Bağımsızlık Referandumu ve İran’ın Kuzey Irak Politikası

Bağımsızlık Referandumu ve İran’ın Kuzey Irak Politikası
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Birinci Körfez Savaşı dalgasında Irak’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir Kürt bölgesi tesis edilmesinden bu yana Kuzey Irak’ın bağımsızlığı, özellikle Ankara ve Tahran tarafından yoğun bir biçimde tartışılmakta, böyle bir durumun bölgede yaratacağı menfi sonuçlar dillendirilmektedir. Ancak, 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından Iraklı Kürt liderlerin, ABD’nin de koruyucu şemsiyesi altında kuzeydeki hakimiyetlerini arttırmalarının yanında, özellikle kaynakların paylaşımı ve petrol sahaları ile ihtilâflı bölgeleri kontrol etme konusunda Erbil ile Bağdat arasındaki gerginliğin de etkisiyle bugün Kürt yöneticiler artık açıkça nihai hedeflerinin bağımsızlık olduğunu ifade etmekteler.

Gündemde olduğu üzere, haziran ayında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapılmasına dair karar aldığını açıkladı. Daha önce alınan bağımsızlık referandumu kararlarının defalarca ertelenmişti. Fakat Barzani bu defa France 24 kanalına yaptığı açıklamada "Bu geri çevrilemez bir karardır. Bu karar alınmıştır. 25 Eylül referandum günü olacaktır." ifadesini kullandı. Sonrasında gelen tepkiler karşısında Barzani, bu referandumun ertelenmeyeceğini defalarca tekrarladı. Bağdat yönetimi ise bu referanduma karşı çıkarak, “Anayasa bütün sorunlara çözümünün arandığı kapıdır. Hiçbir tarafın tek başına müdahalede bulunmasına izin verilmemelidir. Bütün sorunlar Anayasa yoluyla çözülmelidir. Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkiler anayasal temelde olmalıdır.” dedi.

Elbette bu referandum Erbil Bölgesel Yönetimi ile Bağdat Merkezi Hükümeti arasında sadece Irak’ın içişlerini ilgilendiren bir mesele değildir. Doğrudan bağımsızlık ilânı anlamına gelmemesine rağmen referandumun bölgedeki dinamiklerde önemli etkileri olacaktır. Ayrıca domino etkisi yaratması muhtemeldir. Bu açıdan hem küresel hem de bölgesel aktörlerin referanduma ve bir adım ötesindeki bağımsızlık ilânına nasıl yaklaştıkları önemlidir. Ankara ve Tahran’ın yaklaşımları ise özel bir öneme sahiptir.

Geçen yüzyıla bakıldığında İran ile Irak Kürtleri’nin ortak düşmanları Bağdat’a karşı müttefik oldukları görülür. Irak Kürtleri ile İran arasında zaman zaman türbülanslar yaşansa da 1975 Cezayir Anlaşması’na kadar İran, 1961, 1963 ve 1965’te Bağdat’a karşı gerçekleşen Kürt ayaklanmalarını desteklemiştir. Ancak 1975’te İran ile Irak arasında yaşanan sorunların çözümüne dair imzalanan Cezayir Anlaşması, Tahran’ın Irak’taki Kürtler’e desteğini kesmesini de öngörmüştür.1 Bu anlaşma sonrası İran Kürtler’e verdiği desteği çekmiş ve böylece Bağdat yönetimi, İran’ın desteğinden yoksun kalan Kürtler’i sindirmeyi başarmıştır. Fakat İran Devrimi sonrasında, 1980’de Irak ile başlayan savaşın hemen ardından Kürtler ile yeniden temas kurmuş, Bağdat karşıtı iki aktör, bu süreçte Irak güçlerine karşı ortak operasyonlar düzenlemiştir. Ayrıca İran, savaş süresince bir yandan Kürt mültecilere kapısını açarken diğer taraftan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) gibi grupların siyasi-askeri elitleri de İran’da yerleşmelerini sağlamıştır.2

