Gelişmelerin kimin zararına olduğu açık: İsrail eliyle kasten yaratılan jeopolitik gerilim ile gündemden düşen Gazze’de katliama uğramaya devam eden Filistin halkı.
İsrail mi İran mı: Kazanan Kim?
1 Nisan’da İsrail, Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğuna hava saldırısı düzenledi. Saldırı sonucunda aralarında iki üst düzey Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) subayının da bulunduğu 7 İranlı askerin hayatını kaybettiği kaydedildi. Bölgeyi ve İran-İsrail arasındaki gölge savaşlarını yakından takip edenler bilecektir ki İsrail’in İran’a yönelik saldırısı yeni bir durum değil. İsrail 10 yılı aşkın bir süredir bölgede İran hedeflerine kritik saldırılar düzenlemektedir. Ancak İsrail özellikle 7 Ekim’den bu yana aralarında İranlı askerî figürler ile kilit altyapıların da yer aldığı ve Tahran’ın bölgedeki çıkarlarına karşı gerçekleştirdiği eylemlerini artırmıştır. Dolayısıyla denilebilir ki vekâlet savaşları geçtiğimiz aylarda önemli ölçüde tırmanışa geçti. Örneğin Aralık 2023'te İsrail'in düzenlediği bir hava saldırısında DMO’nun Levant bölgesindeki kıdemli komutanı Seyid Musevi; yardımcısı ve diğer beş DMO subayı ile birlikte öldürülmüştü. Lübnan ve Suriye'nin önde gelen isimlerinden biri olan Musevi, Lübnan Hizbullahı ile Suriye'ye asker ve silah sevkiyatı yapılmasını kolaylaştırmakla görevliydi. Sadece birkaç hafta sonra İsrail'in bir başka şüpheli hava saldırısında DMO Kudüs Gücünün Suriye’deki en üst düzey istihbarat yetkilisi Hüccetullah Ümitvar (Hacı Sadık) öldürüldü. İran söz konusu kilit saldırılara doğrudan yanıt vermemişti. Tahran önceki saldırılara karşılık verilmemesini kısmen hedeflerin farklı ülke topraklarında olmasıyla gerekçelendirmekteydi. Ancak 1 Nisan’daki saldırı çok açık bir şekilde önceki angajmanlara kıyasla bir değişimi temsil etmektedir.
Devrim Rehberi Ali Hamenei de 10 Nisan’da kamuoyuna yaptığı açıklamada “Herhangi bir ülkedeki konsolosluklar ve elçilik tesisleri, elçiliğin ait olduğu ülkenin toprağı kabul edilir; konsolosluğumuz saldırıya uğradığında toprağımız saldırıya uğramış olur.” diyerek saldırının kendi topraklarına yapılmış olduğunu kabul ettiklerini dile getirmiş ve son eylemin, İran-İsrail arasındaki önceki angajman kurallarından farklı algılandığını ortaya koymuştur. Hamenei saldırıyı topraklarına yapılan bir saldırı olarak kabul ettiklerini kamuoyunda dile getirerek İsrail’e misilleme olarak doğrudan bir saldırı yapılacağının sinyallerini vermişti. Zira İran’ın bu kez başka ülkeleri hedef alarak intikam aldığını iddia edemeyeceği açıktı. İran caydırıcılığını korumak için doğrudan bir karşılık verme ihtiyacı hissetmiştir.
Nitekim 13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gecede İran, İsrail’e yönelik doğrudan askerî saldırı düzenledi. İran cephesinde hızla bir zafer ilan edildi. Öte yandan Joe Biden, İran’ın gönderdiği drone ve füzelerin hemen hemen hepsinin İsrail hava sahasına girmeden imha edildiğini; savunma sistemlerini aşanların ise kayda değer bir hasara yol açmadığını ve can kaybının olmadığını ifade ederek saldırının başarısız olduğuna vurgu yapmıştır. Bununla birlikte Binyamin Netanyahu’ya "Bir zafer kazandınız. Galibiyeti kabul et.” dediği de bildirildi.
Peki Kazanan Kim?
