Hakan Fidan’ın Irak Ziyareti Bir Milat Olabilir mi?

Hakan Fidan’ın Irak Ziyareti Bir Milat Olabilir mi?
Görsel @AA Images
Irak üzerindeki nüfuzu ve etkinliği tartışılmaz olan Tahran’ın, Zengezur Koridoru’na verdiği tepkinin benzerini Kalkınma Yolu Projesi’ne göstermesi hâlinde, projenin hayata geçmesi zora girebilir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 22-24 Ağustos tarihleri arasında Irak’ın başkenti Bağdat ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) merkezi Erbil’e ziyarette bulunması, iki ülke basınının ve uluslararası gözlemcilerin yoğun ilgisini çekti. Fidan, Iraklı üst düzey devlet adamlarının yanı sıra önde gelen parti liderleri ile de görüştü. Bunlar arasında İran’a yakınlığı ile bilinen siyasi liderler ile Haşd-i Şabi Komutanı Falih Feyyad özellikle dikkat çekiciydi. Yine Fidan, Bağdat’ı ziyareti esnasında ülkede bulunan Malezya Dışişleri Bakanı ile de ikili bir görüşme gerçekleştirdi.

İlişkilerin Geçmişi

İslami dönemde Türkiye-Irak ilişkilerinin tarihini Büyük Selçuklular Dönemi’ne kadar uzatmak mümkünse de ilişkilerin kalıcılaşması ve yapısal bir karakteristik kazanması, Osmanlı yönetimi zamanında ve miladi 16. yüzyılın başlarında olmuştur. İkisi de Türk devletleri olan ve ağırlıklı olarak bugünkü Mısır-Suriye ve İran coğrafyalarında hüküm süren Memlük ve Safevi devletleri ile yapılan savaşların kazanılması ile Yavuz Sultan Selim liderliğindeki imparatorluğun hâkimiyet alanı bütün Irak’a hatta Irak-ı Acem ve Ceziretul Arab bölgesine kadar genişlemişti. 19. yüzyıla gelindiğinde Irak’ın ve Basra Körfezi’nin jeopolitik önemi ciddi biçimde artmış özellikle İngiltere’nin en değerli sömürgesi Birleşik Hindistan’a olan yakınlığı nedeniyle Körfez bölgesi, büyük güçlerin dikkatini çekmeye başlamıştır. Uluslararası su yollarının önem kazanması, Süveyş Kanalı’nın İngiltere tarafından işgali üzerine Bağdat-Basra demir yolunun Almanya’nın da desteği ile inşasına başlanması; Irak’ın daha o dönemdeki jeopolitik önemini gözler önüne sermektedir. Yine döneme ait resmî arşivlere göz atıldığında Irak’taki mezhebî gelişmeler, kabileler arasındaki asayiş sorunu ile bataklık bölgelerdeki tarım ve su sorununun; merkezi meşgul eden ana meseleler olduğu görülmektedir.

Modern Türkiye Cumhuriyeti ve Irak Krallığı’nın kurulmasıyla özellikle Musul-Kerkük vilayetlerinin Ankara’nın gündeminden çıkmasının ardından, ikili ilişkilerde belirgin bir sorun alanı kalmamıştır. Irak’ta iddialı agresif politikalarıyla bilinen Baas Partisinin işbaşına gelmesi bile İran ve Kuveyt gibi komşu ülkelerle ciddi sorunlara neden olurken Türkiye’ye yönelik acil bir güvenlik tehdidi oluşturmamıştır. Yine de İran-Irak Savaşı ile birlikte PKK’nın Irak’taki otorite boşluğundan faydalanması, Ankara’yı tedirgin etmiş; daha 1980’li yıllardan itibaren ülkenin kuzeyine yönelik askerî operasyonlar düzenlenmiştir.

ABD’nin kitle imha silahları bahanesiyle 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi, bölgesel istikrar ve düzene ağır bir darbe indirdi. İlk aşamada ABD’ye karşı başlayan direniş hareketi, bir süre sonra farklı grupların birbirleriyle çatışmasına; el-Kaide ve Arap Baharı’ndan sonra DEAŞ gibi küresel terör örgütlerinin ülkeye yerleşmesine neden oldu. Bu esnada gerek Suriye gerekse de Irak’ta PKK’nın alan kazanması, siyasi tecrübe edinerek farklı şartlara ve kimliklere adapte olabilme yeteneği edinmesi, yine DEAŞ tehdidi bahanesini kullanarak başta ABD olmak üzere küresel ve bölgesel ülkelerin açık/örtülü desteğini kazanması; Ankara için oldukça can sıkıcı gelişmeler oldu.

