Yirminci Yüzyılda İranlı Entelektüeller

Yirminci Yüzyılda İranlı Entelektüeller

Yirminci Yüzyılda İranlı Entelektüeller

Yirminci Yüzyılda İranlı Entelektüeller

Ali Gheissari, Iranian Intellectuals in the 20th Century, University of Texas Press, 1998, 263 sayfa.

ISBN: 978-0292728042


San Diego ve Brown üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev yapan Ali Gheissari, entelektüel tarih üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır. Gheissari’nin İngilizce ve Farsça birçok akademik yayında imzası bulunmaktadır. Tahran, Saint Andrews ve Oxford gibi üniversitelerde ders vermiştir. Gheissari’nin bu yazıda incelenen Iranian Intellectuals in the 20th Century başlıklı kitabı, Muhammed Dehkani tarafından Farsçaya tercüme edilerek 2004 yılında Hermes Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

Gheissari, “Giriş: İran’da Modern Entelektüalizm” (Introduction: Modern Intellectualism in Iran) başlıklı ilk bölümde kitabın içerik, yöntem ve hedefleri hakkında bilgi verir. İran’da modern entelektüalizmin İranlı düşünürlerin hakikat karşısında değişen tutumlarıyla belirgin hâle geldiğini ifade eder. Modern eğitimin bu değişimdeki etkisini dolayısıyla İran’da entelektüel tipin oluşumundaki rolünü vurgular. Ancak modern eğitim süreçlerinden geçmiş olma koşulunun entelektüelleri sınıflandırmada yeterli bir ölçüt olamayacağını ileri sürer. Zira İran’da geleneksel eğitim aldığı hâlde modern fikirleri savunanlar olduğu gibi modern eğitim kurumlarında yetişip moderniteyi eleştirenler de vardır.

Yazar, “Meşrutiyet Dönemi’nde Entelektüeller” (Intellectuals in the Constitutional Period) başlıklı ikinci bölümde on dokuzuncu yüzyıldan Meşrutiyet Devrimi’ne İran toplumunda ortaya çıkan entelektüel eğilimlere odaklanır. Gheissari’ye göre inkılap, vatan, millet, ülke, kavim, ümmet ve devlet gibi kavramların bu zaman diliminde geleneksel anlamlarından kopup modern anlamlar kazanması, İran’da siyasi kültürün dönüşümünün çarpıcı bir göstergesidir. Örneğin “inkılap” kelimesi önceleri kaçınılması veya önlenmesi gereken bir kargaşa durumuna işaret ediyorken Meşrutiyet ile birlikte bir ideale dönüşmüştür. Entelektüeller arasında antik İran’a dair ilgide canlanma bu dönemde görülen bir diğer önemli gelişmedir. Gheissari; oryantalistlerin, gezginlerin ve Batılı devletlerin bölgede görev yapan elemanlarının bu dönüşümdeki etkisine dikkat çeker. Yazarın üzerinde durduğu bir diğer konu, İran’da Meşrutiyet öncesi reform çabaları ve bunların önündeki engellerdir. Gheissari’ye göre İran’ın Osmanlı ve Mısır gibi toplumlara nazaran kırsal bir yapıya sahip olması, çoğunluğu Şii-Müslüman olan nüfusunun homojen niteliği ve İran’da ikamet eden yabancı sayısının azlığı; İran’ın dış etkilere ve değişime sınırlı oranda açık olmasına sebep olmuştur. Yazarın ikinci bölümde ele aldığı son konu İran Meşrutiyet Devrimi’nin kökenlerine dair farklı görüşlerdir. Marksist tarihçiler, Meşrutiyet Devrimi’nin İran halkının antikolonyalist eğilimlerine bağlı olarak geliştiğini ifade eder. Sınıf mücadelesi de Meşrutiyet hareketinin merkezindedir. Pehlevi Dönemi tarihyazımının önemli simalarından Feridun Ademiyet ise seküler entelektüellerin çabalarını Meşrutiyet hareketinin merkezine yerleştirir. Öte yandan 1979 Devrimi sonrası ulemanın Meşrutiyet Devrimi’ndeki rolünü öne çıkaran bir tarihyazımı gelişmiştir.

