, Hizbullah’ın Lübnan’da gücünü pekiştirme ihtimaline binaen muhtemel bir Hizbullah-İsrail savaşını yeniden gündeme getirdi. Mevcut faktörler gözönüne alındığında meselenin hem tarihsel bağlamdan hem de Suriye meselesinden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Bu yazıda bahsedilen tarzda bir bağlamsal çerçevede İsrail’in son dönemde Hizbullah’a yönelik değişen politikası incelenecektir.

İsrail’in Zihnindeki Lübnan ve Sahadaki Jeopolitik Gerçeklik

Halihazırda Lübnan meselesi gerek İsrail kamuoyunun gerekse İsrailli siyasi elitlerin hafızalarında önemli bir yer tutuyor. İsrail’in 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarını ortadan kaldırmak üzere Güney Lübnan’ı işgali, her ne kadar kısa vadede amacına ulaşsa da orta ve uzun vadede işleri daha da karmaşıklaştırdı ve işgal, Lübnan’daki çeşitli fraksiyonların mobilize olup ülkelerini işgal eden İsrail karşıtlığı üzerinden bir araya gelmelerine, İran’ın da desteğiyle Hizbullah’ın ortaya çıkışına zemin hazırladı. Ayrıca işgal sırasında İsrail’in Lübnan’daki aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milislere destek vererek Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki katliamlara göz yumması, Lübnan toplumunda telâfi edilemeyecek düzeyde sert kamplaşmalara yol açtı. İsrail’in 1985’te tedrici çekilişinden sonra Hizbullah, gerilla tarzı saldırılarla İsrail’e zaiyat verdirmeye başladı. Ancak Güney Lübnan’daki İsrail işgali 2000 yılına dek devam etti. Bu zamana kadar İsrail’in verdiği çok sayıda kayıptan sonra, hiçbir kazanımı olmadan, sınır komşusunu daha kaotik ve tehlikeli bir yere dönüştürerek Lübnan’dan çekilişi ve işgalin getirdiği ekonomik yük, İsrail toplumsal hafızasında ve siyasi düzlemde ciddi kırılmalara yol açtı. Diğer yandan her ne kadar Hizbullah İsrail’in çekilişini bir zafer olarak görse de iç savaş sonrası Lübnan’ında daha derin bölünmeleri beraberinde getirdi. İkinci İsrail-Lübnan Savaşı, Temmuz 2005’te İsrail’in bir Hizbullah askerini öldürüp üçünü de kaçırmasını takiben 2006 yılında, Hizbullah’ın roket saldırıları ve üç İsrail askerini öldürüp ikisini de kaçırmasıyla başladı. Ardından saha muharebeleri ve roket saldırılarıyla tırmanan savaş, İsrail ordusunun Lübnan’a girişiyle sonuçlandı. Daha sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi ve esir askerlerin takasıyla savaş sona erse de durum, ilkinde olduğu gibi ikincisinde de net bir yenilgi olarak algılandı. Bu psikoloji gerek İsrail toplumunda gerekse siyasi elitlerinde ciddi bir savunmasızlık psikolojisinin ve hiç olmadığı kadar Hizbullah ve İran merkezli tehdit algısının gelişmesine neden olmuştur. Suriye’de İsrail’in, DAEŞ gibi örgütlerin en faal dönemlerinde bile, İran’ın ve Hizbullah’ın faaliyetlerine odaklanmasının temel sebebi budur. Diğer yandan reel düzlemde de İkinci Lübnan Savaşı’nın en net sonuçlarından birisi, İran’ın Hizbullah’a ikmal hattını daha da güçlendirmesidir. Bu durum günümüzde İsrail’in Hizbullah’a muhtemel bir askeri müdahaleyi gözden geçirmesinde en temel faktörlerden biridir.