İran ile Irak Kürtleri’nin 1980’li yıllarda yaşanan yoğun göçlerle artık organikleşen ve yukarıda ifade edildiği gibi tarihi süreklilik arz eden ortak düşmana karşı iş birliği ilişkisi, I. Körfez Savaşı’ndan sonra değişmeye başlamıştır. Çünkü bu tarihten itibaren İran’ın Irak Kürtleri’nin geleneksel hamilik rolünü ABD devralmıştır. Özellikle 2003’te, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle İran ile Kürtler arasındaki ortak düşmana karşı iş birliği stratejisi tamamen çökmüştür. Çünkü İran’ın Bağdat’ı zayıflatmak için Kürtler’e ihtiyacı kalmamıştır; tersine, Bağdat’ta Şii ağırlıklı ve İran’a dost bir yönetimin kurulması, İran ile Kürtler’in arasındaki ilişkinin çelişkili yanı hâline gelmiştir. Kürtler açısından bakıldığında ise ABD faktörü, İran ile mevcut ilişkilerin önemli bir parametresi olmuştur. Açık bir şekilde İran’ı karşılarına almak istemeyen Kürtler, İran-ABD gerginliğinde de taraf olmak istememişlerdir.

Saddam Hüseyin sonrasına kadar İranlı Kürtler ile Iraklı Kürtler arasında çift yönlü bir etkileşimden bahsedilebilir. Zira Tahran yönetimi, Iraklı Kürtler’i desteklerken, Bağdat yönetimi de İranlı Kürtler’i desteklemiştir. Ayrıca başarısız isyanlar sonucunda İran’a göç eden Iraklı Kürtler olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin desteğiyle 1946’da İran topraklarında kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin 1947’de Şah Muhammed Rıza Pehlevi tarafından yıkılmasının hemen ardından pek çok İranlı Kürt de Irak’a göç etmiştir. Irak’a göç eden bu Kürtler, Irak yönetiminin desteği ile yeniden örgütlenmiş ve 1960’larda Şah’a karşı mücadeleye girmişlerdir. Bağdat’ın desteği ile güçlenen İran Kürdistan Demokrat Partisi (İ-KDP)3 ve KOMULE’nin o günden bugüne merkezi büroları Irak’ta bulunmaktadır.

2003’te ABD’nin işgalinin ardından Irak’ta ortaya çıkan yeni siyasi yapı, İran ile Irak Kürtleri arasındaki ilişkinin doğasını da temelden sarsmıştır. Tahran ile Erbil arasındaki ortak düşman durumundaki Bağdat’a karşı işbirliği ilişkisi, yerini Tahran-Bağdat ittifakına bırakmış, bu denklemde Irak Kürtleri karşı taraf hâline gelmiştir. 2010 Arap Baharı sonrasında Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen üzerinden Ortadoğu’da etkinliğini arttıran İran, diğer bölgesel Sünni yönetimleri kadar Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni de rahatsız etmiş; IKBY, İran’ın Şiilik üzerinden bölgedeki hegemonya mücadelesine karşı yeni arayışlara yönelmiştir.

Barzani'nin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne Aralık 2015’te yaptığı ziyaretler bu açıdan önemlidir. Barzani’ye yakın kaynaklar, bu ziyaret sırasında hem Irak Merkezi Hükümeti'nin olumsuz tavrı nedeniyle Irak'ta birlikte yaşamanın koşullarının kalmadığını, bu sebeple Barzani’nin bağımsız Kürdistan için nabız yokladığını, hem de son dönemde İran'ın, bölgedeki etkinliğini ve Suriye ile Irak'taki yönetimler nezdindeki nüfuzunu arttırarak bölgesel güç olma yolunda adımlar atmasını, başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkeleriyle birlikte kaygıyla takip ettiklerini de ifade etmişlerdir.

Barzani’nin bu ziyaretinin ardından bölgede Tahran’ın dikkatini çeken pek çok gelişme yaşanır. Birçok Kürt kuruluşu, heyeti ve din adamı Suudi Arabistan’ı ziyaret eder. Suudi Arabistan Erbil Konsolosluğu’nun faaliyetleri de Tahran tarafından şüpheyle karşılanmıştır. Ayrıca 2016 yılının sonlarında İ-KDP’nin İran’da yeniden eylemlere başlamasının ardından İranlı yetkililer Riyad ve Erbil’i suçlayan açıklamalar yapar. Tahran yönetimi, merkezi Erbil’de bulunan İ-KDP’nin saldırılarından rahatsızlığını belirterek Kürt yetkililerin denetimindeki sınır kapılarından İ-KDP’ye bağlı Peşmergeler’in geçişinin engellenmesini ve İran Kürdistan Bölgesi’nde yaşanan saldırıların durdurulmasını talep etmiştir.

