Türkiye’nin Afrin Operasyonu ve İran

Türkiye’nin Afrin Operasyonu ve İran
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

ABD, artan şekilde Suriye’deki politikalarında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak adlandırdığı YPG terör örgütüne ağırlık vermektedir. Kısa süre önce Kuzey Ordusunu kurduklarını açıklayan SDG yetkililerinin ardından, ABD’nin Türkiye ve Irak sınırını korumak amacıyla 30 bin kişilik Sınır Koruma Gücü oluşturulacağını açıklaması, Türkiye tarafından milli güvenliğe doğrudan bir tehlike olarak görülmektedir. Türkiye’nin en üst düzeyde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinden yakın zamanda başta Afrin gelmek üzere Suriye’nin kuzeyindeki bazı bölgelere askeri operasyon yapacağını açıklaması Suriye’deki gelişmelere müdahil olan ülkeler tarafından dikkatle izlenmektedir. Bu ülkelerden birisi de kuşkusuz İran’dır.

İran ve Türkiye arasından son dönemlerde yaşanan yakınlaşmanın Suriye’de olumlu bazı sonuçlar doğurmaya yakın olduğu görülmektedir. Gerek bu iki ülkenin gerekse de Rusya gibi diğer tarafların yer aldığı süreçte ortak hareket etme zemini güçlenmektedir. Türkiye ve İran bir yandan Suriye’nin geleceği ile ilgili olarak 23 Ocak 2017’de başlayan Astana sürecini Rusya ile birlikte yürütürken diğer yandan da bazı bölgesel gelişmelere karşı ortak tutum takınmışlardır. 6 Haziran 2017’de patlak veren Katar krizi ve 25 Eylül 2017’de Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin (IBKY) Bağımsızlık Referandumu konularında sergilenen tutumlar bunun açık örnekleridir. Tüm bu işbirliklerinin ardından bölgesel gelişmeler karşısında tutumları giderek birbirine yaklaşan iki ülkenin en üst düzey askeri yetkililerinin gerçekleştirdikleri karşılıklı ziyaretler ve bölgesel güvenlik ve terörizm konularında yapılan müzakereler bu ortak zemini daha da güçlendirmiştir.

İran, bölgede yaşanan güvenlik sorunlarından dolayı bazı ülkelerin bölünme riskinin domino etkisi yaratacağını ve bunun da kendi milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü riskli hale getireceğini öngörmektedir. Esasen İran, Suriye krizine başlangıçtan itibaren bu riski bertaraf etmek amacıyla müdahil olduğunu savunmuş ve ulusal güvenliğinin Akdeniz’in sahillerinden başladığını belirterek olası bir bölünme sürecini Suriye’de durdurmayı amaçladığını ileri sürmüştür. Bundan dolayı, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerden duyduğu rahatsızlık ve gösterdiği tepkinin İran tarafından anlayışla karşılanması beklenmektedir. Ne var ki, şimdiye kadar İranlı yetkililer ABD’nin kurma hazırlığında olduğu 30 bin kişilik terör ordusu fikrini eleştirseler de Türkiye’nin atacağı adımlar konusunda henüz bir açıklama yapmamışlardır. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani başta gelmek üzere, İranlı yetkililer, ABD’nin söz konusu tasarısını Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve bölgeye karşı bir komplo olarak değerlendirmişlerdir.

İran’ın Olası Tepkileri

Ancak, İran’ın Türkiye’nin bu tasarıdan doğacak risklere karşı atacağı adımlar konusunda daha fazla sessiz kalması düşünülemez. İran’ın sessizliğini koruması ise zımni bir görüş birliği olarak yorumlanmalıdır. Zira İran, Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Operasyonuna karşı sert tepki göstererek bu operasyonun Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine aykırı olduğunu savunmuş ve Türkiye’den askeri gücünü bu ülkeden çekmesini istemişti. İki ülke ilişkilerinin gergin olduğu dönemlerde sergilenen bu tavrın, yukarıda söz edilen yakınlaşma ve mutabakatların ardından ve özellikle üç nedenden ötürü Afrin’e yönelik operasyon konusunda tekerrür etmeyeceği tahmin edilmektedir.