Suriye’de savaşan grupların oluşturduğu jeopolitik hatlar görece stabil bir hal almaya başlarken savaş boyunca büyük ölçüde sahadaki sessizliğini koruyan İsrail cephesinde üçüncü bir İsrail-Lübnan Savaşı, bir süredir en önemli gündem maddelerinden biri. Jeopolitik tehdit sıralamasında Suriye’deki savaşın yerini Hizbullah’ın alarak sahadaki durumu İsrail açısından gittikçe ciddileştirmesi üzerine İsrail, 4-14 Eylül tarihlerinde Hizbullah’a karşı tarihinin en büyük askeri tatbikatlarından birini gerçekleştirdi. Tatbikata geçtiğimiz yıl vefat eden ve bu büyüklükteki son tatbikatı 19 yıl evvel yöneten üstdüzey komutanlardan Meir Dagan’a ithafen Or HaDagan (Dagan’ın Işığı) ismini verdi. Tatbikatta İsrail Ordusu, göreve çağırdığı yedeklerle birlikte hava ve deniz kuvvetleriyle istihbarat ve siber güvenlik birliklerinden binlerce askerin katılımıyla İsrail’in Kuzey sınırına yönelik savaş senaryoları ve savaş halinde yaklaşık bir milyon kişinin yaşadığı Lübnan sınırına yakın kuzey şehirlerini koruma senaryolarını tatbik etti. Bir yandan 2006 yılındaki savaştan bu yana Hizbullah’ın silah kapasitesini sürekli artırmasını kendisine yönelik en büyük tehditlerden biri olarak gören İsrail, diğer yandan muhtemel bir savaş halinde Hizbullah’ın sadece elindeki füzelerle yetinmeyip savaşı İsrail topraklarına taşımaya çalışacağını düşünüyor. Ayrıca 2006’dan bu yana Hizbullah’ın silah kaynaklarını[1] ve operasyonel kapasitesini artırarak gerilla taktikleriyle savaşan bir gruptan, Suriye’de tecrübe kazanmış askerleriyle düzenli bir ordu gibi hareket etme potansiyeli de[2] İsrail’in temel endişelerinden biri.

Kimi analistlere göre de bu son tatbikat, Hizbullah’la muhtemel bir savaş halinde Lübnan’ın nasıl işgal edilebileceğine dair planların bir sonucu olarak değerlendiriliyor [3]. Tatbikatta İsrail ordusunun alacağı emir, Hizbullah’ın bütün altyapı ve saldırı gücünü yok etmek. İsrailli yetkililer İsrail Ordusu’nun mevcut tatbikatı “Hizbullah gibi düşünerek” tasarladığını belirtiyor. Analistlere göre bir sonraki savaşta Hizbullah’ın temel hedefi, sınırın ötesine geçip Hizbullah bayrağını dikmek. Bu plana göre hazırlandığını belirten İsrail Ordusu da muhtemel bir savaş halinde nokta atışı vurulacak hedeflerden suikast düzenlenecek Hizbullah komutanlarına dek bütün planların masada olduğuna dair sinyaller veriyor[4]. Bazı analizlere göre ise İsrail, halihazırda Hizbullah’la düşük yoğunluklu bir savaş içerisinde. İsrail’in Hizbullah’a aktarılan silah konvoylarına yönelik nokta atışı saldırıları ve yürüttüğü medyatik/istihbari çalışmalar da bunun en net göstergeleri.[5] Bu açıdan bakıldığında Suriye’deki gelişmeler, İsrail’in Hizbullah’a dair gündeminde önemli bir belirleyici ve Suriye sathındaki kısa ve orta vadeli değişimler, İsrail’in hamleleri üzerinde belirleyici etkiye sahip.

İsrail’in Suriye Gündemi

İsrail için Suriye’deki iç savaşın gidişatı, Hizbullah ve İran’a yönelik tehdit algısıyla doğrudan ilintili. Hizbullah ve İran’ın şimdiye dek Suriye sahasındaki çatışmalara saplanıp kalması, İsrail için avantajlı bir durum oluşturmuştu. Ancak savaşın önceki döneme göre yavaşlaması ve İran’la Hizbullah’ın Suriye sahasında üstünlüğü ele geçirmesi, İsrail’in tehlike alarmı vermesine sebep oldu. Özellikle İran’ın Hizbullah’a yaptığı silah sevkiyatındaki artış ve İsrail’in bu konvoyları havadan vurarak imha etmesi, son dönemde İsrail’in tehdit algısının yükselişe geçtiğine dair ciddi işaretler.

