Hamas bu saldırılarla sancılı da olsa gerek İsrail gerekse de diğer aktörler nezdinde resmî ve eşit muhatap olma sürecini başlatmıştır.
Onuncu Gününde Aksa Tufanı: İran ve Yeni Bölgesel Dinamikler
7 Ekim Cumartesi günü Hamas ve diğer Filistinli örgütlerin Gazze’den başlattıkları ve İsrail içinde sürdürdükleri Aksa Tufanı Operasyonu, bütün dünyada bir şok etkisi yarattı. İsrail istihbarat ve güvenlik merkezlerinin gafil avlandığı saldırılar sonucunda şu an itibarıyla 1.400’den fazla İsrailli asker ve sivil hayatını kaybederken binlercesi yaralandı, çok sayıda İsrail vatandaşı da Gazze’ye kaçırıldı. İsrail’in karşı saldırısı sonucunda binlerce Filistinli militan ve Gazzeli sivil hayatını kaybetmekle kalmadı, toplu cezalandırma yöntemi nedeniyle bölgenin elektrik ve su gibi doğal ihtiyaçları da kesildi. Tel Aviv’in saldırılarını bir süre daha devam ettirmesi bekleniyor hatta Gazze’ye karadan kapsamlı bir müdahalede bulunacağı ileri sürülüyor. Ancak kara harekâtının teknik zorlukları, başta Hizbullah olmak üzere Hamas’ın müttefiki diğer örgütlerin sözlü ve fiilî tehditleri; İsrail’in, ABD’nin de telkin ve baskılarıyla kara harekâtını ertelemesine neden oluyor.
İsrailli yetkililerin; 11 Eylül, Pearl Harbor baskını ya da Holokost benzetmeleri yaptığı olay, gerçekten de ülke açısından benzerine rastlanmayan bir gelişme. Her ne kadar sürpriz faktörü nedeniyle 50 yıl önceki Yom Kippur Savaşı ile benzerlikler gösterse de bu olayda herhangi bir Arap ülkesinin ordusunun müdahil olmaması ve geçmişte etkisiz küçük eylemlerle adını duyuran bir örgütün bu denli kapsamlı ve ayrıntılı planlanmış bir operasyonu gerçekleştirmesi herkes için bir şok oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) uzun süreli mücadelesi dâhil Filistinli grupların İsrail’e bu ölçüde darbe vurdukları başka bir örnek bulunmuyor. İsrail’in kayıplarının nüfusuna oranla yüksekliği ve göçmenlerden oluşan toplumun can güvenliği konusunda son derece hassas olması; tersine göç meselesinin, önümüzdeki dönemde İsrail’in karşı karşıya kalacağı en önemli sorunlardan birisi olacağının göstergesidir.
2006 ve Anımsattıkları
Son olay, kapsamı açısından olmasa da İsrail ve “direniş örgütleri” arasındaki ilişki bakımından 2006 yılında Hizbullah ve İsrail arasında yaşanan 33 günlük çatışma ile benzerlikler gösteriyor. Hizbullah, yine Filistin’deki bir saldırıya misilleme olarak İsrail’in kuzeyinde gerçekleştirdiği operasyon ile sekiz İsrail askerini öldürürken iki İsrail askerini de kaçırması sonucunda İsrail kara operasyonu ile Lübnan’a girmeye çalışmış; onlarca tankını ve yüzden fazla askerini kaybetmiş, çatışma esnasında Hizbullah’ın ateşlediği füzeler sonucunda da 40 civarı sivil ölmüştü. Kara saldırısından istediği sonucu alamayan İsrail, Lübnan’ın güney kesimlerini ve Beyrut’taki Hizbullah mahallerini havadan ağır bombardımana tutmuş ve bunun sonucunda binden fazla Lübnanlı sivil hayatını kaybetmişti. İsrail’in özellikle sivil yerleşim birimlerine saldırısı o denli şiddetli olmuştu ki Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, “Bu kadar şiddetli bir tepki göstereceklerini bilseydim operasyon emrini vermezdim.” demek zorunda kalmıştır. Bu şiddetli çatışma sonraki yıllar boyunca örgüt ve İsrail arasında adı konulmamış bir anlaşmaya yol açmış, iki taraf münferit olaylar dışında birbirlerini doğrudan hedef almamış; hatta geçtiğimiz yıl Lübnan hükûmeti ve İsrail arasındaki deniz yetki anlaşmasını Hizbullah’ın onayladığı dahi görülmüştü. ABD’deki şahin bazı çevrelerin tepki gösterdiği anlaşma, İsrail tarafından “ulusal güvenlik” vurgusuyla savunulmuştu.