Irak Merkezi Hükümeti ile sorunlar yaşayan ve bağımsızlık arayışı içindeki IKBY’nin Tahran-Bağdat yakınlığını düşünerek hareket ettiğini ve Kuzey Irak’ın bağımsızlığını destekleyen Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’in de IKBY’nin bölgedeki yeni partnerlerine dönüştüğünü söylemek mümkündür. Bilindiği gibi Irak, İran’a dost bir hükümetin tesis edilmesiyle İran’ın bölgesel güç projeksiyonlarında kilit ülkelerden birisi hâline gelmiştir. Ayrıca son dönemde İran’ın DEAŞ’a karşı mücadelede Irak’a verdiği geniş kapsamlı askeri destek, iki ülke arasında askeri iş birliğinin genişlemesine zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla Irak’a yönelik güvenlik tehditleri, İran’ın Irak’taki etkisinin artmasına ve iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin derinleşmesini doğurmuştur. DEAŞ’ın Irak’ta bir tehdit kimliğiyle yükselmesi, İran ile Irak arasındaki stratejik ilişkilerin geliştirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, şimdiye kadar Bağdat-Erbil geriliminde dengeli davranmaya çalışan İran, yaşanacak herhangi bir çatışmada Bağdat’ın yanında yer alacaktır.

İran’ın 23 Temmuz’da Irak ile imzaladığı savunma iş birliği anlaşması, zamanlama açısından önemlidir. Musul’un Irak Silâhlı Kuvvetleri tarafından kurtarılmasınınsardından DEAŞ ile mücadeledeki başarının taçlandırılmasına yönelik imzalandığı düşünülen bu anlaşmanın diğer bir gündem maddesinin de IKBY’nin 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık referandumu düzenlemesine dair kararı olduğu anlaşılmaktadır. Zira İran Savunma Bakanı Dehgan’ın, Irak Savunma Bakanı el-Hayali ile yaptığı görüşmede, Irak'taki ulusal birlik ve bütünlüğün ülkede istikrarı, güvenliği ve tüm etnik grupların çıkarlarını garanti ettiğini ve İran'ın Irak’ta bölücü bir hareketi hiçbir zaman kabul etmeyeceğini vurgulaması, bunun işareti olarak değerlendirilebilir. Yapılan savunma iş birliği anlaşması da bu çerçevede daha fazla anlam kazanmaktadır. Böylece İran, bir yandan Bağdat’a tam desteğini göstermiş, öte yandan Erbil Yönetimi’ne de mesaj vermiştir.

Ayrıca İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi (İMGYK) Sekreteri Ali Şemhani de Iraklı bakan ile yaptığı görüşmede, Irak’ın toprak bütünlüğüne özellikle vurgu yapmıştır. Kuzey Irak’ın bağımsızlık referandumuna değinen Şemhani, Irak’ta her türlü bölücü eğilimin bu ülkeyi istikrarsızlığa ve güvensizliğe sürükleyeceğini belirtmiştir. Irak Savunma Bakanı General el-Hayali de bölücü eğilimlerin Irak’ı zora sokacağına dikkat çekerek, Irak Ordusu’nun ülkeyi bölecek hiçbir fitneye ve illegal girişime izin vermeyeceğini söylemiştir. İMGYK Sekreteri Ali Şemhani 17 Temmuz’da Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği Genel Sekreteri Yardımcısı Abdullah Resul Ali ile Tahran'da yaptığı görüşmede de bu konuya temas etmiştir. Görüşmede Şemhani, IKBY’nin bağımsızlık referandumu kararının, Irak halkının gerçek ihtiyaçları ve öncelikleriyle asla örtüşmediğini, Irak’ı zayıflatmak için sömürgeci güçlerin plânı olduğunu ifade etmiştir.

Hatırlanacağı üzere Tahran yönetimi en üst makamdan da bu referanduma karşı olduğunu ifade etmiştir. Haziran ayında Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamenei ile Irak Başbakanı Haydar el-İbadi arasında gerçekleşen görüşmede Hamenei İran'ın, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin Irak'tan ayrılmasını öngören bağımsızlık referandumuna karşı olduğunu söylemiştir.