Mezkûr saldırının İran ve İsrail için sonuçlarını doğru bir şekilde değerlendirmek hâlihazırda zor. İran kaynakları saldırının sonuçlarını abartma eğilimindeyken İsrail hesapları da minimize etmeye çalışmaktadır. Bu sebeple saldırıyı psikolojik medya operasyonlarından ve tiyatral zeminde sunulan haberlerden ayrıştırıp incelemek için olayın üzerinden zaman geçmesini beklemek daha sağlıklı olacaksa da aşağıdaki inceleme bir ön araştırma olarak görülebilir.
İran, sınırlarından ortalama 1.000-1.400 km mesafedeki hedef ülkeyi (İsrail) beklenenden daha kapsamlı bir şekilde sayısı farklı medyalara göre çeşitlilik gösteren füze ve insansız hava aracıyla doğrudan hedef alarak gelişmekte olan yerli askerî kabiliyetinde eriştiği seviyeyi ortaya koymuştur. İsrailli kaynaklara göre saldırıda İran; 170 insansız hava aracı, 30’dan fazla seyir füzesi ve 120’den fazla balistik füze kullandı. İran Dış İlişkiler Stratejik Konseyi tarafından yayımlanan bir makale, İran'ın 13 Nisan'da İsrail'e düzenlediği saldırıda kullandığı silah sayısının 290 olduğunu ortaya koymuştur: 110 balistik füze, 150 drone ve 30 seyir füzesi. İran’ın saldırıda kullandığı drone ve füzelerin tip dağılımına bakıldığında, muhtelif kaynaklardan toplanan bilgilere göre Şahit-131/136 kamikaze İHA, İmad ve Hayber Şeken balistik füzeleri ile Pave seyir füzesi kullanıldığı kaydedilebilir. Çoğu önlenmiş, hedeflerine ulaşamamış olsa da ABC News'e konuşan üst düzey bir ABD'li yetkili, İsrail’in hava savunmasını aşan en az dokuz İran füzesinin Nevatim ve Ramon hava üslerine isabet ettiğini doğrulamıştır. Nevatim ve Ramon üslerine ulaşan füzelerin kaydettikleri isabet, İran’ın askerî alandaki bir diğer başarısı olarak görülebilir.
Her ikisi de nükleer güç olan İsrail ve ABD'nin uyarılarına rağmen İran’ın hem iç hem de dış kamuoyuna İsrail'e karşı 1973'te İsrail ile Arap devletleri arasında yaşanan Altı Gün Savaşı'ndan bu yana görülmemiş büyüklükte bir saldırı başlatma iradesi ve kabiliyetine sahip olduğu imajını başarıyla çizdiği söylenebilir. İran ayrıca İsrail’e doğrudan bir saldırı gerçekleştirerek kendisi için de psikolojik eşiği aşmış; İsrail’in dokunulmazlık statüsünü zedelemiştir. Gelinen noktada İran, haklı misillemesiyle gelecekteki herhangi bir İsrail saldırganlığına karşı daha büyük güçle karşılık verilebileceğini beyan etmiştir. Ayrıca İran, Suriye’deki elçiliğine yapılan saldırıyı önceki saldırılarda yaptığı gibi cevapsız bırakmayarak sembolik fakat gösterişli bir misilleme ile özellikle de direniş ekseni nezdinde prestijini korumayı başarmıştır. Son olarak İran, saldırıyı her ne kadar Suriye’deki elçilik binasının hedef alınması sebebiyle gerçekleştirdiğini açıklasa da saldırıyı sembolik bir anlamla bağdaştırıp “siyonist rejim” İsrail'e karşı direnişin sembolü olarak kendini ön plana çıkarmayı başarmıştır.
Buna karşılık İsrailli kaynaklar, İran'dan gelen tehditlerin %99'unun etkisiz hâle getirildiğini açıklamıştır. Sosyal medyada, İran’a ait KİHA ve füzelerin imhasını gösteren videolar yayımlanmış ve füzelerin isabet ettiği noktaların fotoğrafları paylaşılarak hasarın küçüklüğüne dikkat çekilmiştir. İran’ın saldırısının başarıyla durdurulmasını büyük bir zafer olarak nitelendiren ABD Başkanı Biden, İsrail'in daha fazla karşılık vermesinin gereksiz olduğunu öne sürmüştür.