Saldırının, bölgenin geleceği açısından dönüm noktası olduğu konusunda hiçbir şüphe yok. Bununla birlikte ABD’yi bile alarma geçirecek kadar büyük bu darbe, bölgesel hatta küresel jeopolitik sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle olayın birkaç seviyede değerlendirilmesi faydalı olacaktır. Öncelikle Filistin-İsrail çatışması artık yeni bir aşamaya geçmiştir ve yukarıdaki 33 günlük Hizbullah çatışmasında görüldüğü üzere yüksek ihtimalle İsrail, iç kamuoyunu tatmin edecek ve güç gösterisi yapacak kadar sivil unsurları “cezalandırdıktan” sonra Hamas ile masaya oturacak ve ABD desteği ile çok uzun sürmesi beklenmeyen kapsamlı bir uzlaşı meydana gelecektir. Zira son 20 yıllık durumun gösterdiği üzere Hamas ve çatışmanın dolaylı müdahili Hizbullah’ın savaş kapasiteleri geometrik artış göstermektedir. Hamas daha ilk günden İsrail’e, 2006’da Hizbullah’ın verdiği zarardan çok daha büyüğünü vermiştir. Hizbullah’ın elinde ise bugün dünyanın birçok ülkesinden daha gelişmiş füze, SİHA ve topçu sistemleri ile çok çeşitli asimetrik güç unsurları bulunmaktadır. Hizbullah’a gelişmiş silah sevkiyatının farkında olan İsrail, yıllardır örgüte Suriye üzerinden ulaşan silah ve teçhizatları engelleme çabası içindedir ancak işin doğası gereği tamamen başarılı olması mümkün değildir.
Öte yandan ABD ve özellikle Demokrat yönetimler sürekli olarak Filistin konusunda İsrail hükûmetlerine baskı yapmış, Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesine ABD’nin müdahil olarak Filistin meselesini de konuya dâhil etmek istediği yönünde Tel Aviv’den ciddi şikâyetler gelmişti. ABD hatta İsrail yönetimi, artık Filistin meselesinde adil ve kapsamlı bir çözümün ertelenmesinin mümkün olmadığını anlamış ve böylesi bir anlaşmadan önce son katliamı siyasi hayatı büyük ölçüde sona eren Binyamin Netanyahu’ya yaptırarak İsrail kamuoyunda oluşan travmayı bir ölçüde hafifletmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla ABD yönetiminin sınırsız destek açıklamaları, çeşitli diplomatik jestleri, askerî yardımları hatta Doğu Akdeniz’e sevkiyatı; İsrail’in düşmanlarına karşı verilmiş mesaj olduğu kadar Tel Aviv’e de yöneliktir ve çatışmayı yaymaması gerektiği alt mesajını taşımaktadır.
İran Gelişmelerin Neresinde?
Saldırıların bir boyutu da İran’a ilişkindir. İran-Hamas ilişkileri, Hamas’ın kurulduğu 1980’li yılların sonuna kadar gitmektedir. İran-Irak Savaşı ile birlikte Saddam Irak’ının yanında yer alan ve bu nedenle Tahran ile ilişkileri kopartan Yaser Arafat liderliğindeki FKÖ, daha büyük bir hatayı 1991 yılında Kuveyt’in işgalinde sergilemiş, Sünni Arap ülkelerinin birçoğundan aldığı desteği kaybetmiştir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından oluşan uluslararası ortamda büyük tavizlerle Oslo Anlaşması’nı imzalayan Arafat, yine de İsrail’in taahhütlerini yerine getirmemesine şahit olmuş, 2004 yılında Ramallah’ta İsrail ordusunun ablukası altındayken hayatını kaybetmiştir. FKÖ’nün zayıflamasına paralel olarak İslami ideolojiye sahip Hamas’ın güçlenmesi, İran’da sevinçle karşılanmıştır. İki aktör arasındaki iş birliği hızla artmış, İran’ın sahip olduğu askerî teknoloji geliştikçe Hizbullah ölçeğinde olmasa bile Hamas da özellikle Sina Yarımadası’ndaki tüneller aracılığıyla bu gelişmelerden payını almıştır. İkili arasındaki ilişkiler Suriye Devrimi’nin ilk aşamasında soğumuş ancak iç savaşın sona yaklaşmasıyla birlikte ilişkiler yeniden düzelmiştir. Son yıllarda İran’ın “direniş ekseni” dediği oluşumda adını zikrettiği örgüt, İran ve vekil güçleri arasındaki ortak koordinasyon toplantılarına katılmış, İranlı Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanları kimi zaman Hamas bayraklarının önünde konuşmalar yapmıştır. Nitekim Hamas’ın operasyonu İran’da büyük sevinçle karşılanmış, Mecliste kutlama konuşmaları yapılmış, havai fişek gösterileri düzenlenmiştir. Bununla birlikte özellikle ABD’deki bazı siyasi çevrelerin, İran’ın saldırıların ardında olduğu yönündeki açıklamalarıyla birlikte İran lideri Hamenei İran silahlı güçlerine bir konuşma yapmış, saldırıyı düzenleyen Filistinlileri tebrik ettiğini ifade ederek İran’ın örgüte her türlü desteği vermesine rağmen bu saldırıyla bir ilgilerinin olmadığını söylemiştir. Bununla birlikte İran’ın söylemlerinin İsrail’in öfke nöbetlerine hedef olmamak amacına matuf olduğu söylenebilir. Zira stratejik darbe alan taraf İsrail’dir ve İran’ın kendisinin ya da Hamas dışındaki diğer müttefiklerinin bu olaydan büyük bir kayıp yaşamadan çıkmaları, Tahran için çok büyük bir kazanım olacaktır. İran, bu olayla 10 yıldan fazla bir süredir yanıtsız bıraktığı ülke içindeki ve Irak ile Suriye’deki İsrail saldırılarına hatta Kasım Süleymani suikastına ağır bir karşılık verdiğini düşünmektedir. Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Irak, Lübnan ve Suriye gezisi de İran’ın gelişmeleri yakından izlediğini gösteriyor.
