Osmanlı-İran Sınırından Anılar
Osmanlı-İran Sınırından Anılar
Aziz Samih İlter-Charles Henry Dudley Ryder, Ali Murat Kurşun (Haz.), Taş Mektep Yayın Atölyesi, İstanbul, 2014, 150 sayfa.
ISBN: 978-6058634237
Osmanlı Devleti ile İran arasındaki sınır meselesi, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla birlikte büyük ölçüde hallolmuş olsa da ufak tefek sorunlar devam edegelmiş ve bu ufak pürüzlerin giderilmesi için süreç içerisinde iki ülke çeşitli zamanlarda düzenlemelere gitmiştir. Bu düzenlemelerin en sonuncusu 1937 yılında Tahran’da imzalanan anlaşmayla yapılmıştır. Böylece Türkiye ile İran arasındaki sınır da kuzeyde Azerbaycan sınırından başlayarak güneyde Irak sınırına kadar 534 km’lik bir hat şeklinde bugünkü son hâlini almıştır.
Söz konusu sınırı, harita üzerinde kesinleştirme ihtiyacı özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla Rusya ve Birleşik Krallık’ın İran ve Orta Doğu üzerinde etkilerini artırmaya başlamalarına isabet eder. 1942 itibarıyla konuyla yakın bir şekilde ilgilenmeye başlayan Birleşik Krallık ve Rusya, bu tarihten itibaren konu üzerine detaylı çalışmalar yapmış olsalar da savaşlar, sınır aşiretlerinin durumlarının belirsizliği ve ülkeler arasındaki ihtilaflar gibi konular, bu çabaların sonuçlanmasında engel teşkil etmiştir. 100 yıl süren bu ihtilaflı meselenin çözüme kavuşturulması için 1913’te İstanbul’da bir konferans yapılmış ve sınırın tekrar belirlenmesi kararlaştırılmıştır. Buna göre Türklerden ve İranlılardan teşkil birer heyet oluşturulacak ve olası ihtilaflarda İngiliz ve Rus heyetleri hakemlik yapacaktır. Türk, İran, Rus ve Birleşik Krallık heyetlerinden oluşan bu komisyon, Ege’den deniz yoluyla başlayan ve Irak sınır hattından Ağrı Dağı’na kadar uzanan bir hat boyunca -Aziz Samih İlter’in aktarımıyla- 10 ay 10 gün boyunca toplamda 3.600 km’ye yakın bir yol gitmiştir.
Osmanlı-İran Sınırından Anılar isimli bu eser, Osmanlı heyetinde görev almış İlter’in ve Birleşik Krallık heyetinde yer almış Albay Ryder’ın anılarının derlenmesinden oluşmaktadır. 150 sayfadan oluşan bu eser, Ali Murat Kurşun tarafından ORDAF bünyesinde yayıma hazırlanmıştır. İki farklı heyetten iki farklı yetkilinin anılarının tek kitapta birleştirilmesi, kitaba zenginlik kazandırmıştır. Kitabın “Giriş” bölümünde, Osmanlı-İran sınır hattındaki gelişmelerin tarihi konu alınmış ve bunun yanında detaylı bir şekilde gerçekleştirilen arşiv çalışması neticesinde anı sahiplerinin hayat hikâyeleri konu edilmiştir. Son olarak eserde, komisyonun seyahatleri sırasında çekilen fotoğraflara da yer verilmesi, eseri ayrıca zenginleştirmiştir.
Eserin ilk bölümünü oluşturan anıların sahibi olan İlter; asker, siyasetçi ve bir diplomattır. 1877 yılında Erzincan’ın Kuruçay ilçesinde dünyaya gelen İlter, 1901 yılında kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisinden mezun olmuştur. Bu kitabın da konusu olan Türk-İran Hududunun Tahdidi Komisyonu Türk Heyeti başkanlığı da dâhil olmak üzere birçok görevde devlet hizmetinde bulunmuştur. Nihayetinde 1918 yılında ordudan emekliye ayrılmış ve Ankara hükûmetinin hizmetine girerek Erzincan milletvekilliği dâhil birçok başka görevde bulunmuştur. İlter, 2 Aralık 1948 yılında hayata gözlerini yummuştur.
Anılarına kitabın ikinci kısmında yer verilen Ryder ise 1868 yılında dünyaya gelmiş, Birleşik Krallık ordusunda topoğraf olarak görev almış ve çeşitli uluslararası sınır meseleleri ve arazi taksimleri konusunda çalışmalarda bulunmuştur. Bahsi geçen komisyonda da Birleşik Krallık heyetinde topoğraf olarak görev almıştır. Bu çalışmalar sırasında yaptığı gözlemleri ve tecrübelerini önce 8 Haziran 1925’te Royal Geographic Society’nin toplantısında okumuş; ardından Eylül 1925’te The Geographical Journal’da “The Demarcation of the Turco-Persian Boundary in 1913-14” başlığıyla fotoğraflarıyla beraber yayımlamıştır. Ryder, 13 Temmuz 1945 tarihinde vefat etmiştir.