Kitabın “Entelektüeller ve Devlet Milliyetçiliği, 1921-1941” (Intellectuals and State Nationalism, 1921-1941) başlıklı üçüncü bölümü, Rıza Şah Dönemi modernleşme tecrübesine ve dönemin entelektüel gelişmelerine ayrılmıştır. Meşrutiyet Devrimi’ni takip eden siyasi ve sosyal kargaşa, İranlı entelektüelleri güçlü bir merkezî devlet yaratarak ülke içinde düzeni tesis edecek bir kurtarıcı aramaya sevk etmişti. Gheissari’ye göre dönemin gazete ve dergilerinde Şehname’de yer alan Kâve isimli kahramanın oldukça revaçta olması, bu arayışın bir göstergesidir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda İran’ın toprak bütünlüğünü koruyabilecek güçlü bir merkezî devlet, İranlı entelektüellerin ortak rüyasıydı. Ayrıca Batılılaşmanın gerekliliği de birçok entelektüel tarafından paylaşılıyordu. İranlı entelektüellerin görüşleri; Batılı kültür kodları ve tedbirlerin ne ölçüde benimseneceği üzerine farklılaşıyordu. Bu tutumlar içinde öne çıkan bir grup Kâve dergisinin kurucusu ve başyazarı Seyyid Hasan Takizade’nin de içinde bulunduğu Batılılaşmayı “İranlı değerler”i koruyarak sürdürmeye taraftar olanlardı. Öte yandan Gheissari, Batıcı tedbir ve yaklaşımları bir program dâhilinde öneren devlet adamları ve entelektüellerin varlığına da dikkat çeker. Kaçar Dönemi’nde orta seviyede bir bürokrat olup daha sonra çeşitli bakanlık görevlerinde bulunan Muhteşem’üs-Saltana İsfendiyari bu gruba bir örnektir. Muhteşem’üs-Saltana’nın 1921 yılında kaleme aldığı “Bedbahtlığımızın Sebepleri ve İlacı” (‘Elel-e Bedbahtî-ye Mâ ve ‘Elâc-e Ân) adlı risale, dönemin reformcu zihniyetini iyi yansıtan bir eserdir. Muhteşem’üs-Saltana, İran’ın sıkıntılarını aşmak için yapması gereken dört temel iş olduğunu savunur: 1) Müslüman kimliğin yeniden ortaya konması 2) Kamusal eğitimin geliştirilmesi 3) Toplumsal adaletin sağlanması 4) Millî ekonominin geliştirilmesi. Dört temel ilke içinde Müslüman kimliğe yer verilmesi, İran kimliğinin giderek İslami olmayan yönlerine vurgu yapılmaya başlanan bu dönem için dikkat çekicidir. Gheissari, ilerleyen sayfalarda Pehlevi modernizminin başarı ve başarısızlıklarına değinir. Özellikle kadınların kıyafet tercihlerine yapılan müdahale ve çarşafın yasaklanmasının İran toplumunda doğurduğu huzursuzluğu kaydeder. Son olarak edebiyattaki gelişmelere değinen Gheissari, romanın bu dönemde ciddi bir aşama kaydettiğini ifade eder. Şehirli yaşam kodlarının değişmesi, okuma yazma oranının yükselmesi ve orta sınıfın okumaya merakının artması; romanın popüler hâle gelmesinde etkili olmuştur. Yazar, roman türünün yalnızca okunan konuları değil; okuma biçimlerini de değiştirdiğini ifade eder. Hafız, Sadi ve Hayyam gibi şairleri defalarca ve rastgele bir sayfasını açarak okumaya alışan İranlılar artık romanları baştan sona ve genellikle bir kere okumaktadır. Dönemin roman türlerine bakıldığında tarihî roman ile sosyal ve eleştirel romanların öne çıktığı görülür.

