İran-İsrail Gölge Savaşlarının Jeopolitik Boyutu

İran-İsrail Gölge Savaşlarının Jeopolitik Boyutu
İran, İsrail’in yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğü jeopolitik kuşatma stratejisine karşı adımlar atma arayışındadır. Bu arayış, İran’ın geleneksel stratejilerinin aksine yeni eğilimlere yöneldiği çıkarımını güçlendirmektedir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Araştırmacı Hurşit Dingil

Devletler, mücadelelerinde jeopolitik hedef ve önceliklere bağlı olarak stratejilerini geliştirmektedir. Zira jeopolitik öncelikler devlet aktörlerinin dış politikalarına yaşam sahası sunmakta, buna bağlı olarak aktörlerin güvenlik stratejilerinin şekillenmesinde etkili roller oynamaktadır. Bu durum, İran-İsrail gölge savaşları dâhilinde somut bir şekilde görülmektedir. Nitekim İran’ın bölgesel olarak etki alanı İsrail için güvenlik risk ve tehditleri sunarken İsrail’in etki alanı da İran’a güvenlik risk ve tehditleri sunmaktadır. Daha çok Suriye, Irak, Yemen, Lübnan gibi başarısız devlet örnekleri dâhilinde somutluk kazanan İran-İsrail gölge savaşları, jeopolitik hedef ve öncelikler ile aktörlerin stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede İran, direniş ekseni doktrini kapsamında Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen başta olmak üzere çeşitli başarısız devlet örneklerinde Şii vekil gruplar tayin etmiştir.

Her ne kadar direniş ekseni doktrini dâhilinde başarısız devlet örnekleri üzerine ağırlık kazanan bir eğilim olsa da esasında stratejik seviyeli jeopolitik hedefler, İran’ın bölgesel politikalarının geliştirilmesinde etkili olmaktadır. Özellikle İran, direniş ekseni doktrini ile İsrail’i, Levant bölgesinde kuşatmayı ya da çevrelemeyi hedeflemiştir. Bu doğrultuda İsrail’in kuzeyinde yer alan Lübnan cephesi, yine İsrail’in doğusunda yer alan Suriye’deki Golan Tepeleri, bu doktrin dâhilinde merkezî bir rol oynamaktadır. Zira İran, İsrail’i Levant bölgesinde kuşatmak üzere bu iki farklı cepheye önem göstermektedir. Benzer şekilde Irak’ı da oldukça önemsemektedir ancak Irak cephesi, bölgesel hâkimiyeti tesis etmek üzere öncelenen jeopolitik hedeflerden birisi olarak kabul edilebilir. Buna karşın İsrail de öncelikli olarak İran’a karşı güvenlik stratejilerini direniş ekseni ülkeleri hedefli olmak üzere şekillendirmiş ve sonrasında doğrudan İran’ın hedef alınması eğilimlerine yönelmiştir. İsrail bu temelde öncelikli olarak sınırına en yakın bölgelerdeki askerî aktivitelerini artırmakta ve bu yakın çevrenin güvenliğini önemsemektedir. Zira yakın çevrenin İran’ın etkisinde olması, İsrail’e güvenlik risk ve tehditleri oluşturabilecektir. Nitekim İsrail’in Suriye’deki hava saldırıları ve askerî operasyonları da bu motivasyonlar doğrultusunda şekillenmekte bilhassa Golan Tepeleri ile oluşturulmaya çalışılan İran cephesinin sakatlanması ve sınırlandırılması hedeflenmektedir. Diğer taraftan İran’ın Yemen’deki varlığı da bölgesel güç olma hedefi doğrultusunda özellikle Babülmendep Boğazı ve Aden Körfezi hâkimiyeti ile bunun yanı sıra Basra Körfezi’ne girişin kontrolü açısından değerlendirilmektedir.