Kuzey Irak Bağımsızlık Referandumu, XX. yüzyılın en tartışmalı konularından biri sayılan self-determinasyon (self-determination) ilkesinin günümüzde Ortadoğu’da yeniden gündeme gelmesine ve “Kuzey Irak Örneği” ile halkların kendi kaderlerini tayin motivasyonu doğrultusunda ayrılıkçı hareketlerin ivme kazanmasına sebep olacaktır. Ayrıca bağımsız bir Kürdistan Devleti’nin bölge siyasal denklemine eklenmesi, sözkonusu devletlerin ilişki ağının yeni boyutlar kazanmasına, küresel aktörlerin bölgede yeni stratejik vizyonlar belirlemesine zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda, bölgede toprak bütünlüğü ve siyasal bütünlük açısından en fazla sorun yaşayan ve bu anlamda en büyük hassasiyet düzeyine sahip ülke İran’dır.

İran’ın Iraklı Kürtler’e bakış açısını şekillendiren en önemli faktör kendi ülkesindeki Kürt azınlığın ayrılıkçı potansiyelidir.4 Zira İran toplumunun çok etnisiteli yapısı ve bu etnik grupların meşru haklarının, genellikle Tahran yönetimi tarafından göz ardı edilmesi sebebiyle Kürt, Arap, Beluç ve Türkmen azınlıklar, resmi İran kimliğini sahiplenmiş değillerdir. İran’daki azınlığın büyük bölümünü teşkil eden Azeri Türkleri’nin yaşadığı farklı sorunlar vardır. İran nüfusunun yarısından fazlasının Fars olmayan etnik unsurlara dayandığı ve ülkede etnik milliyetçiliğin yükselişe geçtiği düşünüldüğünde Tahran Yönetimi, Kuzey Irak Referandumu’nun ve bir sonraki aşama olarak bağımsızlığının yaratacağı domino etkisini ve tektonik sonuçlarını öngörebilmektedir.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin referandum kararına özellikle İran Kürtleri kayıtsız değildir. Erbil ve Süleymani’de büroları bulunan İ-KDP ile KOMELA, IKBY’nin referandum kararını desteklediklerini açıklamışlardır. İKDP Genel Sekreteri Mustafa Hicri ve KOMELA Birinci Sekreteri Abdullah Muhtedi, referandum sonucunun İran Kürtleri’nin özgüvenini artıracağını ve kendileri için de emsal teşkil edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca İran’daki Sünni Kürt gruplarının başında gelen Davet ve Islah Cemaati ile Mekteb-i Kur’an Hareketi’nin referanduma müspet baktıkları ve bu grupların referandumu destekleyen Irak Kürdistan İttihad-ı İslâm Partisi ile yakın ilişkilerinin bulunduğu bilinmektedir.

Durum böyleyken İran, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kendi içindeki fay hatlarını kullanarak referandumu engelleme gayretini sürdürmektedir. Kuzey Irak’taki tüm Kürt siyasi partileri nihai hedefin Bağımsız Kürdistan olduğu konusunda mutabık kalmalarına rağmen yaklaşım konusunda ayrışmaktadırlar. Başka bir ifadeyle bağımsızlık tartışmalarının özünde “Olsun mu, olmasın mı?” sorusu değil “Ne zaman olsun? Nasıl olsun?” sorusu yatmaktadır. Bu açıdan referandumun Kuzey Irak’ın iç siyasetini ilgilendiren yönü de vardır. Bazı iddialara göre Barzani liderliğindeki KDP, yaşadığı sıkışmışlığı aşmak ve muhalefeti susturmak için böyle bir gündem yaratmıştır. Bu iddialara göre bölgede çok ciddi siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlar yaşanmaktadır. İki yıla yakındır parlamento çalışmamakta ve Goran Hareketi5 yönetimde yeralmasına rağmen tamamen yönetimin dışına atılmış durumdadır. Tüm yetkiler KDP’de, daha doğrusu Barzani Ailesi’nin elindedir ve bölgede bir “aile iktidarı” söz konusudur. Muhalif çevreler bu referandumu “Kürt halkının değil, Barzani Ailesi’nin referandumu” olarak nitelendirmektedir.