Gheissari, “Siyaset ve Edebiyat, 1941-1953” (Politics and Literature, 1941-1953) başlıklı dördüncü bölümde Rıza Şah’ın tahttan indirilmesinden Musaddık’a yapılan darbeye kadarki dönemi ele alır. Rıza Şah’ın otoriter yönetiminin sona ermesi, İran’da siyasi eleştiriye yeni bir alan açmıştır. Matbuat dünyası tıpkı Meşrutiyet Dönemi’nde olduğu gibi bu dönemde de bir altın çağ yaşamış; yayımlanan dergi, gazete ve kitap sayılarında büyük artışlar kaydedilmiştir. Gheisari’ye göre dönemin siyasal ve entelektüel hayatına damgasını vuran bir diğer husus, İran siyasetinde çeşitli partilerin ortaya çıkışı ve etkin olmasıdır. Yazar, kurulan birçok siyasi parti arasında üç tanesinin öne çıktığını belirtir: Solda Tudeh Partisi, sağda Millî İrade Partisi ve merkezde farklı partilerin koalisyonundan oluşan Millî Cephe. Gheissari, İranlı entelektüellerin bu dönemde Aydınlanma’dan Marksizm’e modernitenin çeşitli yüzlerinin ürünü olan düşünce ve ideolojileri klasik bir dil olan Farsça ile ifade etmekte zorluk yaşadığını ifade eder. Yazara göre Farsça bu dönemde semantik (anlambilim) ve sentaks (cümledizim) bakımından buhran içinde olmuştur. Dördüncü bölümde yazarın ele aldığı bir diğer mesele 1946 İran Yazarlar Kongresi’dir. İran-Sovyet Kültür Topluluğu tarafından düzenlenen, ilk ve son kez farklı nesillerden ve dünya görüşlerinden İranlı edebiyatçıları bir araya getiren kongre, çeşitli yönlerden ilgi çekici bir tecrübe olmuştur. İran’da edebî eleştiri ve teorinin muhtemelen ilk kez açık bir toplantıda konuşulduğu bu kongre ayrıca farklı görüşlerden yazarların birbirini dinlemeye ve anlamaya çalıştığı ender anlardan biri olarak kalmıştır. Gheissari’nin de ifade ettiği gibi sonraki yıllarda ideolojik hassasiyetleri koyulaşan İranlı entelektüeller, birbirlerini anlamak için fazla bir çabaya girişmemişlerdir.

“Batıcılık Eleştirisi ve Modernite Üzerine Tartışmalar” (Critique of Westernism and Debates over Modernity” başlıklı beşinci bölüm, kitabın en kapsamlı bölümüdür. Gheissari bu bölümde İngiliz-Amerikan güdümlü 1953 Darbesi’nden 1979 Devrimi’ne uzanan süreçteki entelektüel gelişmeleri ele alır. Dönemin entelektüel hayatında dergilerin özel bir yeri olmuştur. Dergiler, bu dönemde edebiyat, kültür ve sanat gibi alanlarda modern ifade biçimlerini ve yeni konuları İranlı okurlara ulaştıran en önemli araç hâline gelmiştir. Yazar, İranlı entelektüellerin 1960’lı yıllar boyunca ilgilendikleri temel meseleleri ise şöyle sıralar: “…kuşak çatışması, beyin göçü, tüketim toplumunun sorunları, üçüncü dünyanın ekonomi politiği, Asya toplum teorisi ve İran’da kapitalizm öncesi ve kapitalist dönem üretim biçimleri.” (s. 83).