İran, İsrail’i Levant bölgesi (Lübnan, Suriye) üzerinden kuşatmak isterken 2020 yılında Normalleşme Anlaşmaları ile başlayan yüksek tempolu diplomatik süreç, jeopolitik olarak İran’ın kuşatıldığı yeni bir bölgesel bağlamın oluşmasına neden olmuştur. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump Dönemi’nde başlatılan Normalleşme Anlaşmaları ile başta Körfez’deki Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmiştir. Bu anlaşmalar çerçevesinde İsrail, Körfez ülkeleri boyunca etki alanı geliştirebilme fırsatı bulmuştur. Özellikle Bahreyn ve BAE, bu noktada İsrail’in yoğunlaştığı Körfez ülkeleri olarak sınıflandırılabilir. Son zamanlarda yine jeopolitik hedefler çerçevesinde Suudi Arabistan’ı da Normalleşme Anlaşmaları’na dâhil etme çabaları, Binyamin Netanyahu’nun yeniden başbakan olması sonucu önemli bir öncelik hâline dönüştürülmüştür. Bu adımın öncelenmesini, Çin ara buluculuğunda Suudi Arabistan ve İran’ın ilişkilerini düzeltmesi de pekiştirmektedir. Zira İran’ın Suudi Arabistan’la ilişkilerinin iyi olması, bölgesel olarak İsrail’in jeopolitik önceliklerine aykırı bir durum sunmaktadır.

İsrail, Normalleşme Anlaşmaları’yla bölgesel olarak Körfez başta olmak üzere İran’a karşı etki alanını genişletmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadır. Her ne kadar normalleşme sürecinde yer alan ülkeler doğrudan İran karşıtı bir koalisyona dâhil olmak istemese de İsrail, bu ülkelerle ilişkilerini geliştirerek önemli avantajlar ve fırsatlar elde edebilmektedir. Bu yolla başta ekonomik olarak geliştirilen ilişkiler güvenlik ve askerî seviyelere doğru derinleştirilmekte; bu yeni şartlar, İsrail’e İran’a karşı güvenlik seviyesinde önemli avantajlar sunabilmektedir. Diğer taraftan İsrail’in Azerbaycan ile ilişkileri derinleşirken Karabağ Zaferi sonrası Türkiye ile ilişkilerini düzeltmesi, benzer şekilde İsrail’in bölgesel olarak takip ettiği jeopolitik hedeflerin etkisinde gelişmektedir. Buna ek olarak yakın zamanda Türkmenistan ile ilişkilerini geliştiren İsrail, İran’ın sınır ülkelerinde etki alanı geliştirme fırsatı yakalamış; Pakistan ve Afganistan harici jeopolitik olarak büyük ölçüde İran’ı kuşatma altına almıştır. Yine İsrail, daha çok Kuzey Irak üzerinden de bu kuşatmayı tamamlamaya çalışmaktadır.

İran bu jeopolitik kuşatmaya karşı asimetrik ve hibrit araçlara başvurmuştur. Özellikle Irak ve Azerbaycan dâhilinde İran’ın bu kuşatmaya ilişkin reaksiyonları giderek artmıştır. Bu reaksiyonlar, başta balistik füze ve kamikaze İHA saldırıları üzerinden görünür kılınmıştır. Bununla birlikte yine Irak, Suriye’deki direniş ekseni dâhilinde tayin edilen vekil gruplarda, bu reaksiyonların geliştirilmesinde çeşitli roller oynamıştır. Ancak asimetrik ve hibrit temelli bu reaksiyonlar, yeni oluşan jeopolitik kuşatmanın değişmesine neden olabilecek istenilen caydırıcılığı oluşturamamıştır. Bu bağlamda İran, İsrail’in Normalleşme Anlaşmaları ile başlattığı kuşatma stratejisine karşı adımlar atma arayışına girmiştir. Bu durum özellikle Karabağ Zaferi sonrası Azerbaycan’ın Zengezur Koridoru’nun açılması çabalarına karşı gösterilen reaksiyonlar ve stratejiler doğrultusunda anlaşılmaktadır. Zira İran, Azerbaycan’ın Zengezur Koridoru projesini jeopolitik sınırların değişimi olarak nitelemiş ve bunun İran için bir kırmızı çizgi olduğunu vurgulamıştır. Bu noktada özellikle Zengezur Koridoru projesine “NATO Turanı” nitelemesi yaparak Rusya ve Çin’i kendi endişelerine ortak etme arayışına girmiştir. Esasında bu arayış, İran’ın jeopolitik kuşatmaya karşı başvurduğu asimetrik ve hibrit araçlar öncelikli reaksiyonlarının istenilen caydırıcılığı oluşturamadığı düşüncesinin bir sonucudur.

