İsrail-Hamas Savaşı ister Gazze’yle sınırlı kalsın ister başta Hizbullah olmak üzere İran’a bağlı vekil güçlerin dâhil olduğu daha geniş bir savaşa evrilsin, İran kendi güvenliğini riske atarak savaşa doğrudan müdahil olmayacaktır.
İran ve İsrail-Hamas Savaşı
Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’nun ilk gününden bu yana gerek İsrail’le olan tarihsel düşmanlığı gerekse Hamas’la bağlantısı dolayısıyla İran’ın adı sürekli olarak anılmaya başlanmıştır. Bu kapsamda İran’ın Aksa Tufanı Operasyonu’nda rolünün olup olmadığı tartışmalarının yanında krizin derinleşmesi durumunda Tahran’ın nasıl bir tutum takınacağı en çok merak edilen konulardan biridir. Özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik eli kulağında olan kara operasyonunun başlamasıyla Tahran’a bağlı milis güçlerin harekete geçip geçmeyeceği ve savaşın genişlemesi durumunda Tahran’ın doğrudan müdahil olup olmayacağı temel sorular hâline gelmiştir.
İran’da özellikle muhafazakâr çevrelerin Aksa Tufanı Operasyonu’nu sahiplenici tavrına rağmen resmî mercilerden gelen açıklamalar, Tahran’ın bu operasyonda herhangi bir dahlinin olmadığı yönünde olmuştur. Bazı Batılı yayın organlarının İran’ı Aksa Tufanı Operasyonu’yla ilişkilendirmeye başlamasının ardından 10 Ekim’de açıklama yapan Devrim Rehberi Ali Hamenei “Aksa Tufanı, Filistinli gençlerin akıllı operasyonudur. Saldırının arkasında başkalarını arayanlar yanlış hesap yapıyor.” cümlesiyle İran’ın rolünü kesin bir dille reddetmiştir.
Tüm dünyada büyük bir şok etkisi yaratan Aksa Tufanı Operasyonu’nda İran’ın rolüyle ilgili iki temel görüş var. Bir kesim; İran’ın, Hizbullah aracılığıyla son bir yıldır saldırının planlanmasında yer aldığını ve saldırıda yer alacak savaşçıları eğittiğini öne sürerken diğer bir kesim ise İran’ın saldırıdan haberi olmakla birlikte doğrudan dahlinin olmadığı görüşünde. Birinci görüşü savunanlar, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani ile “direniş cephesi” liderleri arasında son bir yıldır sıklaşan koordinasyon toplantılarına işaret ediyor. ABD merkezli Wall Street Journal’ın 9 Ekim’de yer verdiği bir rapora göre Kaani; Hamas, Hizbullah ve Filistin İslami Cihat Örgütü (PIJ) liderleriyle Aksa Tufanı Operasyonu’nu görüşmek üzere ağustos ayından bu yana en az iki haftada bir Lübnan’da bir araya gelmiştir. Rapora göre İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, toplantıların en az ikisine katılmıştır. Batı merkezli basın yayın organlarında yer alan ve İran’ı Aksa Tufanı Operasyonu’yla ilişkilendiren haberlerin aksine Amerikalı ve İsrailli yetkililerden gelen açıklamalar, Tahran’ın saldırıya karıştığına dair hiçbir kanıtın bulunamadığı yönünde. Biden yönetimi, İran’ın Hamas’ın son saldırısına doğrudan karıştığı yönünde bir kanıt bulunmadığını söylerken İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Sözcüsü Tuğgeneral Danny Hagari de 9 Ekim’de İran’ın operasyonun planlanmasında rol aldığına dair hiçbir belirtinin olmadığını açıkladı. İran’ın Aksa Tufanı Operasyonu’ndaki rolüne ilişkin Amerikalı ve İsrailli yetkililerden gelen erken açıklamalar, Washington ve Tel Aviv’in savaşın yayılmasını istememesiyle açıklanabilir. Amerikalı ve İsrailli yetkililer, İran’ın Gazze’ye yapılacak geniş çaplı bir saldırıda fırsattan faydalanarak en azından vekil güçleri aracılığıyla İsrail’e karşı yeni cepheler açacağını düşünüyor. Bu bağlamda Hizbullah başta olmak üzere direniş cephesinin harekete geçmesi ve İsrail’e çok cepheli bir savaş dayatması ihtimali üzerinde duruluyor.
İran İsrail-Hamas Savaşı’na Doğrudan Müdahil Olur mu?
Batı merkezli bazı basın yayın organları tarafından gündeme getirilen İran’ın Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla İsrail’e “Gazze’ye saldırılar devam etmesi hâlinde müdahale etmek zorunda kalacağız.” dediği iddialarına eş zamanlı olarak İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın “Gazze’de olanlara hiç kimse kayıtsız kalamaz. Her türlü senaryo düşünülebilir.” şeklindeki açıklamaları, kamuoyunda İran’ın İsrail-Hamas Savaşı’na doğrudan müdahil olacağı beklentisini yaratmıştır. Oysa İran, olayların başından beri “savaşın büyümesinden kaçınma” stratejisi izlemektedir.
