Fahrizade Suikastı ve İç Politik Tartışmalar

Fahrizade Suikastı ve İç Politik Tartışmalar
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran’da 27 Kasım’da gerçekleşen ve bazı boyutları hâlâ tam olarak aydınlatılamayan Muhsin Fahrizade suikastı, beklendiği gibi iç politikada da tartışmalara ve gelişmelere yol açmış durumda. Suikastın ilk günlerinde olayın arkasında kimin olduğu, olayın nasıl gerçekleştiği ve İran’ın en muhtemel zanlı olan İsrail’e cevap verip vermeyeceği tartışılırken Meclisin aldığı kararla birlikte bir anda hadisenin iç politika boyutu öne çıktı. Saldırıdan henüz bir hafta geçmemişken İslami Şûra Meclisinin önemli maddeler içeren tartışmalı bir yasa çıkarması, Anayasayı Koruyucular Konseyinin hızlı bir şekilde içinde cezai müeyyideler de içeren yasayı onaması, birçok gözlemci tarafından son görev yılındaki Hasan Ruhani hükûmetini sıkıştırmaya yönelik bir adım olarak değerlendirildi.

İçinde %20’lik uranyum zenginleştirme, mevcut zenginleştirilmiş uranyum stokunu önemli ölçüde artırma ve yeni nesil santrifüjler kurma gibi 2015’te imzalanan Nükleer Anlaşma’ya aykırı birçok madde barındıran yasa, bu yazı yazılırken henüz Ruhani hükûmeti tarafından imzalanıp uygulamaya konmamıştı. Bürokratik boşlukları kullanarak imza sürecini uzatmaya çalışan Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, yasayı bir iki gün içinde yürürlüğe sokmaması hâlinde Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın devreye girerek bu yasayı ilgili kurumlara tebliğ edeceği belirtiliyor. Yasama ve yürütme arasındaki gerginliği artırması kesin olan bu eylem, yasanın içinde yer alan ve uygulanmaması hâlinde yetkililere 2 ila 25 yıl arasında hapis cezası öngörmesi nedeniyle de ülke içinde tartışma konusu hâline gelmiş durumda.

ABD’deki başkanlık seçimlerini Nükleer Anlaşma konusundaki olumlu görüşleriyle bilinen Joe Biden’ın kazanması, İran içindeki güç rekabetini şiddetlendirdi. 2013 yılında göreve başlar başlamaz selefi Ahmedinejad Dönemi’nde başlatılmış nükleer müzakerelere hız vererek 2015 yılında anlaşma sağlayan Ruhani hükûmeti, ilk iki yıl içinde ciddi ekonomik büyüme sağladığı gibi ülke içindeki desteğini de iyice artırmıştı. “KOEP 1’i başardık, diğer iç ve dış sorun alanlarında da yeni KOEP’ler imzalayarak kökleşmiş sorunları çözebiliriz.” söylemi Devrim Lideri tarafından engellense de Ruhani’ye asıl darbe 2016 yılında seçilen Donald Trump tarafından vuruldu. İran karşıtı söylemleri zaten ürkek uluslararası yatırımcıyı kaçırdığı gibi Mayıs 2018’de ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan tamamen çıkması, iki yıl boyunca İran ekonomisinin kümülatif olarak yaklaşık %15 oranında küçülmesine neden oldu. Buna ek olarak 2020 yılında tüm dünyayı sarsan küresel salgın ülkeyi tam olarak iflas aşamasına getirmiş durumda. Bu durumdan faydalanan rakip muhafazakâr kesimler, Şubat 2020’deki Meclis Seçimlerini düşük katılım oranından da faydalanarak kazandı ve bu durum Ruhani hükûmeti üzerindeki baskıyı iyice artırdı.

