İran, 2020’den bu yana yaşadığı sıkışmışlık hissini aşmak için Filistin meselesini fırsat olarak görmektedir. Bu doğrultuda bölgeye kendi gündemini empoze etmeye ve kaosu derinleştirmeye çalışmaktadır.
Filistin: İran’ın Stratejik Kuşatılmışlık Hissinden Çıkış Fırsatı
Hamas’ın 7 Ekim 2023'te, kontrolündeki Gazze Şeridi'nden İsrail'e yaptığı koordineli sürpriz saldırı ve akabinde İsrail'in başlattığı Gazze bombardımanından bu yana dünyanın gündemi Orta Doğu oldu. Başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkeleri gelişmeleri yakından takip ediyor. Ancak Hamas’ın sürpriz saldırılarından itibaren farklı bir şekilde gündemde olan bir ülke var ki o da İran.
İran’ı gündeme getiren temel sebep; “direniş ekseni” adını verdiği Orta Doğu stratejisi bağlamında Hamas’la kurduğu ilişkiler ve Hamas’ın son saldırılarında herhangi bir rolünün olup olmadığı sorusudur. İran'ın 1979 Devrimi sonrasında Orta Doğu’da kurduğu ittifaklar, 1990'lar ve 2000'ler boyunca aşama aşama gelişmiş ve ortaya çıkan yeni eksen; Lübnan Hizbullahı, Suriye, Hamas, Irak ve Yemen’i içine alacak şekilde tesis edilmiştir. Bunlar arasında Hamas’ı ayrıca vurgulamak gerekir zira Hamas, İran’ın Şii olmayan tek müttefikidir. Bu konu önemlidir çünkü her ne kadar adı İslam Cumhuriyeti olsa da İran, 12 İmam Şii düşüncesine göre yapılandırılmış bir devlet olup kuruluşundan bu yana bölgeye rejim ihraç etmeyi ve esasen buradaki Sünni halkları Şiileştirmeyi hedeflemiştir. İran’ın Sünni Arap dünyasını rahatsız eden bu politikayı perdelemek için kullandığı temel konulardan biri ise Filistin meselesi olmuştur. Hatta Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) bünyesinde dış operasyonlardan sorumlu olması için kurulan askerî yapıya “Kudüs Gücü” adının verilmesi de bununla ilintilidir.
Hamas’ı tamamen İran güdümünde bir oluşum olarak değerlendirmek doğru değildir. Özellikle son bir yıldır Hamas’ın, Körfez Arap ülkeleriyle ilişkileri iyileştirme yönünde çabaları olmuştur. 24 Nisan’da “Suudi Arabistan’ın Suriye ve Filistin Hamleleri” başlıklı yazımda belirttiğim üzere Eylül 2022’de Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye, dikkat çekici bir açıklamada bulunmuştu. İfadesine göre Hamas, Suudi Arabistan ile ilişkileri düzeltme çabası içindeydi ancak belirsiz üçüncü taraflar bunun olmasını engellemeye çalışmaktaydı. Yine benzer bir şekilde Hamaslı yetkili Ebu Merzuk da 15 Nisan 2023’te bu doğrultuda bir açıklama yapmıştı. Kısacası Hamas’ın, İran’ın nüfuzundan rahatsızlık duymaya başladığını ve aslında Arap dünyasının bir parçası olmaya çalıştığını belirtmek gerekir. Peki bunlara rağmen neden hâlâ Hamas’ın İsrail saldırısı ve sonrasında gelişen süreçlerde İran’ın etkin olduğu iddiası yoğun şekilde tartışılmaktadır? Bu soruyu cevaplamak için 2020’ye dönmek ve bu yılın İran için ne ifade ettiğini hatırlamak gerekir.