Başlıklar, Beklentiler, Gerçekler

Yukarıda özetlenen tarihî arka plan ışığında yeni Dışişleri Bakanı’nın en kapsamlı ziyaretini önceki görevi esnasında da yakından takip ettiği ve özel ilişkiler geliştirdiği Irak’a yapmış olması ve görüşme başlıklarının özetle başta PKK olmak üzere terör örgütleriyle mücadele, Irak’ın mustarip olduğu su sorunu ile ülkenin bölgesel ve küresel önemini artıracak olan Kalkınma Yolu Projesi başlıklarından müteşekkil olması şaşırtıcı değil. Mezkûr üç başlığın hayata geçirilmesi ise kuşkusuz basın toplantılarında dile getirildiği kadar kolay olmayacaktır. Zira Ankara için önem sırasına göre bu konuları incelersek PKK’nın üstlenmiş olduğu alanlardan çıkarılması ciddi teknik ve siyasi zorluklar içermektedir. Bilindiği üzere Kuzey Irak’ın sarp dağlık yapısı, terör yapılanmaları için oldukça verimli bir alan sağlıyor. Bütün bölgenin terör unsurlarından temizlenmesi için askerî operasyonların uzun yıllar boyunca devam etmesi ve adım adım ilerlemesi gerekiyor. Son yıllarda Barzani ailesinin liderliğindeki Erbil yönetimi ile bu konuda geliştirilen yakın iş birliği, bu mücadelenin daha etkili gerçekleştirilmesinde önemli rol oynuyor. Nitekim örgütün bu durumdan rahatsız olduğu ve zaman zaman Kürt yetkililere suikastlar düzenlediği biliniyor. Bununla birlikte Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisinin Kuzey Irak’ta tek siyasi, istihbari ve askerî yapı olmadığı gözden kaçırılmamalıdır. Talabani ailesinin yönetimindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği, uzun yıllardır PKK ve farklı isimlerdeki uzantıları ile yakın iş birliği içinde. Bu durum, partinin kontrolündeki Süleymaniye’nin örgüt için korunaklı bir alan hâline gelmesine neden oluyor. Ankara kimi zaman sivil uçuşların yasaklanması gibi cezalandırıcı adımlar atsa ve artan biçimde SİHA saldırılarıyla örgütün bölgedeki yapılanmasına darbe vurmaya çalışsa da mevcut siyasi resmin anlamlı bir biçimde değişmemesi durumunda KYB, Goran, Yeni Nesil vs. grupların; PKK ve türevleri ile ilişkileri sürecektir.

İran Etkisi

Süleymaniye’nin ve adı geçen parti/örgütlerin İran ile yakın ilişkileri de Kuzey Irak’taki PKK varlığının yalnızca bölgesel yönetim, hatta Sudani liderliğindeki Bağdat yönetimi ile halledilmesinin çok kolay olmadığını ortaya koyuyor. Silahlı Kürt grupları ile ilişkileri uzunca bir geçmişe sahip olan Tahran, bu sayede 1975 yılında Saddam Hüseyin’e Cezayir Antlaşması’nı dikte edebilmişti. 1990’lı yıllarda yaptığı eylemlerle bölgesel ve küresel güçlerin dikkatini çeken PKK özellikle Kandil Dağı yapılanması üzerinden İran ile yakın ilişki kurmuş, nitekim o dönemden itibaren Türk basınında örgütün İran’dan yardım gördüğüne dair çok sayıda haber ve yorum yer almıştır. Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Türkiye ile karşı karşıya gelen Tahran yönetimi, YPG’nin oluşturulması ve alan sağlanması hususunda Beşşar Esed yönetimini desteklemiş; buradaki oluşum zamanla ABD ve Batı yanlısı bir çizgiye dönüşmüşse de İran ile irtibatını kesmemeye özen göstermiştir. Irak’taki PKK varlığının İran ilişkisi ise çok daha belirgin olmuş özellikle bazı Haşd-i Şabi oluşumları Sincar-Kandil arasında bir hat oluşturan PKK ve türevlerine her türlü desteği sağlamıştır.

