İran'daki Protestolar: İslam Cumhuriyeti Nereye Gidiyor?
16 Eylül'den bu yana İranlılar, teokrasi karşıtı sloganlar atarak bir kez daha sokaklara döküldüler. Bunlar arasında “Kadın, Yaşam, Özgürlük”, “İslam Cumhuriyeti’ni istemiyoruz.” ve “Din adamları defolun!” gibi sloganlar yer alıyor. Genç bir kadının sözde ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra 16 Eylül’de hayatını kaybetmesi, mevcut öfke dalgasının fitilini ateşledi. Genç kadın, ölümünden birkaç gün önce “uygunsuz teşhir” suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.
Hâlihazırda İran’da, haberler sıkı bir şekilde denetlenirken sosyal medya platformları ciddi boyutlarda kısıtlanmış ve İran’ın dünyanın geri kalanıyla bağlantısı neredeyse tamamen koparılmış durumda. Bununla birlikte teokratik cumhuriyetin geçmiş performansı göz önüne alındığında geçmişteki benzer devrim hareketlerini acımasızca bastıran yönetimin, protestocuları sert bir şekilde püskürtme ihtimali hayli yüksek. Uluslararası Af Örgütü ve diğer insan hakları örgütlerine göre şu ana kadar çok sayıda protestocu öldürülürken yüzlercesi gözaltına alındı.
Her ne kadar teokratik cumhuriyetin, sokakları protestoculardan temizlemesi mümkünse de bu durum, hikâyeyi sona erdirecek gibi görünmüyor. Bu noktada karşımıza çıkan soru ise şu: Teokratik cumhuriyet nereye doğru gidiyor? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için mevcut protesto dalgası ile geçmiştekilerin ayrımını yapmamız gerekiyor. Geçmişte meydana gelen sivil ayaklanmalar arasında iki tanesi, süreleri ve etkileri bakımından öne çıkıyor:
Bunların ilki, çekişmeli bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından 2009'da gerçekleşti. Tahran’da başlayan bu geniş kapsamlı ayaklanma, diğer büyük şehirlere de sıçradı. Protestocular, seçimde müesses nizamın desteklediği aday olan Mahmud Ahmedinejad lehine hile yapıldığına inandıkları için oyların yeniden sayılmasını talep etti. Sistem içi bir çözüm arayan bu ayaklanmanın reformcu bir karakteri vardı. Protestolarda öne çıkan gruplar, eğitimli ve şehirli orta sınıf vatandaşlar ile sosyopolitik dönüşümün demokratik yollarla dereceli olarak gerçekleşeceğine inanan siyasi aktivistlerdi. Bu ayaklanmanın iki devrimci ve reformcu lideri vardı: Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettikleri ilan edilen Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi. Musevi ve Kerrubi, bugün hâlâ ev hapsinde tutuluyor.
Ayaklanmalardan ikincisi ise 2019 Kasım ayında, İranlılar bir gecede artan petrol fiyatları yüzünden sokaklara döküldüğünde gerçekleşti. Daha sonraki aşamalarda teokratik cumhuriyete karşı sloganlar atılsa da aslen ve öncelikle ekonomi temelli olan bu ayaklanma, petrol fiyatlarının düşürülmesini sağlayacak olan ekonomi politikasını hedefliyordu. Ayaklanmaya katılanların büyük bölümünü yoksul bölgelerdeki alt-orta sınıf vatandaşlar oluşturuyordu. Protestoların yoğunlaştığı ana merkezler küçük şehirlerdi ve protestolar, bir lider figüründen yoksundu.
