100 Soruda İran

100 Soruda İran

100 Soruda İran

Mayıs 2017’de Bilge Kültür Sanat Yayınevi’nden çevirisi çıkan “100 Soruda İran” isimli eser, İran’ı tanıtmak ve en temelde İran’la ilgili öz bilgi vermek için hazırlanmış bir çalışmadır. Mohammad Reza Djalili ve Thierry Kellner eserde, İran’la ilgili merak edilenleri 100 soru ile cevaplamaya çalışıyor. Soruları tarih, toplum, siyasi sistem, kültür, din, jeopolitik meseleler, ekonomi, İran’ın Avrupa ve Türkiye ile ilişkileri şeklinde başlıklara dağıtan yazarlar, okura hem tarihsel bir perspektif sunarken hem de İran toplumunun kadın hakları, eşcinsellik, cinsiyet değiştirme gibi en özel meselelerine girmekten de çekinmiyor.

Siyasi sistem içerisinde din adamlarının elinde bulundurduğu güce sık sık atıfta bulunan çalışma, bunun İran için ne gibi engeller ve sıkıntılar çıkardığını her bölümde hissettirmeye çalışarak bu konuda genel bir kanaat oluşturmayı hedefliyor.

Örneğin hem İran siyasi tarihinde, hem de İran toplumunun psikolojisinde önemli yeri olan Başbakan Musaddık’ın makamını kaybetmesinin nedeni anlatılırken, CIA ve MI6’nın ortaklaşa yaptığı darbede gerçek rollerinin abartıldığı iddia edilirken, başbakana karşı hükümet darbesinin gerçekleşmesinde monarşist ve dini güçlerin oynadığı merkezi rolün altı çizilmektedir (s. 41). Bunun yanı sıra İran’ın devrim sonrası ilişkilerinde çok da dile getirilmeyen, özellikle Moskova ile yakınlaşmasını önlemek maksadıyla ABD’nin İran İslâm Cumhuriyet’i ile yeni bağlar kurma isteği ve bunu da İran ile gizli silâh anlaşmalarıyla sağlaması, kitapta yazarların üstünde durmaya değer verdikleri ayrıntılardan. Örneğin Reagan yönetimi, İran’a gizli silâh satışlarından elde edilen bu fonlarla, Orta Amerika’daki soğuk savaş bağlamında, Sandinista rejimine karşı sürdürdüğü gizli savaşta Nikaragua “Contra”larını gizlice finanse etmeye başlamıştır (s. 53).

Toplumsal alandaki sorularına yolsuzluk konusu ile giriş yapan çalışmada, İran’ın uluslararası alanda sürekli eleştiri ile karşılaştığı insan hakları, kadının statüsü, sivil toplum örgütleri, internet kesintileri gibi konularla ilgili sorulara cevap aranmıştır. İran’da yapılan geleneksel sporlarla beraber 2005’te erkek rakiplerine karşı İran rallisini kazanan Lâle Sıddık’tan da örnekle, kadınların spor müsabakalarına katılırken karşılaştıkları zorlukların altı çizilmiştir (s.83).

İran’ın karar alma sürecini anlamayı “ülkenin kara kutusuna girmek” gibi güzel bir benzetme ile tanımlayan kitap, dini lider ve cumhurbaşkanı ikilemini Ahmedinejad döneminden farklı olarak şöyle açıklar: “Ruhani’nin ve Rehber Hamaney ilişkisinde ikisinin de molla sınıfından gelmesi gibi ortak yönleri vardır fakat rehberin muhafazakâr, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ise kendini ılımlı ve reformcu akıma üstü kapalı şekilde yakın göstermesini birbirini tamamlayan duyarlılıklardır” (s. 123).

Siyasi ve toplumsal değerlendirmelerin yanı sıra İran, bugün dünyada devrimin yaptığı toplumsal dönüşümleri çağrıştıran bir ülke olmaktan öte, derin kültürel bir geçmişe sahiptir. Bunun en iyi göstergelerinden biri olan sinema için başarının kaynağını “aktarmak istediği mesajın evrenselliği” olarak gören eser, özellikte rejimin dayattığı kurallara kendini uydurmak zorunda olan sinemanın sansüre maruz kaldığını ve uluslararası başarı kazanmış filmlerin ülke içinde çok az gösterildiğini okuyucuya örneklerle aktarmaktadır. Sinemanın yüksek etkisinin dışında, İran kültürü derin bir edebiyat birikimine de sahiptir. Fars edebiyatı mit ve efsanelerle örtülüdür. Şahname’de Rüstem, dünyanın dördüncü şahı olan Cemşid, karakteristik özelliklere sahip kahramanlardır. Modern İran toplumunda derin etkilere sahip olan bu efsanelerin, hikâyelerin parçalarını pek çok İranlı bilmekte, böylece geçmişlerini anlamada ve geleceklerini çözümlemede bu kahramanları rehber edinmişlerdir (s. 148). Kitap, “İran neden Şii oldu?” sorusu ile İran’ın karakteristik başka bir özelliğine de dikkat çekmeye çalışmaktadır. Kerbelâ ile başlayıp Şii ilâhiyatının Sünniliğe karşı geliştirdiği şehitlik ideolojisi ve Şiiliğin İran’da devlet dini olarak gelişimine yer veren yazarlar, Fransız İranbilimci Henri Corbin’e atıfla Şiiliğin başarısını, İran’ın eski inanışlarının etkisi altındaki entelektüel eğilimin yansıttığını düşünmektedir (s.160).