Mukteda Sadr’ın geçici de olsa siyaset sahnesinden çekilmesiyle birlikte rahatlayan ve hükûmet kuran İran yanlısı siyasi grupların başta PKK ile ortak mücadele olmak üzere Türkiye’nin taleplerine ne cevap vereceği oldukça önemlidir. Zira değinildiği üzere IKDP desteği ile sürdürülen faaliyetler belli ölçüde etkili olsa da Tahran kontrolündeki Süleymaniye ve Bağdat’taki siyasi grupların, PKK’nın resmen terör örgütü olarak tanınması gibi konulardaki tavrı belirleyici olacaktır. Bu noktada, son dönemde bölgesel normalleşme çabaları neticesinde vekil örgütlerin ve devlet dışı aktörlerin nüfuzunun azalması süreci etkili olabilir. Nitekim Bağdat merkezli başıboş milis grupları bile Sudani hükûmetinin kurulması ile belli bir düzene girmiş, sokaklardaki gövde gösterilerini azaltmışlardır. DEAŞ tehdidinin azalması, Suudi-İran normalleşmesinin hızlanması, Irak’ın petrol gelirlerinin hızla artması hem İran’ın hem de merkezî Bağdat yönetiminin istikrarı öncelemesine ve komşularla iyi ilişkiler geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Bölge ülkelerinin kazan-kazan formülü çerçevesinde bir araya gelmeleri, terör örgütlerinin ve devlet dışı aktörlerin varlığını gereksiz hâle getirebilir.

Su Faktörü

Türkiye’nin elinde, Irak’ın özellikle Bağdat’taki bazı grupların terörle mücadelede daha istekli hâle gelmesinde kullanabileceği önemli bir kozu bulunuyor: su. Irak, bilindiği üzere küresel iklim değişikliğinden en olumsuz etkilenen ülkelerden birisi ve Iraklı yetkililere göre yarısına yakını çöl olan ülke her yıl 400 bin dönüm tarım arazisini kaybediyor. Yetersiz su kaynakları nedeniyle tarım arazilerinin yaklaşık yarısını kullanamayan ülkenin nüfusu da son 40 yılda üç katına çıkarak 45 milyona ulaşmış durumda. Nüfus artış hızı ile su ve tarım imkânlarındaki azalmanın bu şekilde sürmesi hâlinde ülke, yakın gelecekte çok daha büyük yapısal sorunlarla karşı karşıya gelecek. Türkiye her ne kadar sanılanın aksine su zengini bir ülke olmasa da sınırlarını aşarak Irak’a da ulaşan Fırat ve özellikle Dicle nehirleri üzerinde sahip olduğu teknik kapasiteyi ve imkânları Irak’ın da faydalanacağı biçimde düzenleyebilir; böylece iki ülke arasında ortak tarım ve sulama projeleri geliştirilebilir. Bu sayede Irak, insani gelişiminin önündeki en büyük problemi daha rahat aşarken Türkiye de suyun efektif bir diplomasi ve ticaret aracı olarak kullanılabileceğini göstermiş olur. Nitekim Ankara, daha önce “su özel temsilcisi” atayarak ve Iraklı liderlerin taleplerini karşılayarak kendi imkânlarını zorlama pahasına Irak’a bırakılan su miktarını artırmıştır. Ankara’nın bu tavrını Tahran’ın sınıraşan sular konusundaki uzlaşmaz tutumu ile kıyaslayan Iraklı yetkililer, geçmişte birçok kez Türkiye’ye teşekkür açıklaması yapmışlardı.

Sonuç

Dışişleri Bakanı Fidan’ın eşine az rastlanır biçimde ülkedeki hemen tüm aktörlerle yaptığı ve bir bölümüne Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın da eşlik ettiği görüşmelerin, ikili ilişkilerde yeni bir başlangıç olma potansiyelini gösterdiği söylenebilir. İki ülkenin temel taleplerinin (terör/su) bir şekilde uzlaştırılması, Ceyhan Limanından durdurulan petrol ihracatı gibi pürüzlerin giderilmesi ve mevcut iş birliklerinin daha da ileriye taşınarak yapısal mekanizmaların geliştirilmesi mümkün. Bunun için Iraklı siyasi grupların ulusal çıkarlarını önceleme ve ülkenin temel sorunlarına eğilme çabası içinde olması gerekiyor. Sudani hükûmetinin ABD-İran arasında dengeli bir tavır takınma çabası, aynı şekilde İran-Suudi Arabistan normalleşme görüşmelerine ev sahipliği yapması; Iraklı yönetici elitlerin konuyla ilgili farkındalığını gösteriyor. Şimdilik yalnızca basın üzerinden cılız seslerle itirazını bildirse de Irak üzerindeki nüfuzu ve etkinliği tartışılmaz olan Tahran’ın, Zengezur Koridoru’na verdiği tepkinin benzerini Kalkınma Yolu Projesi’ne göstermesi hâlinde ise projenin hayata geçmesi zora girebilir.