Çatışmadan çıkan sonucun İsrail üzerindeki politik etkilerine bakılacak olursa İsrail için bir diplomatik kazanç olarak okunabilir. İran’ın İsrail’e doğrudan saldırısı bir süredir devam eden ABD-İsrail ilişkilerindeki gerginliği hızla çözmüştür. Saldırıdan önceki süreçte ABD ve İsrail ilişkilerinin, İsrail’in Gazze’de sebep olduğu insani koşullar nedeniyle hızla kötüleştiği görülmekteydi. Örneğin Biden ve Netanyahu’nun, aralık ortalarından ocak ortasına kadar yaklaşık 1 ay boyunca görüşmediği medyaya yansımıştı. Oysa iki liderin 7 Ekim itibarıyla savaş başladıktan sonra aralık ayına kadar geçen sürede 16 kez telefonla görüştüğü kaydedilmişti. İsrail dostu ABD Kongre üyeleri dahi İsrail’i silah ambargosu ile tehdit etmekteydi. ABD, Gazze’deki mevcut koşulların devamı hâlinde Netanyahu’ya kapsamlı destek politikasını sürdürmeye istekli olmadığını belirtmişti. Gazze’de savaşın başlamasından bu yana Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) ateşkes kararını veto eden ABD, 25 Mart’ta BMGK’de ateşkes kararını onaylamıştı. Karar, ABD-İsrail ilişkilerinde yeni bir gerilim hattı yaratmış, İsrailli bakanların ABD gezisi iptal edilmişti. İkili ilişkilerdeki gerilim, İsrail’in ABD merkezli yardım kuruluşu World Central Kitchen çalışanlarına yönelik saldırısıyla zirve yapmıştı. İsrail’in Refah Operasyonu konusunda aylardır ayak direyen ABD’nin, bu hususta da İsrail’e yeşil ışık yaktığına dair haberler çıkmaya başlamıştır. Bahsedilen tüm sorunlar, İran’ın İsrail’e doğrudan saldırması sonucu hızlı bir şekilde çözüme kavuştu. Üst düzey İranlı bir yetkilinin de belirttiği gibi dikkatler Gazze'den başka yöne çekileceğinden ve Batılı ülkeler Tel Aviv'in arkasında toplandığından saldırının İran için "siyasi bir kayıp" anlamına geldiği çok açık.
Bu gerilimde kazananın kim olduğu sorusunun cevabı nereden baktığınıza göre değişiklik göstermekte olup iki taraf için de fiyasko veya zafer olduğuna ilişkin iddiaları destekleyecek argüman bulunabilir. Zira bu tip çatışmalarda zafer kavramı genellikle göreceli bir kavramdır ve her iki taraf da kendi lehine yorumlar yapabilir. Fakat şimdilik öyle gözüküyor ki iki taraf da çatışmadan istediğini elde etti. İran sembolik de olsa İsrail’e gösterişli bir saldırıyla zafer elde ederken Netanyahu, ABD-Batı cephesinin desteğini canlı tutmayı başardı.
Öte yandan gelişmelerin kimin zararına olduğu çok açık: İsrail eliyle kasten yaratıldığı düşünülebilecek jeopolitik gerilim ile gündemden düşen Gazze’de katliama uğramaya devam eden Filistin halkı. İsrail'in Gazze'ye yönelik düzenlediği hava ve kara harekâtı, Nisan 2024 itibarıyla tahminen üçte ikisi kadın ve çocuk olmak üzere 35.000'den fazla insanın ölümüne neden olmuştur. İsrail’in saldırıları ayrıca yaklaşık 2 milyon insanı (Gazze nüfusunun %85'inden fazlasını) yerinden etmiş, 1 milyondan fazla insanı açlık riskiyle karşı karşıya bırakmış ve yaklaşık 150.000 sivil binaya zarar vermiş ya da tamamen yıkımına sebep olmuştur. Bugün Gazze'nin kuzeyinde işlevsel bir hastane kalmamıştır. 1 Nisan’dan itibaren yaşanan gelişmeler, İran-İsrail gerilimini dünya gündeminde bir numaraya taşımıştır. Oysa uluslararası toplumun önceliği, yukarıda sadece kısaca özetlenen Gazze’deki katliamın kalıcı olarak durdurulması olmalıdır.