Dağlık Karabağ İşgali ve İran’ın Yaklaşımı

Dağlık Karabağ İşgali ve İran’ın Yaklaşımı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Son aylarda Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına yönelik giderek artan saldırıları 27 Eylül Pazar günü sıcak çatışma ile sonuçlandı. 2016 yılından bu yana yaşanan en şiddetli çatışma olarak değerlendirilen hadise, Ermenistan güçlerinin Yukarı Karabağ olarak da bilinen Azerbaycan topraklarındaki sivil yerleşimleri ve askerî mevzileri hedef alarak sert güç kullanmasının ardından Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı çerçevesinde karşılık vermesiyle yaşandı. Öncesinde temmuz ayı ortalarında da sınır bölgesinde Ermenistan tarafından başlatılan çatışmalar yaşanmış ve özellikle saldırının yaşandığı Tovuz bölgesinin enerji ve taşımacılık koridoru olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu saldırılar, Ermenistan’ın dikkatleri işgali altındaki topraklardan stratejik bölgelere kaydırma girişimi olarak değerlendirilmişti.

İki eski Sovyet cumhuriyeti arasında giderek artan bu gerginlikler yaklaşık 30 yıllık bir toprak işgaline dayanıyor. Ermenistan’ın, Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ bölgesini işgali 1992 yılında sıcak çatışmaya dönüşmüş ve işgalin neden olduğu çatışma Mayıs 1994’te ilan edilen ateşkes antlaşmasının yürürlüğe girmesine kadar devam etmişti. O dönemden bu yana Dağlık Karabağ’da beş (Hankenti, Ağdere, Şuşa, Hocalı, Hocavent) ve çevresinde de yedi rayon (ilçe) (Kelbecer, Laçin, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Fuzuli, Ağdam yerleşim bölgeleri) olmak üzere toplam on iki rayon yani Azerbaycan topraklarının %20’si Ermenistan işgali altındadır.

Azerbaycan topraklarında uzun süredir devam eden bu işgalin barışçıl yöntemlerle çözümünü sağlamak için uluslararası toplumda çeşitli girişimler mevcuttur. Bu girişimlerden temeli 1992 yılına dayanan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/OSCE) çerçevesinde oluşturulan bir müzakere ekibi olan Minsk Grubu, süreç içerisinde Dağlık Karabağ işgalinin çözümünü takip eden resmî uluslararası toplum organı hâline gelmiştir. AGİT Minsk Grubu ara buluculuğunda çeşitli müzakereler ve “Adım Adım” (Step by Step) Yaklaşımı, “Paket Anlaşma” (Package Deal) Önerisi, “Ortak Devlet” (Commonwealth) Önerisi, “Temel Prensipler/Madrid Prensipleri” (Madrid Principles) gibi çözüm önerileri sunulsa da tarafların hiçbirinde uzlaşamaması dolayısıyla bu süreç her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Minsk Grubu da çoğu zaman taraflı yaklaşımlarından dolayı başarısızlıkla anılmış ve Türkiye’nin de dâhil olduğu birçok ülke tarafından zaman zaman ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Sıcak çatışmaların yaşandığı, sivillerin hayatını kaybettiği ve işgalin boyutunun gün geçtikçe arttığı güncel olaylar da dikkate alındığında bu Grubun başarısızlığı ve eleştirilerin yerindeliği bir kez daha önemini korumaktadır.

Dağlık Karabağ özellikle Güney Kafkasya’da istikrarın sağlanabilmesi ve yeni bir çatışma alanının oluşmaması için oldukça önemli bir jeopolitik ve jeoekonomik öneme sahiptir. Bölge genelinin önemli bir enerji koridoru olduğu düşünülürse Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye’nin enerji güvenliği açısından da burada oluşabilecek herhangi bir istikrarsızlık bölge geneline yayılabileceğinden oldukça risk taşımaktadır. Bununla birlikte Dağlık Karabağ’ın İran sınırına olan yakınlığı, zengin yer altı kaynakları, alternatif kara bağlantısı olabilme potansiyeli gibi son derece stratejik dinamiklere sahip olması, bu bölgede istikrarın neden sağlanamadığının ve sağlanması gerektiğinin de birer nedenidir.