İran siyasi sisteminin en tepesinde yer alan Hamenei, ülkenin genel politikasını belirleyen isimdir. Dolayısıyla kritik konularda İran’ın tavrını anlamak için hükûmet kanadından ziyade Hamenei cephesinden gelen açıklamaları esas almak gerekmektedir. Bu bağlamda İran’daki en üst makam sıfatıyla Hamenei’nin “Filistinli gençleri destekliyoruz ama bu saldırı onların işidir.” şeklindeki açıklamaları, Tahran’ın İsrail-Hamas Savaşı’na yönelik politikasını belirleyen temel parametre olarak kabul edilebilir.
Hamenei açısından İslam Cumhuriyeti’nin güvenliği her şeyin üstündedir. Tahran’ın vekil güçleri üzerinden oluşturduğu caydırma kabiliyeti, İslam Cumhuriyeti’nin güvenliğinin tesisinde temel bir role sahiptir. Başka bir deyişle İran’ın genel stratejisi; eğitim, donatım ve silahlanmalarına milyarlarca dolar harcadığı vekil güçler aracılığıyla caydırıcılık oluşturmaya ve olası sınırlı çatışmaları da İran toprakları dışında tutmaya dayanmaktadır. Bu bağlamda Abdullahiyan’ın olayları müteakip hemen direniş cephesi liderleriyle görüşmeler yapması ve “İsrail’e karşı yeni cepheler açılabilir.” şeklindeki açıklamaları, ofansif bir yaklaşımdan ziyade caydırıcılık kabiliyetini en üst noktada tutmaya yöneliktir. İran, “vekil güçleri her an devriye girebilir” algısı yaratarak İsrail ve ABD’ye karşı caydırıcılığını en üst seviyede tutmaya çalışmaktadır. İsrail-Hamas Savaşı ister Gazze’yle sınırlı kalsın ister başta Hizbullah olmak üzere İran’a bağlı vekil güçlerin dâhil olduğu daha geniş bir savaşa evrilsin, İran’ın kendi güvenliğini riske atarak savaşa doğrudan müdahil olma ihtimali sıfıra yakındır.
İran’ın Stratejik Kazanımları
Birçok uzmana göre Orta Doğu’nun geleceği açısından bir dönüm noktası teşkil eden İsrail-Hamas Savaşı’nın bölge açısından kısa, orta ve uzun vadeli sonuçları olacağı muhakkak. Ancak olayların henüz devam ettiği ve birden çok senaryonun mümkün olduğu dikkate alındığında, önümüzdeki günlerin neler göstereceğini tahmin etmek kolay değil. Bununla birlikte şu ana kadar yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında, krize doğrudan veya dolaylı olarak taraf olan aktörler arasında İran’ın krizden en çok yarar sağlayan ülkelerden biri olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle ABD ile birlikte İran’ın düşman listesinde üst sıralarda yer alan İsrail, Aksa Tufanı Operasyonu sonucu hem siyasi hem askerî bakımdan büyük bir darbe almıştır. Krizin derinleşmesi durumunda, İsrail’in aldığı darbenin sonuçlarının daha da derinleşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Saldırının İran’ın direniş cephesi içerisinde yer verdiği Hamas tarafından gerçekleştirilmiş olması, Tahran’a bu saldırıyı hem içeriye hem dışarıya dönük bir propaganda aracı olarak kullanma imkânı sunmaktadır. İran’ın, yıllardır ABD’nin Irak işgalinin kurbanı olan Saddam Hüseyin’in başına gelenleri kendine mal etme çabaları düşünüldüğünde, İranlı siyasilerin Aksa Tufanı Operasyonu’nu önemli bir propaganda aracına dönüştüreceğini öngörmek zor değildir. Şimdiden bazı çevrelerce bu saldırının, son yıllarda İran içerisinde kritik tesislere ve önemli figürlere İsrail tarafından düzenlenen sabotaj ve suikastlara bir yanıt olduğu yorumları yapılmaya başlanmıştır.
Aksa Tufanı Operasyonu’nun diğer bir sonucu da Tahran’ın rahatsız olduğu İsrail ile Arap ülkeleri arasında devam eden normalleşme sürecinin baltalanması olmuştur. Mevcut koşullarda İbrahim Anlaşmaları’nın rafa kalktığı veya en azından yakın bir zamanda tekrar gündeme gelmesinin pek de mümkün olmadığı söylenebilir. Hatta Aksa Tufanı Operasyonu, Mısır ve Ürdün gibi İsrail ile resmî ilişkileri olan ülkeler üzerinde de baskı yaratmıştır. İsrail’in Gazze’ye yönelik devam ettirdiği sivil kayıplara yol açan hava saldırıları ve olası kara operasyonunun özellikle İslam ve Arap dünyasında oluşturacağı olumsuz algı göz önüne alındığında, herhangi bir İslam/Arap ülkesinin yakın zamanda İsrail’le normalleşme gündemine geri dönmesi düşük bir ihtimaldir. Sonuç olarak Aksa Tufanı Operasyonu, politik hedefi itibarıyla İran’ın kazançlı çıktığı bir eylem olmuştur. İran hemen hemen hiçbir kayıp yaşamadan önemli stratejik kazanımlar elde etmiştir. Tahran’ın bundan sonraki hedefi, bu kazanımlarını korumak olacaktır.