Goran'ın Dış İlişkiler Sorumlusu Muhammed Rahim Tevfik yaptığı açıklamada, "Bağımsızlık referandumunun gerçekleşmeyeceği kanaatindeyiz. Goran için önceliğimiz uygun, iyi ve gelişmiş bir idare kurup anayasaya göre hareket ederek tartışmalı bölgeleri IKBY'ye bağlamaktır" dedi. Değişim Hareketi (Goran) ve Kürdistan İslâmi Toplum Partisi (Komel), yayımladıkları ortak bildiride 25 Eylül’de yapılacak bağımsızlık referandumunun ertelenmesi talebini yineledi. Ortak bildiride özetle şunlar ifade edildi: ”Goran ve Komel olarak, Kürdistan Bölgesi’nde memur maaşlarının ödenmesi konusundaki sıkıntıların giderilmesi, halkın hayat şartlarının iyileştirilmesi, uygulanması gereken şekilde parlamentonun etkinleştirilmesi ve referandumun makul bir zamana ertelenmesi konularındaki kararlılığımız devam etmektedir. Mevcut krizi çözmek için ciddi müzakerelerde bulunmaya hazırız.”

İran tüm gücüyle bu referandumu engelleme gayretini sürdürmesine rağmen, referandumun gerçekleşmesi ve sonrasında âni ve tek taraflı bir Kürt Devleti’nin bağımsızlık ilânı hâlinde ne olacak? Böyle bir durumda muhtemelen İran siyasi elitleri arasında Kürt meselesine sadece ulusal güvenlik sorunu olarak bakan şahin kanat güçlenecek. Aynı zamanda Ruhani Hükümeti içerisinde yer alan İran’daki azınlıkların haklarını iyileştirerek çözüm üretmeye çalışan pragmatistlerin seslerinin kısılmasına sebep olacaktır. Erbil’in hareketini memnuniyetle karşılayan İran Kürtleri’ne karşı Tahran Yönetimi’nin sert tutumu büyük olasılıkla İran içindeki Kürt ulusalcılığını yeniden alevlendirecektir. Benzer şekilde, Irak’ın dağılması karşısında İran’ın, Bağdat Hükümetini koruma sorumluluğunun artmasıyla birlikte Tahran’ın Kürtler’e karşı politikası daha da sertleşecektir. Ayrıca, Kuzey Irak’taki Kürt bağımsızlığını, Erbil’in Pankürt ulusalcılığını sahiplenmesi takip ederse, İran’ın buna sert bir şekilde karşılık vermesi de ihtimal dahilindedir.

Somutlaştırmak gerekirse, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani birkaç gün önce yaptığı açıklamada ülkesinin, sadece birleşik ve federal Irak Hükümeti’ni resmi olarak tanıdığını, Kürdistan Bölgesi’nin Irak’tan ayrılması durumunda Erbil’le varolan bütün anlaşmaları iptal edeceğini söyledi. Şemhani, “Çünkü bizim IKBY ile yaptığımız anlaşmalar, Irak çerçevesi içindedir.” dedi. Şemhani, sınır kapılarıyla ilgili anlaşmalara işaret ederek, “Kürdistan Bölgesi Irak’tan ayrılırsa bütün sınır kapıları ve yollar kendilerine kapatılacaktır.” ifadesini kullandı. Kürdistan Bölgesi yöneticilerinden referandum kararını gözden geçirmeleri talebinde bulunan Şemhani, “Irak’ın komuşlarının referanduma karşı olması, Kürdistan için çetin bir durum ortaya çıkaracaktır.” diye konuştu. Referandumun yapılması durumunda İran’ın, geçmiş yıllara göre farklı adımlar atacağını söyleyen Şemhani, İran’ın muhalif güçlerle, Kürdistan Bölgesi topraklarında mücadele edeceğini ifade etti. Bu açıklama İran’ın Bağdat’ı ya da bölgedeki muhalif güçleri destekleyerek silâhlı mücadeleye girebileceğinin sinyali diye değerlendirilebilir. En azından muhtemel bir bağımsızlık ilânında İran’ın Kuzey Irak’ı istikrarsızlaştıracağını söylemek mümkündür. Bu gerilimde Kerkük’ün kırılma noktasını belirleyeceği muhtemeldir. Kerkük’ten vazgeçmek istemeyen Kürtler ile Kerkük için savaşmaya hazır olduklarını açıklayan İran kontrolündeki Haşdi Şabi arasında yaşanabilecek çatışma senaryoları şimdiden gündemdedir.