İran, İsrail’in jeopolitik olarak kuşatmasına karşı büyük güçler (Rusya ve Çin) ile ittifaklar geliştirmek suretiyle caydırıcılık oluşturma eğilimindedir. Bununla beraber, son zamanlarda İsrail’in Normalleşme Anlaşmaları ile yürüttüğü kuşatma stratejisine benzer şekilde bir karşılık verme arayışında olduğu da görülmektedir. Yakın zamanda İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Suriye temasları, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Lübnan ve Ürdün temasları da bu karşı koyma stratejisinin somut gelişmeleri olarak değerlendirilebilir. Buna bağlı olarak İran’ın jeopolitik kuşatılmaya karşı Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu olmak üzere denizlere önem verdiği anlaşılmaktadır. Özellikle büyük ikmal ve destek gemileriyle denizlerde ileri mobil üsler oluşturarak söz konusu jeopolitik kuşatılmaya karşı mevzi kazanma arayışındadır. Bu noktada, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant da büyük askerî ikmal ve destek gemilerini gündeme getirmiş, İran’ın bu gemileri balistik füzeler ve drone’larla donatarak denizlerde ileri savunma üsleri oluşturduğu üzerinde durmuştur. İran bu yolla bölgesel hâkimiyeti tesis etme hedefine karşı başlatılan jeopolitik kuşatmaya yönelik önleyici adımlar atmaya çalışmaktadır. Öyle ki İran, deniz sathında yüzen ileri savunma ve saldırı üsleri kurarak alan hâkimiyeti, geçiş kontrolü ve yeni mevziler kazanma arayışındadır.

İran’ın son zamanlarda İsrail’in jeopolitik kuşatmasına karşı yeni başvurduğu stratejilerden birisi de direniş ekseni cephelerini birleştirme üzerinden görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz aylarda aynı anda Lübnan cephesi ve Filistin cephesi üzerinden İsrail’e yönelik roket saldırıları yapılmıştır. Bu durum, ilginç ve önemli bir gelişme olup İran’ın İsrail’e karşı direniş cephelerini birleştirme ve çok cepheli yıpratma savaş stratejisine işaret etmektedir. Benzer şekilde bu strateji de İsrail’in Normalleşme Anlaşmaları’yla İran’a karşı elde ettiği avantajları sınırlandırmak amacıyla geliştirilmektedir. Çok cepheli yıpratma savaşı stratejisi de bu motivasyona bağlı olarak gelişen strateji değişiminin işaretleri arasında yer almaktadır.

Sonuç olarak İran, İsrail’in yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğü jeopolitik kuşatma stratejisine karşı adımlar atma arayışındadır. Kuşatmayı yarmak üzere sürdürülen bu arayış, İran’ın geleneksel stratejilerinin aksine yeni eğilimlere yöneldiği çıkarımını güçlendirmektedir. Özellikle İsrail’in Normalleşme Anlaşmaları’na karşı İsrail için oldukça önemli olan Ürdün, Suriye ve Lübnan temasları ile bunun yanı sıra denizlerde ileri savunma ve saldırı üsleri kurma stratejisi; makro seviyede söz konusu jeopolitik kuşatmayı yarmak üzere atılan adımlar olarak değerlendirilmektedir.