Tahran Saldırılarının Anlamı

Tahran Saldırılarının Anlamı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran 7 Haziran günü büyük saldırılara hedef oldu. Başkentin güneyindeki Millet Meclisini ve İslam Cumhuriyeti kurucusu Humeyni'nin türbesini hedef alan eş zamanlı saldırılarda 12 kişi hayatını kaybederken kırktan fazla kişi de yaralandı. DEAŞ'ın üstlendiği saldırılar örgütün İran'daki ilk büyük eylemi olarak birçok açıdan yakından incelenmeyi hak ediyor.

Öncelikle olayın gelişimi, hedeflerin seçimi gibi etkenler başlangıçta olayın rejim muhalifi Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) tarafından yapıldığını düşündürdü. Gerek seçilen hedeflerin sembolik önemi gerekse de kadın saldırganlardan birisinin HMÖ'nün standart saldırı prosedüründe yer alan ve bir çeşit imzası kabul edilen siyanür kullanarak intihar ettiği açıklamaları kafaları karıştırdı. Eylemi DEAŞ'ın yaptığının inandırıcı bulunmamasının sebeplerinden birisi de ideolojik ve dini olarak İran'a ve Şiilere bakışı belli olan örgütün kayıp sayısının çok daha fazla olabileceği ve örgüt için çok daha fazla sansasyon ve propaganda imkânı sağlayabilecek kolay erişimli metro, okul, hastane vs. gibi sivil hedefleri seçebilecek iken son derece korunaklı siyasi bir hedefi seçmesi ve korku yaratmaktan çok politik mesaj vermeyi tercih etmesinde yatıyor.

İran'ın 11 Eylül'ü

Saldırıların "İran'ın 11 Eylül'ü" olarak nitelendirilmesi şüphesiz olaydaki can kaybı sayısı ya da görselliğinden ziyade Tahran'ın son 23 yıldır tecrübe etmediği bir şekilde içeride vurulmasının kamuoyunda yarattığı şok ile ilgili. Yıkılan en önemli "kule" İranlı ünlü akademisyen Sadık Zibakelam'ın da altını çizdiği gibi İran'ın son dönemde inşa ettiği "dalgalı okyanus içindeki istikrar adası" imajı. İran yıllardır güvenlik söylemini ön plana çıkarıyor ve bölgedeki saldırgan ve müdahaleci tutumunun aslında ülkenin iç güvenliğini sağlamaya matuf olduğunu söylüyordu. Sıradan bir hedefe değil son derece korunaklı bir hedefe bu kadar rahat saldırı düzenlenmesi ve eylemin saatler boyunca bastırılamaması bu söylemi etkisiz hale getirdiği gibi İran'ın aslında bu tür saldırılara ne kadar hazırlıksız olduğunu da gösterdi.

Saldırının en temel mesajı İran'ın Obama dönemindeki "dokunulmazlık" zırhının artık kaldırılmış olduğudur. Bilindiği gibi Obama yönetimi İran'ı yalnızca nükleer faaliyetleriyle gündemine almış ve Tahran'ın bölgedeki yıkıcı faaliyetlerini görmezden gelmişti. Gerek olaydan kısa bir süre önce CIA İran Operasyonları Biriminin başına getirildiği açıklanan "Ayetullah Mike" lakaplı Michael D'Andrea üzerinden yapılan uluslararası kampanyada yakında İran'a yönelik operasyonların başlayacağının ifade edilmesi gerekse de eylemlerden sonra Trump'ın "terörü destekleyenler bir gün kendileri de kurban olurlar" açıklaması, İran için çok daha farklı bir dönemin başladığının habercisi olabilir.

Olay Suudi Arabistan'ı da yakından ilgilendiriyor. Riyad'ın Tahran'ı bölgedeki en büyük düşmanı gördüğü sır değil. Nitekim Trump'ın katılımıyla düzenlenen Riyad zirvesinde İran'ın adeta hedef tahtasına yerleştirilmesi, Şeyh Nimr'in 2016 Ocak ayında idam edilmesinden beri gerginliğin azalmadığı iki ülke ilişkilerinde yeni bir aşamayı gösteriyordu. Savunma Bakanı Muhammed bin Selman'ın "artık savaşın İran içine çekileceği" ifadesi, benzer şekilde Dışişleri Bakanı Adil El Cübeyr'in İran'ın cezalandırılması gerektiği yönündeki açıklamaları en azından İranlıların olayın arkasında Suudi Arabistan'ın olduğu yönündeki düşüncelerinin güçlenmesine neden oldu. Olaydan sonra yayımlanan Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) bildirisinde Riyad'ın adı doğrudan geçmediyse de "olay bölgedeki mürteci Arap liderlerinin birinin ABD Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonra gerçekleşti" denilerek üstü kapalı biçimde Suudi Arabistan işaret edildi. Bazı DMO komutanları ise daha ileri giderek Suudi Arabistan'ı eylemden sorumlu tuttular ve intikam yeminleri ettiler. Bununla birlikte olaydan bir gün sonra İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi'nin "Olayın ardında Suudi Arabistan olduğuna dair henüz elimizde kesin bir kanıt yok" açıklaması devlet içinde Riyad'a karşı verilecek tepki konusundaki görüş farklılığından kaynaklanıyor olabilir. Nitekim Meclis Başkan Yardımcısı Ali Mutahhari'nin "Bu olay İsrail tarafından planlanmıştır ve amacı İran-Suud savaşı çıkarmaktır, bu tuzağa düşmemeliyiz" mealindeki açıklaması, İran'daki ihtiyat yanlısı kanadın görüşlerini ortaya koyuyor.

Saldırının zamanlaması

Tahran saldırılarının Katar ile Suudi Arabistan ve BAE arasındaki krizin hemen sonrasında meydana gelmesi Trump yönetiminin Riyad gezisinin etkilerinin farklı ülkelere yansımaları olarak değerlendirilebilir. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in Tahran saldırılarından birkaç saat sonra Ankara'yı ziyaret etmesi muhtemelen İran'ın özetlenmeye çalışılan yeni döneme ilişkin kanaatlerini Türkiye ile paylaşmak ve mümkünse Suudi Arabistan karşıtlığı üzerinden Türkiye'yi kendisine yaklaştırmak amacına yönelikti. Ancak bu noktada Türkiye'nin Körfez'deki krizle ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen net ancak soğukkanlı söyleminden en azından kısa vadede vazgeçmeyeceği ve olayların nereye evrileceğini bekleyeceği öngörülebilir.


Bu makale 10.6.2017'de Sabah'ta yayımlanmıştır.

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/hakki-uygur/2017/06/10/tahran-saldirilarinin-anlami