İlk olarak, Türkiye ve ABD arasındaki bölgesel görüş ayrılıklarının derinleşmesi anlamına da gelecek olan Afrin operasyonu, Tahran-Ankara arasındaki yakınlaşmayı pekiştireceği için İran’ın bu konuda en azından sessizliğini koruyacağı ve aleyhte bir tavır sergilemeyeceği söylenebilir. ABD-İsrail-Körfez bloğunun önümüzdeki dönemde İran’a yönelik baskılarını artıracakları hesaba katıldığında bu ihtimal güçlenmektedir.

İkincisi, ABD destekli Kürt grupların Suriye’nin kuzeyinde ileride bağımsız bir devlete evirilerek olası bir otonomi elde etmelerini İran da istememektedir. Türkiye’nin gerek Afrin gerekse de diğer bölgelere yönelik operasyonunun bu gidişatı değiştireceği düşüncesiyle İran sürece zımnen de olsa destek vermeyi tercih edebilir.

Üçüncüsü, İran-Türkiye ilişkilerinin geleceği, büyük oranda bölgesel gelişmelerin seyrine bağlıdır. İki ülke için ortak tehdit algısı arttıkça mevcut ilişkilerin daha gelişmesi beklenebilir ve bu Tahran’ı, Ankara’nın Suriye’deki varlığı konusunda sessiz kalmaya sevk edebilir. Söz konusu ortak tehdit ortadan kalktığında ise İran’ın bu konudaki tavrını sertleştirmesi de güçlü bir olasılıktır. Kaldı ki, İran ve Esed rejiminin Türkiye’nin Suriye politikasına bir tepki olarak PYD’ye alan açtıkları ve ABD’nin bu sürece 2014 yılında İŞİD’in ortaya çıkışından sonra katıldığı unutulmamalıdır.

Öte yandan, PYD/SDG’nin Türkiye’ye karşı Esed rejimiyle işbirliği yapmaya hazır olduğu görülmektedir. İran Türkiye’yi bekleyen bu riski zaman zaman bölgesel politikalarında bu ülkeye karşı bir koz olarak kullanmak isteyecektir. Zira İran, iki ülke arasındaki güvenlik ve terörle mücadele eksenindeki yakınlaşmanın konjonktürün etkisiyle geliştiğinin farkındadır. Şartlar değiştiğinde ise İran elinde henüz açmadığı kartların bulunmasına özen gösterecektir. Bu durum, her ne kadar Türkiye’nin Afris operasyonu konusunda İran’ın aleyhte tavır takınmasına neden olmasa da ikircikli bir tutum sergilemesi sonucunu doğurabilir.

Afrin operasyonu konusundaki kararlılığı uzun süredir bir sır olmaktan çıkan Türkiye’nin bu konuda aceleci davranmaması bölgesel ve küresel dengeleri gözetmesinden kaynaklanmaktadır. Gerek Rusya’nın söz konusu bölgedeki varlığı gerekse de ABD-NATO ile olan ilişkilerin derin yaralar almasını istememesi Türkiye’nin bu ihtiyatlı tavrının arkasındaki nedenler arasındadır. Buna Suriye üzerinde önemli bir etkisi olan İran faktörü de eklenmelidir. Her fırsatta Suriye’deki askeri varlığının milli güvenliğini sağlamaya yönelik olduğuna vurgu yapan Türkiye, Suriye’de İran gibi ülkelerle geliştirdiği ortaklık zeminini sarsmak istememektedir. ABD’nin Türkiye’nin güneyinde oluşturmayı tasarladığı terör ordusu hem Türkiye’ye meşru nefsi müdafaa hakkını vermekte hem de bu gelişmeden eşit derecede rahatsız olan İran’ın Türkiye’nin tutumunu anlamasını sağlamaktadır. Bu nedenle, yakın zamanda başlaması beklenen Afrin operasyonunun gelişen Türkiye-İran ilişkilerinin en önemli testi olacağı söylenebilir. İran’ın bu konudaki sessizliğini koruması ya da zımni destek vermesi ise başka alanlarda alacağı tavizlere bağlı olacaktır. Suriye’de hala Esed’in varlığını kırmızı çizgi olarak gören İran’ın bu süreçte Türkiye’yi kendi pozisyonuna daha da yakınlaştırmak isteyeceği aşikardır. Türkiye’nin ise bir süredir güney hattındaki tehlikeyi öncelik haline getirmesi dikkate alındığında, Afrin operasyonunun gerçekleşmesi durumunda daha önemli başka gelişmelere kapı aralayacağı anlaşılmaktadır.