İRAM 1. Kitabiyat Sunumu Etkinliği Gerçekleştirildi

İRAM 1. Kitabiyat Sunumu Etkinliği Gerçekleştirildi

İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) İstanbul tarafından çevrim içi olarak gerçekleştirilen etkinliklere bir yenisi, “Kitabiyat Sunumları” başlığıyla eklenmiştir. Bu sunumlar çerçevesinde İran araştırmaları sahasında yayımlanan kitapların tartışılması hedeflenmektedir. İRAM YouTube kanalından yayımlanan Kitabiyat Sunumlarının ilkinde, Dr. Nader Sohrabi’nin Revolution and Constitutionalism in the Ottoman Empire and Iran (Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da Devrim ve Meşrutiyetçilik) başlıklı çalışması konuşuldu.

Freie Universität Berlin Misafir Öğretim Üyesi Sohrabi, sunumun başında, önceleri yalnızca İran Meşrutiyet Devrimi ile ilgilenirken daha sonra Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da meydana gelen meşrutiyet devrimlerinin benzer yönleri olabileceğini düşünerek bu çalışmaya başladığını ifade etti. O sıralarda bulunduğu Chicago Üniversitesinin, Osmanlı çalışmaları için çok iyi bir ortam olduğunu ve burada ders aldığı öğretim üyelerinin, kendisini bu konuda teşvik ettiklerini söyledi. Yazar, o yıllarda mevcut İngilizce literatüre baktığında iki devrimin birbirinden bağımsız olarak ele alındığını ve bu durumu yadırgadığını belirtti. Sohrabi, konuya ilgisinin nasıl başladığını izah ettikten sonra kitabın teorik çerçevesini anlatıp önemli noktalara değinirken şu ifadelere yer verdi:

Bu kitapta iki ülkedeki devrimler küresel, bölgesel ve yerel ölçekte değerlendirilmiştir. 1789 Fransız Devrimi ile başlayıp 1917 Bolşevik Devrimi’ne kadar devam eden süreç, dünyada küresel bir meşrutiyetçi devrim dalgası yaratmıştır. Osmanlı ve İran meşrutiyet devrimleri bu küresel devrim dalgası içinde incelenmektedir. Osmanlı ve İran meşrutiyetçilerinin, Fransız Devrimi sloganlarının Türkçe karşılıkları olan uhuvvet, müsavat ve hürriyet kavramlarını benimsemeleri, bu devrimlerin küresel bağlamına işaret eder. Bunun yanında, iki ülkenin meşrutiyetçi söyleminde nizam ve adalet gibi geleneksel kavramlara rastlanılması devrimlerin bölgesel niteliklerini göstermektedir. Bir diğer ortak bölgesel özellik, İran ve Osmanlı entelektüellerinin meşruti rejimi devleti güçlendirme ve toplumu yenileme aracı olarak görmüş olmasıdır. Meşrutiyet öncesi İranlı entelektüellerin en büyük korkusu, İran’ın Rusya ve Britanya gibi iki büyük gücün hâkimiyetine girmesi ve bağımsızlığını kaybetmesiydi. Osmanlı entelektüelleri de gayrimüslim nüfusun çokluğu ve çeşitliliği dolayısıyla parçalanmayı, ülkeleri için en büyük tehdit olarak görmekteydi. Dolayısıyla meşrutiyetçi entelektüeller, kurulacak yeni rejimin bu tehditlere karşı koyabileceğine inanıyordu. Bu bağlamda, 1905 Rus-Japon Savaşı’nda meşruti rejime sahip tek Asya ülkesi olan Japonya’nın, anayasaya sahip olmayan tek büyük Avrupalı olan Rusya’yı yenmesi, Osmanlı ve İran entelektüelleri için devleti güçlü kılacak bir meşruti rejim hedefinin gerçek olabileceğini gösteren önemli bir örnekti. Ayrıca o dönem geçerli olan ırk teorilerine göre sarı ırka mensup Japonların böyle bir zafer kazanması, kendileri de sarı ırktan sayılan Osmanlı Türklerini etkilemişti.

Osmanlı ve İran meşrutiyet devrimlerinin yerel özelliklerine gelindiğinde ise iki devrimin birbiriyle olan etkileşimleri ve farklılıkları görülür. Osmanlı modernleşmesi Nizam-ı Cedit Dönemi’nden itibaren İranlı devlet adamlarını ve entelektüelleri etkilemiştir. Mirza Malkum Han’ın çeşitli risaleleri ve Müsteşarüddevle’nin “Yek Kelime” adlı risalesi esasen Jön Türkler’in fikirlerini yansıtmaktadır. İdeolojik ve söylemsel benzerliğinin dışında, iki devletin ve toplumun yapısındaki birtakım farklılıklar, iki ülkedeki meşrutiyet geleneklerinin farklılaşmasına sebep olmuştur. Kaçar Dönemi İran’ının Osmanlı İmparatorluğu’na göre çok daha geleneksel bir patrimonyal yapıya sahip olması ve Osmanlı’daki gibi modern okullardan yetişmiş bir bürokrat sınıftan yoksun olması bu farklara örnek olarak gösterilebilir.

Sonuç olarak Osmanlı Meşrutiyet Devrimi’nin ve getirdiği modern kurumların, İran’a göre daha sağlam ve uzun süreli olduğunun görüldüğünü ifade eden Sohrabi, kitabın üzerine inşa edildiği temel soru olarak bu durumun nedenlerine odaklandığını aktardı. Yazar, Osmanlı Devleti’nin erken modern dönemden gelen kendine has merkeziyetçi patrimonyalizminin, Tanzimat reformlarının ve eğitimli bir askerî ve sivil bürokrat sınıfın varlığının Türkiye’de modern kurumların daha güçlü ve istikrarlı olmasına imkân verdiğini söyledi. Ayrıca Atatürk ve Rıza Şah’ın, modern Türkiye ve İran’ın mimarları olduğu fikrine uzak olduğunu belirterek meşrutiyet devrimlerinin, bu ülkelerdeki modern siyasi kurumların ve kültürün başlangıcı olarak ele alınması gerektiğini belirterek sunumunu sonlandırdı.


Sunumun tamamını izlemek için tıklayınız