Mevcut resim göz önüne alındığında İran açısından bugünkü temel mesele, Biden ile masaya oturup oturmamaktan ziyade kimin oturacağı ve muhtemel bir anlaşmanın siyasi rantını kimin kazanacağıdır. Son dört yıldır ekonomideki sorunları tamamen Ruhani hükûmetine yıkan ve geniş şehirli kesimlerin sandığa soğumasının da etkisiyle ülke içindeki ağırlıklarını giderek artıran muhafazakâr kesimlerin yolları üstündeki son hedef, cumhurbaşkanlığı koltuğudur. Karşı cenahtan bakıldığında ise anayasal çerçeve ve kırk yıllık teamüller nedeniyle yetkileri bir hayli törpülenmiş olsa da ve gücünü devrim liderine bağlı kurumlar karşısında korumakta zorlansa da cumhurbaşkanlığı makamı, hâlâ halkın doğrudan söz sahibi olduğu ve gücünü siyasi katılımdan alan elitlerin ulaşabileceği en üst pozisyon olması nedeniyle ilgi çekiyor. Bu nedenle “ılımlı” kanat, Biden’ın seçilmesinin getirdiği iyimser havayı ülke içine tahvil edip 2013-2015 yılları arasında olduğu gibi yeni bir dalga yaratmanın peşinde.

İran’da en azından son bir yıldır yaşanan gelişmelerin büyük çoğunluğu gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle bağlantılı. Bunun tek nedeni kuşkusuz yukarıda bahsedilen nedenler değil. Yabancı basında sürekli tekrarlanan Devrim Lideri Ali Hamenei’nin sağlığı ile ilgili gelişmeler de gelecek dört yıl boyunca ülkenin ikinci adamı olacak kişinin kimliğini büyük oranda belirleyici kılıyor. Her ne kadar cumhurbaşkanının yeni devrim liderini seçecek Uzmanlar Meclisi üzerinde herhangi bir yetkisi yoksa da gerek halk desteği gerekse de kurumlar üzerindeki etkisi, olası bir geçiş sürecinde cumhurbaşkanını önemli bir konuma getirecektir. Ülkedeki hâkimiyetlerini pekiştirmek isteyen ve zaten yargı, yasama, askeriye ve medya gibi alanlarda rakipsiz olan muhafazakâr kesimler, cumhurbaşkanlığını da kazanarak herhangi bir kazaya yol açmadan kafalarındaki yeni devrim liderini seçmek istiyorlar. Zira Humeyni-Hamenei geçişinde olduğu gibi eski lidere yakın çok sayıda üst düzey elitin, yeni lider döneminde siyaset sahnesinden tamamen silinmesi ya da kendisini hapiste bulması oldukça mümkün.

Anlatılanlar ışığında Fahrizade suikastı, Ruhani’nin eski yardımcılarından Şehindoht Movlaverdi’nin iki yıl hapis cezasına çarptırılması ya da reformcu çevrelere yakınlığı ile bilinen ve yurt dışına çıktıktan sonra muhalif bir internet sitesi kurarak önemli belgeler sızdıran Ruhullah Zem gibi isimlere idam cezası verilmesi, bir yanıyla önümüzdeki bir yıl boyunca verilecek olan güç mücadelesinin ne kadar şiddetli geçeceğini gösteriyor. Bu bağlamda millî birlikteliği güçlendirmesi beklenen Savunma Bakanı Yardımcısı suikastının bile iç politika gündemine malzeme yapılması şaşırtıcı değil. Ruhani hükûmeti, Fahrizade’nin KOEP destekçisi olduğunu belirtip Cumhurbaşkanı’nın elinden ödül aldığı fotoğrafları basın ile paylaşırken karşı taraf da suikasta giden yolda KOEP’in ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetçilerinin payı olduğunu öne sürüyor. Görünüşe göre önümüzdeki bir yıl boyunca İran iç politikası en az dış politikası kadar hareketli geçecek.


Bu makale ilk olarak 10.12.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/12/10/tb-t-w-tthyr-trwr-fkhryzdh-br-syst-dkhly-yrn-1542668