İran Kamusal Söyleminde Venezuela’nın Önemi: HispanTV Örneği

İran Kamusal Söyleminde Venezuela’nın Önemi: HispanTV Örneği
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran-Venezuela ilişkileri, Hugo Chavez ve Mahmud Ahmedinejad dönemlerinde zirve yapmıştır. İki ülke arasındaki ticaret son derece zayıf olmasına rağmen Chavez’in “Chavez de Arabia y Persia” takma adını kazandığı bu ilginç ilişkiyi tanımlamak için genelde ticari ilişkilere atıf yapılmaktadır.

Kamusal söylem; Karakas ve Tahran’ın ABD tarafından dayatılan eylem ve yaptırımları açıkça eleştirebileceği, şeytanlaştırabileceği ve mücrimleştirebileceği güçlü bir alandır. Bu yaklaşım, bu söylemlerin sırasıyla Bolivarcı Cumhuriyet ve İslam Cumhuriyeti’nin sosyal temellerine nasıl hitap edildiğini ve tüketildiğini anlamak, hükûmetin iç siyasette oynadığı rolü güçlendirmek ve yönetici seçkinleri destekleyen bazı popüler sektörlerde hâlâ var olan antiemperyalist ve antisiyonist sloganların olumlu karşılık gördüğünü anlamak açısından yararlıdır. Bazı anketlere göre Venezuelalıların özellikle Venezuela Birleşik Sosyalist Partisine üye olanların yalnızca %33’ü hükûmeti destekliyorken İranlıların ise sadece %47’sinin ulusal hükûmetlerine güvendikleri ortaya konulmuştur.

Geçtiğimiz yarım yüzyılda Latin Amerika tarihi, antiemperyalist ve milliyetçilik söylemlerinin bir arada kullanıldığında kitleleri nasıl harekete geçirebileceğini kanıtlar niteliktedir. José Martí, Bolívar Echeverría, Ernesto Che Guevara ve Augusto César Sandino gibi bazı Latin Amerikalı entelektüellerin temsil ettiği perspektif; Ali Şeriati, Hüseyin Ali Montazeri, Mehdi Bazergan gibi İranlı entelektüellerin 1979 İslam Devrimi sırasında ürettikleri güçlü Batı karşıtı ilkelerde yankı bulmuştur. Söz konusu ilkeler İran’ın, çağdaş kamusal alanda Washington’a karşı devrimci “ekonomik bağımsızlık” ve “direniş ekonomisi” söylemlerinin yeniden üretilmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca bu ilkesel yakınlık, İran’ın coğrafi olarak ABD’ye yakın olan bazı Latin Amerika ülkeleriyle ittifakının arkasındaki nedendir.

İki ülke arasındaki bu ittifakın bir örneği “HispanTV” adlı İspanyolca yayın yapan İran televizyon kanalıdır. Antiemperyalist anlatıların edimsel bir kamuoyu mekanizması işlevi gördüğü bu proje İran İslam Cumhuriyeti Yayıncılık Birliği ve Devlet Televizyonu (IRIB), Küba Radyo ve Televizyon Enstitüsü ve Venezuela haber kanalı Tele Sur tarafından ortaklaşa yürütülmektedir. Bu yayın (proje), Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Orta Doğu ve Latin Amerika’da bir sömürge devleti imajını yeniden yaratmakla kalmayıp aynı zamanda İran’ı dünyadaki diğer izleyicilerle buluşturmaktadır. Bu kanalda, Latin Amerika’da sosyal adalet mücadelesine katılan insanlara yönelik haber üretmede genellikle başarısız olan fakat İran, Küba ve Venezuela’daki halk ayaklanmalarına sıklıkla yer veren CNN en Español gibi bazı Amerikan medya söylemlerinin güvenilirliğinin zedelenmesinden yararlanarak İran’ın dünya meselelerine bakış açısı yaygın bir şekilde yansıtılıp yeniden üretilmektedir.

HispanTV, İspanya’nın Madrid kentinde bulunmasına rağmen internet ve uydu televizyon aracılığıyla tüm Latin Amerika’da izlenebilmektedir. HispanTV hakkında yapılan bir içerik analizinde, ABD’nin dünya siyasetinde oynadığı role yönelik özel eleştiriler getirildiği ve ABD toplumunun temel sorunlarını açıkça eleştirmek için tarihsel örnekleri, röportajları ve çeşitli entelektüelleri kullanarak uluslararası meseleleri ele aldığı saptanmıştır. Örneğin İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar, “İran halkına yönelik suç teşkil eden bir saldırı.” olarak sunulurken İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki diplomatik ilişkilerin normalleşmesi “Filistinlilere ihanet.” olarak yorumlanmıştır. Ayrıca ABD sokaklarındaki protestolar ve şiddet atmosferi vurgulanarak son ABD seçimleri “şiddet içeren ve kaotik” olarak resmedilmiştir.