Kitap, her şeyden önce bölge hakkında kapsamlı bir panorama sunmaktadır. Eser, hemen her bilim dalından araştırmacıya veri sağlamaktadır. Şöyle ki özellikle İlter’in anılarında bölge tarihi, coğrafyası, sosyolojisi, ekonomisi, tabiatı, siyasi durumu ve daha birçok mesele hakkında doğrudan bilgiler bulunmaktadır.
“Hudut Tahdidini Kim İstiyor?” başlığıyla başlayan anıların ilk kısmında İlter, neden böyle bir işe kalkışıldığını detaylı bir şekilde izah etmektedir. Buna göre Balkan Harbi’nin hemen akabinde Osmanlı Devleti’nin en zayıf olduğu anda Rusya ve Birleşik Krallık, İran ile hududun tahdidi meselesini ortaya sürmüş ve İran’ı da harekete geçirmeyi başarmıştır. Bu durum, İstanbul tarafından da kabul görmüş ve bir heyet teşkil edilmiştir. İlter’in açıklamalarına göre Rusya ve Birleşik Krallık, İran’ı kuzey ve güneyden nüfuz bölgelerine taksim etmiştir. Bu bölgedeki asayişsizlik, söz konusu iki ülkenin ticari menfaatlerine engel olduğundan ve aşiretler her iki tarafa da rahatlıkla geçebildiğinden Osmanlı-İran sınırının kati bir şekilde çekilmesini talep etmişlerdir. Yoksa ne Osmanlı tarafından ne de İran tarafından böylesi bir talep ve arzu söz konusudur. Nitekim başlangıçta görüşmeler sırasında Osmanlı heyeti bu duruma itiraz etmiş ve konuyu Harbiye Nazırı’na iletmiş olsa da Harbiye Nazırı konuyla ilgili, “Tahdid-i hududu biz bu iki hükûmetin zoruyla yapıyoruz. Binaenaleyh bu maddenin kabulü zorunludur.” diye cevap vermiştir. Bu cevaba karşı itirazcılar, “O hâlde hududa kadar gitmeye hacet yok. Burada bunların dediği ve istediği gibi hududu çizeriz, olur biter.” diyerek serzenişte bulunmuşlardır.
Kitabın arka kapağında da hem Osmanlı’nın hem de İran’ın sınırdaki söz konusu statükoya karşı yaklaşımları oldukça öz ifadelerle şu cümlelerle izah edilmiştir: “Osmanlı-İran sınır anlaşmazlıklarının önemli bir sebebi de iki ülke topraklarında da yaşayan aşiretlerdi. Bu aşiretler, sınır tanımaksızın mevsimsel göçler yapmaktaydılar. Bu durum, iki ülke arasında sınır problemlerini de zaman zaman artırmaktaydı. Buna rağmen Osmanlı-İran sınır sorunları, sınır diplomasisi ekseninde yürütülmekteydi. Zaman zaman gerginlikler olmasına rağmen hiçbir zaman sıcak çatışmalara dönüşmemişti. Hatta sınır boylarındaki sosyal yapıları dikkate alan iki taraf da mutlak sınır çizimi konusunda isteksiz davranmakta ve bunu bir politikaya dönüştürmüştü.” Ryder da anılarının ilk kısmında benzer bir şekilde bu sınır bölgesinin tarihine değinmektedir. Anılarının giriş bölümünde 1842’den itibaren olan biteni adım adım kaleme almış; 1913’e gelene kadar yaşanan süreci oldukça net ve kısa cümlelerle izah etmiştir.
İlter’in serzenişte bulunduğu bir başka konu ise vatanın bu uzak köşelerinin devlet tarafından nasıl ihmal edilegelmiş olduğudur. Kitabın başında bu iş öncesi kendisine iletilen bilgilerin yanlış olduğunu anlamasıyla “İşte biz böyle mükemmel (!) malumatlarla işe başlıyorduk.” diye bir serzenişte bulunur. Anılarının sonunda ise “Bu seyahatte uzak vilayetlerimizin ibret verici zenginliğini, güzelliklerini gördüm. Hükûmetin buralara ne kadar kayıtsız olduğuna hayret ve esef ettim. Nazırlarımızın bir kere olsun gelip buraları görmelerini ne kadar arzu ederdim. Bizim ihmal ettiğimiz bu yerlere, ne kadar iştahlı ve arzulu gözlerin dikilmiş olduğunu pek açık görüyordum.” ifadeleriyle duygularını aktarmaktadır.