Küresel Boyut
Aksa Tufanı Operasyonu bir yönüyle İsrail-Filistin, bir yönüyle İsrail-İran çatışmasına ilişkin olsa da olayın daha büyük ölçeği de bulunmaktadır. Son operasyondan sonra Moskova ve Pekin’den gelen açıklamalarda “taraflara çağrıda bulunulması” ve “1967 sınırlarına” vurguda bulunulması, Arap dünyasından ve Türkiye’den gelen tepkilere çok yakındır ve Tel Aviv’i öfkelendirmiştir. Bu durum, İsrail’in son yıllarda iki başkent ile geliştirdiği ve korumaya çalıştığı ilişkilere rağmen bu ülkelerin Tel Aviv’in kolektif Batı’nın bölgesel kalesi olduğu yönündeki algılarının değişmediğini aksine farklı saiklerle de olsa bu tür bir tırmanmadan rahatsız olmadıklarını göstermiştir. Özellikle Ukrayna savaşı ile birlikte Batı’nın yoğun baskısı altında olan Rusya için ABD’nin tüm dikkatini bölgeye yöneltmesi, Ukrayna için ayrılan askerî ve mali desteğin acil şekilde İsrail’e kaydırılması muhakkak ki rahatlatıcı olmuştur. Ukrayna’nın Batı adına vekil savaşı yürüttüğünü düşünen Rusya, doğrudan yakın ilişki içinde olmasa da Hamas ile temaslarını gizlemiyor. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Hamas heyetlerinin İsrail’in tepkilerine rağmen Moskova’yı ziyaret ettikleri de biliniyor. Hamas’a ait bazı Rus menşeli silahların Libya üzerinden Gazze’ye ulaştırıldığı iddiaları, Lavrov’un çatışmalar bittikten sonra siyasi uzlaşıdan umutlu olduğu yönündeki açıklamaları ile birleştirildiğinde ya da Putin’in Gazze ablukasını Nazilerin Leningrad ablukasına benzetmesi sonucunda Tel Aviv’in, Moskova’nın tutumu karşısında derin bir hayal kırıklığı duyduğu söylenebilir.
Özetleyecek olursak olayların henüz devam ettiği ve çok sayıda senaryonun mümkün olduğu göz önüne alındığında, gelecek aşamalarda neler olabileceğini kestirmek çok kolay değildir. Bununla birlikte çatışmaların Hamas ve İsrail arasında kalması hâlinde en önemli sonuçlar şunlardır diyebiliriz: Hamas bu saldırılarla konvansiyonel güç parametrelerinde kendisinden katbekat üstün olan İsrail’e asimetrik araçlarla saldırarak hayati darbe indirme yeteneği kazandığını göstermiş, bu şekilde sancılı da olsa gerek İsrail gerekse de diğer aktörler nezdinde resmî ve eşit muhatap olma sürecini başlatmıştır. Bölgesel ölçekte İran 10 yıldır ülke içinde ve “direniş cephesi”nin farklı alanlarında sessiz bıraktığı ve “stratejik sabır” gösterdiği İsrail saldırılarına Hamas üzerinden ağır bir yanıt vererek İsrail’e karşı moral üstünlüğünü ele geçirmiştir. Öte yandan İran bu saldırıyla en önemli iki bölgesel hasmı İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme çabalarına da ağır bir darbe indirmiştir. İslam dünyası ilk 10 günde koordinasyon içinde olduğunu göstermiş; Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye ve İran farklı biçimlerde de olsa İsrail ve ABD’ye bölgenin geçtiğimiz yüzyılın dinamiklerinden farklı bir süreç içinde olduğunu göstermiştir. Küresel ölçekte ise Rusya ve Çin, saldırı karşısındaki tavırlarıyla Batı ittifakından ciddi biçimde ayrışırken ABD’ye, bölgedeki en stratejik ortaklarının kırılganlığının hatırlatılmasından gizli bir memnuniyet duymuştur.
- Etiketler:
- İran
- İsrail
- Hamas
- Gazze
- Filistin
- AksaTufanı
- Hizbullah.