Nükleer anlaşma, ABD ve İsrail ilişkilerinin geleceği, Suud-Acem mücadelesi üzerine sorularla jeopolitik meseleleri de ele alan çalışmanın, İran-Hamas ittifakını jeopolitik bağlamda değerlendirmesi dikkat çekicidir. 2006 seçimleri sonrası Hamas’ın yalnızlığını İran’la gidermeye çalışması, sonrasında da Arap Baharı ile, özellikle de Suriye konusundaki yol ayrımı, bu yakınlaşmayı bitirmiştir. İlâveten, Hamas’ın bürolarını Şam’dan Kahire’ye taşıyarak Müslüman Kardeşler’le yakınlaşması, Tahran tarafından eleştirilmiştir. Mısır’da Mursi’nin devrilmesi ile başlayan, 2014 Gazze Krizi ile İran, Hamas’la yeni bir yakınlaşma içine girmiştir. İran Filistin’deki İslâmi hareketlerle karşılaşılan zorluklara alternatif olarak Harakat es-Sabirin Nasran el Filistin veya Hesnu el-Sabirin olarak da bilinen (Filistin’in Kurtuluşu İçin Sabredenler Hareketi) ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış gözükmektedir (s.197-198).

Jeopolitik bağlamda ikili ilişkilere de yer veren çalışma, İran’ın Rusya ile ilişkilerini      “geleneksel güvensizlik” üzerinden tanımlarken, Pekin’in ise İran için ideolojik ve stratejik tehdit olmadığını, tersine “gerçek bir hegemonya karşıtı ortaklık” olduğunu ifade etmiştir (s. 204-207). Bununla beraber İran’ın Afrika’ya ilgisini, hem Şah dönemi, hem de devrim sonrası faaliyetleri ile açıklayan kitap, 80’li yıllarda özellikle İran’ın soft power (yumuşak gücünü) kullanarak kıtaya girmeye çalıştığını anlatmaktadır. Ehl-i Beyt Enstitüsü aracılığı ile Gana, Kenya, Nijerya ve diğer Afrika ülkelerinde din adamları yetiştiren ve Nijerya’da olduğu gibi Müslüman ahaliyi Şiiliğe davet eden (Nijerya’da 80’li yıllardan önce Şii yokken bugün 4 milyon Şii vardır.) dernekler ve okullarla faaliyet içerisindedir ( s.213). Sudan’la Kızıldeniz’deki varlığını pekiştirmek için ilişkilerini geliştiren İran, 90’lı yıllarda bu durumu başarmış olsa da, 2016’da Sudan’ın Suudi Arabistan’la yakınlaşması ile diplomatik ilişkileri kesilmiştir. Ayrıca bölgesel diğer ilişkilerin de zayıflamasıyla İran’ın Afrika stratejisinin ve Kızıldeniz’deki nüfuz alanının darbe aldığı vurgulanmıştır (s. 216).

Djalili ve Kellner, İran ekonomisinde merak edilen sorulara dair sayısal verilerle cevap verirken, son bölümü ise İran’ın Avrupa ve Türkiye ile ilişkilerine ayırmıştır. “İran ve Türkiye’nin müttefik mi, rakip mi” olduğu konusuna son soruda değinen yazarlar, tarihsel bağlarla değerlendirdikleri ikili ilişkilerin, AK Parti iktidarı ile alevlendiğini, hem siyasi ilişkilerin- hem de ticari ilişkilerin arttığını belirten genel bir değerlendirme yapmıştır. Türkiye ve İran’ın Arap Baharı ve Suriye krizi ile ters düştükleri ilişkileri gerilmiş, karşılıklı söz düelloları ile zaman zaman sertleşmiştir. Buna rağmen 2016 yılının iki taraf için de faydacılık rüzgârında geçtiğini vurgulayan yazarlar, bunun kanıtı olarak da turizm anlaşmasını örnek vermiştir.