İsrail için Suriye konusu neredeyse doğrudan İran’a endeksli bir mesele. Savaş sürecinde İsrailli yetkililerin söyledikleri ve İsrail’in sahadaki etkinliği, doğrudan kendisi hedef alınmadığı sürece Suriye’de birbiriyle çatışan taraflardan hiçbirinin diğerine daha tercih edilebilir olmadığını doğruluyor. Muhaliflerle rejim güçleri arasındaki çatışmalardan kendi topraklarına düşen füzelerle İran ve Esad rejimi tarafından Hizbullah’a silah sevkiyatı yapan konvoylara nokta atışı müdahaleler dışında İsrail, savaşın seyrini kendi lehine çevirmek için açıktan hiçbir çaba göstermedi. Zira savaşın devamlılığı üzerinden sağlanan Suriye içi bir denge, İsrail için en optimal durumu oluşturuyor. Çarpışan taraflardan herhangi birinin zaferi İsrail için ciddi bir endişe kaynağı. Dolayısıyla Suriye’deki puslu denge İsrail için diğer opsiyonlardan daha tercih edilebilir bir durum. Diğer yandan, savaşın bitmesi halinde İsrail için en iyi seçenek, Suriye’nin bölünmesi olarak görülüyor.  Zira bölünmüş bir Suriye, gerek (Kuzey Suriye’de kurulabilecek bir Kürt devleti ya da jeopolitik ve ideolojik olarak İran’dan uzaklaşmış bir Nusayri devleti gibi yapılarla) çoklu ittifak ilişkileri geliştirmek, gerekse İran’ın doğrudan Hizbullah’a yardım gönderebileceği bütünlüklü bir jeopolitik koridoru kapatmak açısından oldukça ideal şartlar sunuyor. Ayrıca bu durum İsrail’in bölgedeki azınlıklar ya da Arap olmayan gruplarla ilişkilerini güçlendirme stratejisini Lübnan’daki Maruniler ve Kuzey Irak’taki Kürtler’den sonra kendine sınır komşusu olabilecek yapılarla sürdürmesinin yolunu açıyor. Dolayısıyla uzun vadede bölünmeye giden bir Suriye’de İsrail’in kısa vadeli en temel endişe kaynağı, İran’ın desteğini alan Hizbullah’ın, henüz tam anlamıyla müdahale edemediği saha kazanımları olarak görünüyor. Mevcut şartlarda Suriye’de durumun stabilleşmesinin İsrail için Hizbullahla ve dolayısıyla İran’la bir savaş anlamına geleceği gittikçe daha çok konuşulan bir ihtimal.

Suriye Sonrası Durum

Hizbullah-İsrail gerginliğinin en üst düzeye ulaştığı günümüze dek sürecin gelişimi de İsrail’in savaş senaryolarını hep masada tuttuğunu gösteriyor. Bölge ülkeleri ve Avrupa’nın Suriye’ye dair endişeleri, süreç içerisinde muhaliflerle rejim arasındaki çatışmalardan ve insani krizden DAEŞ’in varlığına ve eylemlerine yönelirken, İsrail’in güvenlik endişeleri temelde hep aynı kaldı. İran’ın Suriye’deki varlığı ve Esad rejiminin de desteğiyle Lübnan’da konuşlu Hizbullah’a sağladığı askeri ve altyapısal destek, İsrail’in Suriye’yle ilgili en önemli gündem mevzuu olageldi. Özellikle son dönemde Hizbullah ve İran’ın, Suriye sathında rejimin hayatını kurtararak kalıcı jeopolitik kazanımlar elde etmesi ve Hizbullah’ın İsrail-Suriye sınırını kontrol eder hale gelmesi, İsrail için askeri müdahale seçeneklerini gündeme getirdi. Son olarak Haziran ayında Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail’e yüzbinlerce savaşçıyla saldırabileceğine dair tehditleri, Ağustos’ta Dimona’daki nükleer tesisleri vuracağını söylemesi, Hayfa’daki amonyak tankını vurmakla tehdit ederek İsrail’de ciddi bir biyolojik kriz ihtimalini akıllara getirmesi ve tankın mahkeme kararıyla boşaltılması gibi olaylar da Hizbullah meselesinin İsrail güvenlik gündeminde hep sıcak bir konu olarak kalmasına sebep oldu.

Kısa bir süre önce Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin, İran ve Hizbullah’tan ötürü can güvenliği olmadığını söyleyerek Suudi Arabistan’da istifasını açıklamasının ardından, İsrail bir kez daha İran ve Hizbullah’ın Lübnan’ı tamamen ele geçirerek Suriye’yi de ikinci bir Lübnan’a dönüştürme planları yaptığını dünya kamuoyunun gündemine taşıma çabasında. Ancak çeşitli mecralarda bu çabalar İsrail’in genel olarak devam ettirdiği Hizbullah karşıtı propagandadan çok, Hizbullah’a karşı bir müdahaleyi meşrulaştırma çalışmaları olarak görülüyor. Özellikle Trump ziyareti sonrasında Suudi Arabistan’ı İsrail’in Ortadoğu’daki en yakın müttefikine dönüştüren faktörlerden birini de İran ve onun milis kanadı olarak görülen Hizbullah karşıtlığı[6]. Mevcut durumda İsrail bir yandan büyükelçilerine “Suudi Arabistan’a İran’ın yayılmacı politikalarına karşı yürüttüğü savaşta diplomatik destek vermeleri gerektiğine” dair mesajlar iletirken diğer yandan İran’la Suudi Arabistan arasında yaşanabilecek bir çatışma halinde Hizbullah’a müdahale etme seçeneğini gözden geçiriyor olabilir.