Ermenistan, işgali altındaki Azerbaycan topraklarını elinde tutmaya ve koz olarak kullanmaya devam ederken Azerbaycan’ın tutumu, işgali asla kabul etmeyecekleri ve “Dağlık Karabağ Azerbaycan’dır ve Ermenistan tamamen bu bölgeden çekilmelidir.” şeklinde işgal altındaki topraklarının tamamen kurtarılması gerektiği yönündedir. Uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkı kapsamında iki ana kaynaktan biri olan Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. maddesi gereğince de Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı kapsamında Ermenistan’ın işgaline ve saldırılarına karşılık vermesi yasal olarak tanınmış bir haktır. Çünkü meşru müdafaanın ilk koşulu olan “silahlı saldırı”nın mevcudiyeti gerçekleşmiş, ikinci koşulu olan “gereklilik” (necessity) ve “orantısallık” (proportionality) ise uzun zamandır topraklarını işgalden kurtarmak isteyen Bakü için çözümü bulunamayan ve sivillerinin ölümüne yol açan bu süreç karşısında artık bir zarurilik hâline dönüşmüştür. Ermenistan’ın mart ayında işgali altındaki Dağlık Karabağ’da sözde bir devlet yaratarak sözde bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapması ise uluslararası hukuk açısından Azerbaycan’ın haklarının mutlak işgali anlamı taşımaktadır. Birçok devlet ve uluslararası örgüt tarafından da bu girişim “sabotaj” olarak adlandırılsa da Ermenistan’ın işgalciliği bununla da sınırlı değildir. Erivan’ın, Ermeni aileleri Dağlık Karabağ’a yerleştirerek popülasyonu değiştirme çabaları ve son olarak Beyrut’ta yaşanan patlamanın ardından Ermenistan’a gelen Lübnan Ermenilerine “vatandaşlık ve yerleşim hakkı” verileceği açıklamalarından sonra Lübnanlı Ermenileri, kalıcı olarak işgali altındaki bölgelere ve özellikle Dağlık Karabağ’a yerleştirmesi de Bakü’nün haklı tutumunun ardındaki en önemli nedenlerden bir diğeridir. Bununla birlikte Ermenistan, Minsk Grubunun eş başkanları olan ABD, Fransa ve Rusya’da ciddi oranda güçlü bir diasporaya da sahiptir ve ülke bu sayede müzakerelerde elini güçlendirmiştir. Uluslararası toplumun bu işgale göz yummasının ardındaki en büyük sebebi de bu durum oluşturmaktadır. Bu süreçte Erivan, İran’ın da politik desteğini ayrıca yanına almıştır. Tüm bunlar ise Bakü’yü, fiilî (de facto) durumun hukuki (de jure) duruma dönüşmesini engellemek için söylemlerini sertleştirmek zorunda bırakmıştır.

Diplomasi girişimlerinin geçmişte olduğu gibi gelecekte de işgalden kurtulmak için bir seçenek sunamayacağının farkındalığı ile Bakü, geçen süre içinde sahip olduğu enerji kaynaklarını kullanarak askerî gücünü modernize etmek ve Türkiye, Rusya, İran ve Fransa gibi ülkelerle uluslararası iş birliklerini güçlendirerek ülkelerin bu konudaki destekleri ile de çözüm sağlamak amacıyla girişimlerde bulunmuştur. Fakat son zamanlarda şiddeti giderek artan saldırılar da göz önünde bulundurulduğunda Bakü’nün riskli adımlar atmak, sorumluluklar almak ve kendini savunmaktan başka seçeneği kalmamıştır. Ermenistan’ın artan saldırganlığı, Azerbaycan’ın buna sert güç kullanarak müdahale etmesi ve altı köyün Ermenistan işgalinden kurtarıldığını açıklamasının ardından her iki ülkede de savaş durumu ilan edilmesiyle birlikte bölgesel ve küresel güçler de hamlelerini yapmaya başladılar.

Son aylarda başta yetkililerin “ekonomik savaş ve terör” olarak adlandırdıkları ağır ABD yaptırımları ve koronavirüs salgını olmak üzere ciddi toplumsal sıkıntılarla karşı karşıya kalan Tahran yönetimi, Azerbaycan’ın karşı hamlelerinden sonra meydana gelen çatışmaya ciddi bir tepki vermemiş ve tarafları sükûnete davet ederek ara buluculuk yapabileceğini söylemekle yetinmiştir. Bununla birlikte gerek yerel gerekse de ulusal basında öne çıkan haber ve yorumlarda İran’ın 30 yıl önceki pozisyonunu koruduğu ve işgal altındaki Müslüman komşusu ile işgalci Ermenistan’ı eşit pozisyonlarda değerlendirdiği görülmektedir. Bunun yanı sıra sosyal medyada da yer aldığı üzere Gürcistan koridorunu kullanamayan Rusya’nın Ermenistan’a İran üzerinden silah sevkiyatına başlaması da yukarıdaki çıkarımı doğrulamaktadır. Çeçen Direnişi ve Tacikistan İç Savaşı’ndan beri Rusya’yı karşısına almamaya özen gösteren Tahran’ın bugün içinde bulunduğu durum çok daha karmaşık olduğundan bu tavrı şaşırtıcı olmamıştır. Yine de bölgedeki çatışmanın yaygınlaşması ve uzaması, Türk-Ermeni ya da Müslüman-Hristiyan savaşı hâline gelmesi, tarihsel ve kültürel olarak Azerbaycan ile benzer kodlara sahip olan ve yüzyıl önceki Ermeni çetelerinin mezaliminden payını alan İran’ın mevcut pozisyonunu korumasını güçleştirebilir.


Bu makale ilk olarak 30.9.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/09/30/drgyryh-dr-qrhbg-w-wkhnsh-yrn-1500389