Bu iki ayaklanmayla karşılaştırıldığında ve başlama sebebi dışarıda tutulursa devam eden ayaklanma dalgasının ideolojik temelli olduğu görülüyor. Sistemi hedef alan protestolar, müesses nizamın ideolojik köklerini tehdit ediyor. Katılımcıların büyük bölümünü çoğunlukla müesses nizamın normlarından ve norm belirleme mekanizmasından memnun olmayan ve 1979 Devrimi sonrasında doğmuş olan gençler oluşturuyor. Protestocuların yaş ortalaması göz önüne alındığında müesses nizamın onları, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki muhalefet gruplarının vekilleri veya destekçileri olarak etiketlemesi kolay görünmüyor. Politik olmayan bu gençlerin asıl endişeleri ise kendi özgürlükleri. Bu geniş çaplı protestolarda kadınların varlığı eskisine göre çok daha belirgin. Daha önce de belirtildiği üzere protestoların başlama sebebini genç bir kadının hayatını kaybetmesi oluşturuyor. Kamuya açık alanlarda başörtüsü yakmak, ideolojik temelleri olan bir protestonun işareti. Krizin ortasında olmalarına rağmen özgürlüklerinin tadını çıkarmanın heyecanını yaşayan kadınlar, birkaç hafta önce hayal bile edilemeyecek olan bir eylemi gerçekleştirip kendi bölgelerinde sokaklara başörtüsüz bir şekilde çıkmaya başladı. Protestocuların belirli bir lideri olmamasına rağmen uluslararası sivil toplum, uluslararası kurumlar, liberal dünya, sanatçılar ve dünyanın dört bir yanından ünlüler; teokratik cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar birleşmiş ve kararlı bir şekilde protestocuların yanında yer almıştır. Böylece protestoculara âdeta önderlik ederek nihai hedeflerini ve ufuklarını gösteriyorlar. Bununla birlikte mevcut krizin, teokratik cumhuriyetin ve onu belirleyen ideolojinin gelecekteki yol haritası üzerinde önemli ve uzun vadeli bir etki bırakması bekleniyor. Kriz, iki tarafa da zarar vererek teokratik cumhuriyeti, iki ucu keskin kılıca mahkûm etmiş durumda.
Bir taraftan devlet, teokratik cumhuriyetin başlangıcından beri uygulanan başörtüsü takma normundan taviz vermek zorunda. Devlet, bunu yaparsa protestocuları liberal politikalar açısından daha fazlasını istemeye teşvik edecektir. Aynı zamanda taleplerin kabulü, teokratik cumhuriyetin geçmişte hiç deneyimlemediği bir teslimiyet olarak yorumlanacağından müesses nizamın resmî doktrini ciddi bir biçimde sorgulanacaktır. Daha da önemlisi, müesses nizam ile muhafazakâr sıkı destekçilerinden oluşan küçük kitlesi özellikle de Kum’da konuşlanmış güçlü din adamları arasında tehlikeli bir anlaşmazlık yaratacaktır. Farklı hükûmetlerin, sistemin istikrarı ve hayatta kalması adına bir miktar sosyal rahatlama sağlamaya yönelik bazı girişimlerine rağmen seçkin din adamları ekibi, bugüne kadar herhangi bir yumuşamanın önündeki ana engel olmuştur. Öte yandan kökten dinci devlet, kusurlarını kabul etmeyi reddetmektedir. Bu da şüphesiz, çok sayıda protestocuyu gelecekte yeniden ayaklanmaya teşvik edecektir. Bu protestonun kökleri, sistemin katılığında ve reformlar yoluyla ılımlılıkla başa çıkılamamasında yatmaktadır. Bu koşullar altında daha şiddetli bir şekilde patlayacak olan protestolar, devletin kökten dinciliğini sarsacaktır. Değişimin seslerini bastırmak, zaten meşruiyet sorunlarıyla karşı karşıya olan sistemin başını daha da ağrıtacaktır.
Teokratik cumhuriyet, bir hareket tarzı seçmesini engelleyen kısır döngüye hapsolmuştur. İran Devleti, sistemin suretinde kalıcı yara izleri bırakacak zor bir kararla karşı karşıyadır.
Bu yazıda ortaya konulan görüşler öncelikli olarak yazara aittir ve İRAM’ın kurumsal görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.