Anılardaki ilginç bir başka detay ise ünlü Rus şarkiyatçı Vladimir Fyoodoroviç Minorski hakkında birçok ilginç ve kişisel detayın oluşudur. Öyle ki hem İlter’in hem de Ryder’ın anılarında kendisinden bahsedilmektedir. Minorski, Rus heyeti içerisinde görev alması hasebiyle bu komisyon içerisinde yer almıştır. Anılardan anlaşıldığı üzere İlter ile iyi bir diyalog kurmuştur. Minorski’nin, kitaptaki tabirle “yeni aldığı madamın” yani yeni eşinin Trabzonlu oluşu ve eşinin gruptaki tek kadın oluşu gibi detayları yine bu anılar içerisinde görmek mümkündür. Keza Minorski ile İlter’in bir Ermeni kilisesine gidip oradaki Ermeni papazıyla yaptıkları diyalog da anılardaki ilgi çekici kısımlardan bir diğeridir. Özellikle İlter’in aktardığı anılarda âdeta bir roman karakteri gibi canlı bir şekilde betimlenen ve takip edilen Minorski hakkında eser, biyografik anlamda değerli bilgiler ihtiva etmektedir.
Anıların başında oldukça dayanışma içinde ve neşeli bir portre çizen komisyondaki heyetlerin, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte bu neşelerinin gölgelendiği ve özellikle Rus ve Birleşik Krallık heyetlerinin Türklerle aralarına mesafe koymaya başladığı anlaşılmaktadır. İlter, heyetler üzerine çöken bu gölgeyi “Harbi umuminin en zorlu kavgalarının havadisleri hudut seyahatinin zevkini kaçırmış, herkes kendi memleketini düşünmeye başlamış, hudut meselesi ehemmiyetini kaybetmişti.” diyerek açıklamaktadır. Ryder ise “Bu andan itibaren Büyük Savaş tarafından gölgelendiğimizi hissettik.” sözleriyle durumu betimlemektedir. Nitekim yine Ryder’ın aktarımına göre “Türkler ile savaşa girmeden 24 saat önce Türklere ve İranlılara güle güle diyerek İngiliz komisyonunun yegâne geriye kalanları, Wilson ve ben, oldukça dolambaçlı bir yol ile Mezopotamya ve Hindistan’a doğru geriye yol aldık.” sözleriyle söz konusu komisyon çalışmalarının, Osmanlı’nın savaşa girişinden hemen önce tamamlandığı anlaşılmaktadır.
Özellikle İlter’in anılarında birçok anekdot ve ilginç olay bulunmaktadır. İran’daki siyasal durum, İran ve Osmanlı sınır hattındaki valilerin durumları bu anılardan takip edilebilmektedir. Keza yolculuk boyunca yaşanan çeşitli kazalardan petrol bölgelerine, hırsızlık olaylarından mahkûmların hapishaneden firarlarına kadar birçok ilginç anekdota da yine bu anılardan ulaşmak mümkündür. Aşiretlerin bölgedeki durumları ise oldukça canlı bir şekilde tasvir edilmiştir. Aşiretlerin bölge üzerinde ne derece etkili olduğunu anıların birçok kısmında takip etmek mümkündür. Nitekim Osmanlı ile İran arasında bir sınır çizmenin bu yönden barındırdığı zorlukları Ryder, “Avrupa mahkemelerinde sınırı belirlemek ve ‘Eğer Türkiye güneyde ödün verirse İran kuzeyde buna karşılık verecek.’ demek çok kolay. Ancak bu ilgili halklar için hiç de bir teselli değil. Merkezî hükûmetlerden uzak, ulaşılmaz arazilerde yaşadıkları zaman, ne pahasına olursa olsun bunun karşısında durmayacaklar. Yerel fikirler her zaman dikkate alınmalı.” ifadeleriyle aktarmaktadır.
Kitap, içerik açısından oldukça zengin veriler barındırmakta ve birçok bilim dalından araştırmacıya ilk elden kaynaklık sağlayacak bilgiler sunmaktadır. Özellikle İlter’in anıları; birçok köy ve kasaba adı, buraların mevcut durumu, hane sayısı, coğrafi konumları gibi sayısız bilgi barındırmaktadır. Daha da ötesinde Yezidilerden Ermenilere kadar birçok kesime dair motifleri de eserde bulmak mümkündür. Bunların dışında aktardığı olaylar, bölgenin o dönemki sosyolojisi ve siyaseti hakkında oldukça net fikirler vermektedir. Üslup açısından da gerek karakterlerin gerek mekânın tasvirinde kullanılan canlı betimlemeler, okuyucuda bir roman okuyormuş hissiyatını oluşturmaktadır. İlter -belki de devlet geleneğinden kaynaklı olarak- işin ayrıntılarını anılarında çok detaylandırmamış; daha çok olan biteni kayda geçirmiştir. Buna karşın Ryder ise ne yapıldığı üzerine daha çok durmuş ve anılarında komisyonun görevlerini ve hikâyesini ön plana çıkarmıştır.