Latin izleyiciler için en önemli TV şovları arasında, İran’ın uluslararası sisteme uyumuna yönelik konularda yumuşak gücünü genişletmeyi amaçlayan, genellikle engellenmiş bir devlet olarak tanıtıldığı bir araştırma gazeteciliği tarzı olan “Detrás de la Razón” karşımıza çıkmaktadır. Bu şova ek olarak “A la calle en EEUU” programı, ABD’de yaşayan Latin nüfusu ilgilendiren konular hakkında, farklı şehirlerdeki ırkçılık, yoksulluk ve gücün kötüye kullanılması sorunlarına oldukça eleştirel bir bakış açısıyla raporlar da hazırlamaktadır. Geniş deneyime sahip Meksikalı gazeteci Roberto de la Madrid’in sunuculuğunu üstlendiği haberler özellikle tartışma yaratmıştır. Ayrıca sunucu Madrid de İran’da gazetecilere yönelik ciddi hak ihlallerinin vuku bulduğu işaret edilerek İran kontrollü bir haber kanalında çalıştığı için eleştirilere maruz kalmıştır.

Joseph Humire’a göre HispanTV yayınları, Latin Amerika’daki yerli toplulukları da hedeflemektedir. Peru ve Ekvador gibi ülkelerde, yerli topluluklar nüfusun yaklaşık %10’unu temsil ederken Bolivya’da %40’ı temsil etmektedir. Bu önemli bir nokta çünkü HispanTV, genellikle yerel topluluklardaki yoksulluk ve ırkçılık gibi endişeleri gündeme getirerek bu tür sorunların özellikle aşırı yoksulluğun, Avrupa sömürgeciliğinin ve ABD neo-sömürgeciliğinin yanı sıra bazı Amerikan ve Avrupalı ulus ötesi şirketlerin emek sömürüsünün doğrudan bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır.

İran ve Venezuela’nın, ABD liderliğindeki evrensel dünya düzenini hedef alan söylemleri yararlı olsa da bu retorikler sadece teorik düzeyde değildir. Her iki hükûmet de kendi topraklarındaki muhalif gruplar üzerindeki denetimi ve gözetimi güçlendirmek adına istihbarat ve askerî iş birliği geliştirmiştir.

Tahran ve Karakas’ın ulusal güvenlik açıkları, HispanTV ve Tele Sur gibi dijital medya şirketlerinin mantığını açıklamaktadır. Günün sonunda, modern zamanlarda darbelerden kaçınmak için en önemli iki faktörün, medya ve silahlı kuvvetler olduğunu hatırlamak gerekmektedir. Dolayısıyla çevirmenlerin, siyasi gözlemcilerin takas edilmesi ve üst düzey askerî eğitim; İran ve Venezuela arasındaki iş birliği düzeyini anlamak için bir ipucudur. Venezuela tarafında 2019’da Juan Guaidó-Maduro gerginlikleri veya İran örneğinde 2020’de Kasım Süleymani’nin öldürülmesi gibi sorunlar, Venezuela ve İran’ın stratejik anlamda gerçek endişelerini anlamak için sağlam kanıtlar sunmaktadır.

Son olarak bu tür bir iş birliğinin İran’a siyasi yarar sağlayabileceği de unutulmamalıdır. İran için Venezuela’nın kamusal alanını etkilemek; stratejik olarak daha fazla bilgi, uluslararası kuruluşlarda daha fazla oy ve bazı güvenlik anlaşmaları anlamına gelen Karayip bölgesini etkilemek anlamına gelmektedir. Bu yüzden Elliot Abrams gibi bazı siyasilerin, İran’ın Venezuela’daki varlığının, yıllar önce Küba krizi gibi bir füze krizini doğuracağına dair endişelerini ortaya koyduğunda aslında yaptığı şey, İran’ın HispanTV ile yaptığı gibi kamuoyunun dikkatini çeken tartışmalı ve abartılı açıklamalar yaparak İran medya stratejisine saldırmaktır. “Terör sponsoru İran”, “şer ekseni İran”, “nükleer tehdit İran” veya “İran’a karşı maksimum baskı” gibi çoklu medya kampanyaları argümanını desteklemektedir. Washington, gücün öncelikle insanların hayal gücünde var olduğunu çok iyi bilmektedir ve bu güç kaybolduğunda ekonomik ve siyasi çıkarların korunması için savaşların ve darbelerin çanları çalmaya başlar. Ancak artık Soğuk Savaş Dönemi’nde olmadığımızı ve bölgesel hegemonya mücadelesinin bilgi, algı ve duygular alanında gerçekleştiğini hatırlatmak gerekir. İran bu alanda sadece Latin Amerika’da değil 21. yüzyıl siyasetine bilgi devriminin nüfuz ettiği dünyanın diğer bölgelerinde de fazlasıyla sabır ve para yatırımı yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.


Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve IRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.