ABD-İran Gerilimi ve el-Kaide Sorunsalı
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran’ı el-Kaide'nin ana karargâhı olmakla suçlayarak örgütün İran’da bulunan 5 yöneticisini yaptırım listesine aldıklarını duyurdu. Bu ithamları kabul etmeyen İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, söz konusu iddiaları “hayal ürünü” olarak nitelendirdi.
El-Kaide ve İran arasındaki mezhep farklılığı göz önüne alındığında Pompeo’nun bu iddiaları hayal ürünü gibi görünse de sahada bunun aksi bir durum görülmektedir. Kronolojik olarak bakıldığında 11 Eylül 2001 Saldırıları’ndan sonra başlayan el-Kaide ve İran ilişkileri, günümüzde hâlâ devam etmektedir. Bu ilişkinin ilk adımı ise 11 Eylül Saldırıları’ndan sonra ABD’nin, Afganistan’a saldırması ve el-Kaide yöneticilerine yönelik tehditleri nedeniyle İran’ın, el-Kaide liderlerini ülkeye davet etmesi olmuştur.
İran’ın, NATO ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlar tarafından terör örgütü olarak kabul edilen el-Kaide ile olan ilişkilerini gizli tutmaya çalışmasının nedeni; İran ve el-Kaide arasındaki herhangi bir iş birliğinin, ABD’nin İran’a yönelik düzenleyeceği bir askerî müdahaleyi meşrulaştıracak olmasındandır. ABD, bu iş birliğini somutlaştırmak için birçok rapor yayımlamıştır. Hatta CIA tarafından paylaşılan bir videoda, Usame bin Ladin’in oğlu ve örgütün iki numarası olan Ebu Muhammed el-Mısri’nin kızının düğünlerinin İran’da gerçekleştiği iddia edilmektedir. Ek olarak 2013’te el-Kaide ile anlaşmazlık yaşayan DEAŞ’ın bu tarihten sonra İran’a tehditler savurmaya başlaması, ülkede bulunan el-Kaide liderlerinin varlığıyla açıklanmaktadır.
Kasım 2020’de New York Times gazetesinde yer alan haberde, el-Mısri’nin ağustos ayında Tahran’da İsrail tarafından öldürüldüğü iddia edilmişti. Bu iddia, İran tarafından yalanlanarak öldürülen kişinin Hizbullah’a bağlı bir akademisyen olduğu ileri sürülse de Lübnan’da herhangi bir anma töreninin düzenlenmemesi, İran’ın iddiasını zayıflatmaktadır. Ayrıca suikastın 7 Ağustos’ta gerçekleştirildiği de göz önüne alınmalıdır çünkü bu tarih, el-Mısri önderliğinde Kenya ve Tanzanya’da bulunan ABD elçiliklerine düzenlenen ve yüzlerce kişinin öldüğü el-Kaide saldırılarının yıl dönümüdür. Politikada ve savaşta, tarihlerin ve sembollerin birer mesaj içerdiği de düşünülürse öldürülen kişinin New York Times gazetesinin iddia ettiği gibi el-Mısri olma ihtimali oldukça kuvvetlidir.
Batı medyası, İran’ın el-Kaide’ye kucak açma gayesini bir ittifak kurmak ve birlikte terör saldırıları gerçekleştirmek olarak açıklasa da hem İran’ın hem de el-Kaide’nin kendilerince pragmatik nedenleri bulunmaktadır.
İran için ilk ve belki de en önemli gerekçe, el-Kaide’nin İran topraklarına herhangi bir saldırı girişiminde bulunmasını önlemektir. Muhtemelen el-Kaide’nin yöneticileri burada bulunmasaydı İran, bu örgüt için ilk hedeflerden biri olacaktı. El-Kaide saflarında savaştıktan sonra DEAŞ’a katılan el-Lübnani’nin DEAŞ’ın medya organı el-Naba’ya yaptığı açıklamalar da bu gerekçeyi desteklemektedir. Aynı röportajda başka bir konuya daha değinen el-Lübnani, el-Kaide’nin Suriye kolu olan ve Esed’i devirmek için savaşan el-Nusra savaşçılarının, İran’ın izni dâhilinde İran topraklarından Suriye’ye geçtiğini ifade etmiştir. Vekâlet savaşını bir güvenlik politikası olarak belirleyen İran’ın, Suriye’de kendi askerleriyle savaşan el-Nusra militanlarına geçiş için koridor açması da savaşı topraklarından uzak tutmaya çalıştığının bir göstergesidir.
İkinci olarak el-Kaide yöneticilerinin, yurt dışında tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan vatandaşlarını kurtarmak amacıyla takas yöntemini açıkça kullanan İran tarafından siyasi rehineler gibi görüldüğü de söylenebilir. 2015 yılında Yemen’de el-Kaide tarafından kaçırılan bir İranlı diplomat karşılığında 5 el-Kaide yöneticisinin İran gözetiminde serbest bırakılması da el-Kaide yöneticilerinin İran için âdeta birer sigorta olduğunu ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan bu iki aktörün ilişkilerine el-Kaide açısından bakılacak olunursa örgüt yöneticilerinin, ABD tehdidinden korunmak ve hayatta kalmak için İran’a sığındığı görülmektedir. Ayrıca Avrupa basınının iddialarına göre el-Kaide yöneticilerinin -örgüt için çok değerli olan ve birliğin bozulmasını engelleyecek- propagandalarını yapabilmeleri için gerekli teknik altyapı İran tarafından sağlanmıştır.
İran ve el-Kaide ilişkilerine doğal üçüncü olarak dâhil olan ABD kanadından bakılacak olunursa günler sonra görevi devredecek olan Donald Trump ve kabinesinin, Joe Biden’ı İran konusunda köşeye sıkıştırmayı hedeflediği söylenebilir. Bilindiği üzere Biden, İran ile olan ilişkilerinde yeni bir sayfa açma planlarını duyurmuştu. Bunlar göz önüne alındığında İran ve el-Kaide ilişkisinin üzerine gitmek, Trump açısından hem İran’ın zarar göreceği hem de belki 2024 ABD Başkanlık Seçimleri’nde tekrar rakip olacağı Biden’ı zor durumda bırakabileceği bir fırsat olarak görülmüş olabilir.
Sonuç olarak Şii İran’ın, Selefi-Vahhabi terör örgütü el-Kaide ile iş birliği yapması makul görünmese de iki taraf, kendi çıkarlarını gözeterek asgari müşterek oluşturmuştur. El-Kaide yöneticilerinin, kendilerini İran topraklarında ABD tehditlerinden koruması ve İran’ın da kendisini olası el-Kaide saldırılarından koruması bir kazan-kazan yaklaşımına örnektir. Ancak Tahran’da örgütün iki numarası el-Mısri’nin öldürülebilmesi, İran’ın örgüt yöneticileri için artık güvenli bir alan olup olmadığı sorunsalını tartışmaya açmaktadır. ABD iktidarının el değişeceği bu manidar zamanda, mevcut iktidarın bahsedilen iki aktörün ilişkilerinin üstüne gitmeye başlaması ise halefinin elini zayıflatmak ve ekonomik, askerî ve siyasi anlamda kuşatılmış olan İran’ın hareket alanını daha da daraltmaya çalışmak şeklinde okunabilir.