Beşinci bölümün geri kalanında ise Batıcılık karşısında eleştirel tavır takınan dört entelektüelin konuya yaklaşımları ele alınmıştır. Seyyid Fahrettin Şadman, Celal Âl-i Ahmed, İhsan Neraki ve Ali Şeriati yazara göre Batıcılık ve yerlilik meselelerinde düşünceleriyle öne çıkan düşünürlerdir. Şadman, dil ile düşünce arasındaki yakınlığa yaptığı vurgu ile bilinir. Sağlıklı bir modernleşme için güçlü bir dilin gerekliliğini beyan eder. Bilhassa sol eğilimli entelektüellerce benimsenen, Arapça ve diğer dillerden geçen kelimelerden arındırılmış öz Farsçayı benimsemez. Şadman ayrıca “fokoli” diye nitelediği Batı ve İran kültürlerinin her ikisini de yarım yamalak bilen tipi kıyasıya eleştirir. Şadman, Batı medeniyeti karşısında iki farklı tavır takınılabileceğini savunur: Ya bu medeniyet, mantığın rehberliğinde ve gönüllü olarak benimsenecektir ya da Batı etkisinin muzaffer seline koşulsuz teslim olunacaktır. Gheissari’nin Batıcılık meselesi bağlamında ele aldığı ikinci entelektüel Celal Âl-i Ahmed’dir. Ğarbzedegi adlı meşhur kitabında Âl-i Ahmed, Batı teknolojisinin olumsuz işlevi üzerinde durarak moderniteyi eleştirir. Âl-i Ahmed ayrıca İran’da medrese ve okul ikiliğini eleştirir. Kaçar Dönemi’nden itibaren geleneksel ilimlerle modern ilimlerin medrese ve okul gibi ayrı kurumlarda öğretilmesini hatalı bulur. Yazarın da ifade ettiği gibi Âl-i Ahmed, her ne kadar kendi düşüncelerini dağınık bir şekilde ifade etmiş olsa da kitleler üzerinde etkili olmuş bir kişidir. UNESCO ve Tahran Üniversitesi gibi kurumlarda uzun süre idari görevlerde bulunmuş İhsan Neraki ise Batı’nın ve Doğu’nun hakikat anlayışlarını birleştirmeyi teklif eder. Sanayileşme ve teknolojik gelişmişliklerine rağmen Batı toplumlarının yaşadığı sosyal krizleri göz önünde bulunduran Neraki, İran için tek çıkar yolun; kendi kültürüne, millî ruhuna ve tarihsel mirasına dönmek olduğunu savunur. Neraki, Batı’nın İran üzerindeki emperyal hedeflerini eleştiren Âl-i Ahmed gibi düşünürlerden farklı olarak Batı medeniyetini kendi özelliklerine dayanarak eleştirmiştir. Neraki’ye göre İran ve diğer üçüncü dünya ülkeleri, Batı’nın gelişim çizgisini asla taklit etmemelidir; zira Batı’nın takip ettiği yol, özenilecek bir yol değildir. Gheissari’nin Batıcılık eleştirileri bağlamında ele aldığı son entelektüel Ali Şeriati’dir. Şeriati, İranlıların gerçek kimliğinin Şii-İslam kimliği olduğunu savunur. Birçok seküler milliyetçi entelektüelin aksine antik mirasa dayanmayan İslami bir uyanmadan yanadır. Yazara göre Şeriati’nin önemli özelliklerinden bir diğeri de İslam inancından bir ideoloji yaratmış olmasıdır. Şeriati’nin düşüncelerine bakıldığında sosyalizm, Marksizm, varoluşçuluk, tasavvuf ve üçüncü dünya teorileri gibi farklı kaynaklardan faydalandığı görülür. Bu durum, Şeriati’nin düşünce sisteminin eklektik yapısını ortaya koyar.

Kitabın son bölümünde 1979 Devrimi sonrası entelektüellerin yaşadığı hayal kırıklığı ve yeni devletin ihtiyaçlarına uygun olarak gelişen “Mektebî” doktrin ele alınır. İran’da modern düşünce tarihinin genel seyrini göz önünde bulunduran yazar, İranlı entelektüellerin günlük siyasetle aşırı bir biçimde ilgilenmekten ve düşüncelerini buna göre şekillendirmekten kendilerini alamamalarını felsefi bir zaaf olarak değerlendirir. Yüzyılın başında İranlı entelektüellerin istibdata karşı ve modernite taraftarı olarak yola çıktığını belirtir. Aslında İranlı entelektüellerin bugün de mücadeleleri bu yöndedir.

Bu yazıda incelenen kitabın yazımından 20 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen güncelliğini ve akademik değerini koruduğunu söylemek mümkündür. Kitap, 20. yy. İran entelektüelleri hakkında genel bir bilgi edinmek isteyenler için doğru bir başlangıç olacaktır. Gheissari’nin kitabını benzerleri içinde farklı kılan husus, entelektüelleri alt alta sıralayıp eserlerini değerlendirmekle yetinmeyip konuya teorik yaklaşımlar getirmesidir. Son olarak kitabın yaklaşık yarısını oluşturan not ve kaynakça kısmı, araştırmasını derinleştirmek isteyenler için oldukça faydalıdır.