Son olarak, Suriye’nin Kuzeyindeki YPG/PYD terör örgütünün varlığının ve otonom siyasal birimler kurma girişimlerinin Kuzey Irak Referandumundan müspet etkileneceği ve bölgede benzer girişimlere ivme kazandıracağı şüphesizdir. Suriye’nin kuzeyinde, Kuzey Irak referandumundan ilham alan bir “birleşik bağımsız kantonlar” referandum projesinin gündeme gelmesi de muhtemeldir. Bu süreçte Irak ve Suriye’de doğrudan etkiye sahip İran’ın politikaları belirleyici olacaktır. Bu açıdan 15 Ağustos Salı günü İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Hüseyin Bakıri başkanlığındaki üst düzey askeri heyetin Ankara ziyareti, İran’ın bu iki sorunu Türkiye ile birlikte çözme isteği şeklinde değerlendirilebilir. Zira Ankara’nın da Tahran gibi hem Kuzey Irak’ta hem de Kuzey Suriye’de bir Kürt devletine olumlu bakması mümkün değildir. Bu oluşumlar Türkiye ve İran açısından hem iç hem dış güvenlik tehditleridir.


NOTLAR

1 Kerim Yıldız, The Kurds in Iraq, London: Pluto Press, 2004, pp.23-24.

2 David McDowail, A Modern History of the Kurds, London: I. B. Tauris, 1996, pp.287-367.

3 İ-KDP, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş bir siyasi partidir. İlk lideri Gazi Muhammed, kendisine bağlı on binlerce peşmerge ile yıllarca Tahran Yönetimi’ne karşı silâhlı mücadele yürütmüştür. Tahran Yönetimi tarafından idam edilince aynı çizgiyi başkaları sürdürmüştür. İkinci önemli liderleri Doktor Kasım da Tahran tarafından idam edilmiştir. Bu idamların ardından özellikle 1979’daki devrimden sonra da İranlı Kürtler’le Tahran Yönetimi arasında problemler yaşandı. İran’daki Kürt muhalefeti yıllarca, Tahran’a karşı gizli faaliyet yürüttü. Ancak İran, Kürtler’in hak taleplerinin hiçbirisine olumlu cevap vermedi. Ülkede yaşanan silâhlı çatışmalarda binlerce kişi öldü. İKDP silâhlı mücadeleyi 1996’ya kadar sürdürdü. Silâhla sonuç alınmadığı gerçeği karşısında Mesut Barzani ve Celâl Talabani, İ-KDP’yi Kuzey Irak’a davet etti. Bunun üzerine parti mensuplarının büyük bölümü, kendileri için Kuzey Irak’ta tahsis edilen kamplara gelip yerleşti.

4 İran’da yaşayan Kürtler’in nüfusu tam olarak bilinmemekle birlikte 5 ilâ 7 milyon arasında oldukları tahmin edilmektedir. Bu nüfusun yüzde 30’unu Şii, yüzde 70’ini ise Sünni Kürtler teşkil etmektedir. Kürt milliyetçiliğinin daha çok Sünni Kürtler tarafından benimsendiğini söylemek mümkündür. Şii Kürtler ise İran içinde sisteme entegre olmuşlardır. Milliyetçi Kürtler’in 20. yüzyılın başından günümüze İran’ın içinde “özerk bir Kürdistan” kurmak için çalıştıkları söylenebilir. İranlı Kürtler bu amaçla hem Şah, hem de Humeyni yönetimine karşı silâhlı eylemlerde bulunmuşlardır. Bu çatışma, İran’da Kürt sorununu sürekli gündemde tutmuş ve İran’da etnik mesele “Kürt sorunu” ile özdeşleşmiştir.

5 Eski Irak Cumhurbaşkanı Celâl Talabani'nin genel sekreterliğindeki KYB içinde reformcu kanadının öncüleri arasında yer alan Noşirvan Mustafa, 2006 yılında partisinden istifa ederek Goran Hareketi'ni kurdu. Goran, IKBY'de 25 Temmuz 2009'da düzenlenen seçimlerde %23,75 oy oranıyla 25 milletvekili çıkararak bölgedeki en etkili muhalefet partisi hâline geldi. Hareket, 2013'te düzenlenen IKBY milletvekili seçimlerinde yükselişini sürdürdü. Bu seçimde 24 sandalye kazanan Goran, IKBY Başkanı Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) ardından ikinci parti konumuna yükseldi. Önceki seçimlere KDP ile ittifak kurarak giren KYB ise sadece 18 milletvekili çıkararak üçüncü parti seviyesine geriledi.