İran için 2020 âdeta bir kâbus yılı oldu. 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’yla birlikte altın çağını yaşayan DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, 3 Ocak 2020’de Irak’ta dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle öldürüldü. İran İslam Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Zülfikar Nişanı alan, hatta ismi 2021’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri için de geçen Süleymani’nin 40 yıldır “büyük şeytan” olarak adlandırılan ABD eliyle ölümü, İran için sert bir darbe oldu. İran’a 2020’yi travmatik hâle getiren son gelişme ise Azerbaycan’ın, Ermenistan işgali altında kalan topraklarını kurtarmak için 27 Eylül 2020’de Karabağ’da başlattığı harekât ve elde ettiği mutlak başarı oldu. Senelerce İslam dünyasının lideri olma iddiasını taşıyan İran’ın, kendisiyle çelişir bir şekilde çoğunluğu Türk ve Müslüman olan Azerbaycan’dan değil de Ermenistan’dan yana bir tutum sergilemesi ve aşırı Fars milliyetçisi söylemlere hatta Türk düşmanlığına varan yaklaşımlara geçit vermesi; kendini stratejik bir sıkışmışlık içinde hissettiğinin açık kanıtları oldu. Tüm bunlar ekseninde İran, 2020’den bu yana yeni bir strateji oluşturmaya odaklandı.
Esasen Kasım Süleymani’nin cenaze töreni bize bu çıkış yolunun şifrelerini vermektedir. Süleymani’nin kızı Zeynep Süleymani, babasının cenaze töreni için yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:
“Sevgili amcam Seyyid Hasan Nasrallah (Lübnan Hizbullahı lideri) mesajını verdi. İsmail Haniye (Hamas lideri), Ziyad en-Nahale (Filistin İslami Cihat Örgütü genel sekreteri), Beşşar Esed (Suriye devlet başkanı), Hadi el-Amiri (Irak Bedir Örgütü lideri) Abdülmelik el-Husi (Yemen’deki Husilerin lideri) isimlerinin her biri babam gibi tek başına sizleri yok etmeye yeterlidir, mesajlarını vereceklerdir.”
Zeynep Süleymani’nin sözleri niçin önemlidir? Çünkü Irak’la 8 yıl süren savaş (1980-1988), İran’ın hiçbir ülke ile doğrudan silahlı bir çatışmaya taraf olmaması gerektiğini acı bir şekilde öğretti. O günden bu yana İran, husumeti olan ülkelerle vekil güçler aracılığıyla hedeflerine ulaşmayı tercih etti. Vekiller sayesinde hem tek bir İran vatandaşının kanının akmaması hem de ülke sınırlarına ulaşan bir çatışma riskinin oluşmaması sağlandı. Vekillere dayalı güvenlik stratejisi özellikle İsrail kaynaklı tehdit algısında elverişli bir yol oldu. İşte İran, 2020 yılından itibaren hissetmeye başladığı stratejik sıkışmışlık hissini, vekil güçlerini yeniden harekete geçirerek ortadan kaldırma yolunu seçmiştir.
7 Ekim’le başlayan sürece dönecek olursak İran’ın, Hamas’ın saldırılarının planlayıcısı olup olmadığına dair elimizde bir veri bulunmamaktadır. Bununla beraber İran’ın saldırılar sonrası gösterdiği tutum, hadisede parmak izlerinin yoğun bir şekilde olduğunu kanıtlamaktadır. Nitekim başta Devrim Rehberi Ali Hamenei olmak üzere İranlı tüm yetkililerin yaptığı açıklamalar; İran’ın, İsrail’in Gazze Operasyonu’nu gerekçe göstererek bölgede direniş ekseninin parçası olan vekil güçler üzerinden aslında kendi ajandasını harekete geçirmek istediğini göstermektedir. Dolayısıyla İran, mevcut süreçte Filistinlilerin maruz kaldığı insanlık dramını bir an önce sona erdirmek için gerekli olan barış inşasına katkı sunmaya odaklı değildir. Aksine İran, bölgede kaosun derinleşmesini kendi stratejik sıkışmışlık algısından kurtulmak için bir çıkış yolu senaryosu olarak görmektedir. Bu ise hiçbir şekilde başta Filistinliler olmak üzere bölgedeki halkların menfaatine değildir.