İran-İsrail Gerilimi Sonlandı mı?

İran-İsrail Gerilimi Sonlandı mı?
İran-İsrail geriliminin büsbütün ortadan kalkması en azından yakın vadede mümkün değilse de bu noktadan sonra gerilimin tırmanmayacağı söylenebilir. Biden yönetimindeki ABD’nin de gerilimin düşmesinden yana olduğu görülüyor. Bölgenin güvenliğinin İran-İsrail restleşmesinin kıskacına sıkışmaması için bu iki ülke arasındaki restleşmenin daha da ileri gitmemesi gerekiyor.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İsrail’in 26 Ekim Cumartesi gününün ilk saatlerinde –yerel saatle sabah 2 civarında– İran’a saldırı düzenlediği haberinin gelmesi bölgede tansiyonu yükseltirken, çok geçmeden saldırının kapsamının anlaşılması çatışmanın daha da büyüyeceği yönündeki endişeleri büyük oranda giderdi. Suriye ve Irak hava sahaları üzerinden jetlerin yanı sıra droneların kullanıldığı saldırıda ilk olarak Tahran civarında bulunan askerî bölgeleri hedef alan İsrail, bundan yaklaşık 3 saat sonra Tahran’ın yanı sıra İlam ve Huzistan eyaletlerini vurdu. Bu aşamada İran askerî makamları, ülkenin sınır bölgelerinde konuşlandırılmış radar sistemlerinin İsrail tarafından hafif savaş başlıklarıyla hedef alındığını açıkladı. Eş zamanlı olarak Suriye ve Irak’ta bazı noktaların da vurulduğu İsrail saldırılarında, resmî açıklamaya göre, “İran’ın hava güvenliğini sağlamaya çalışırken” 4 İran askeri hayatını kaybetti. Saat 6’yı gösterdiğinde ise İsrailli makamlar saldırının sonlandığını açıkladı.

İsrail cenahında Binyamin Netanyahu ve ekibi saldırıyı büyük bir başarı olarak sunarken, muhalefet liderlerinden Yair Lapid sosyal medyadan yaptığı açıklamada, İran’ın stratejik ve ekonomik alanlarına saldırmamanın yanlış bir karar olduğunu savunarak “İran’a çok daha ağır bir bedel ödetebilirdik ve ödetmeliydik” ifadelerini kullandı. Ayrıca saldırı başladığında özellikle ABD ve İsrail merkezli çeşitli kaynaklar, İsrail’in saldırıdan önce İran’ı bilgilendirdiğini ve karşılık vermeme “uyarısında” bulunduğunu iddia etti. Netanyahu’nun ofisi ise yaptığı açıklamada bu iddianın “yanlış ve abes” olduğunu ve İsrail’in saldırıdan önce zamanlamayla, hedeflerle ya da saldırının ölçeğiyle ilgili İran’a herhangi bir bildirimde bulunmadığını savundu.

ABD sürecin neresinde?

Her zaman olduğu gibi bu defa da ABD’nin süreçteki rolü tartışma konusu oldu. Saldırıya günler kala 20 Ekim’de İsrail’in saldırı planına ilişkin ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın hazırladığı belgelerin İran merkezli Middle East Spectator adlı bir Telegram kanalı tarafından sızdırılmış ve ABD’nin bu sızıntıyı kabul etmiş olması İsrail’de tartışmalara neden olmuştu. Nitekim İsrail’in dünkü İran saldırısının ardından bizzat Netanyahu’nun partisi Likud’dan bazı isimlerin ABD’yi hedef aldığı görüldü. Örneğin Likud Milletvekili Tally Gotliv, İran’ın nükleer tesislerine ve petrol rezervlerine saldırmanın nesiller boyu sürecek bir pişmanlığa neden olacağını savunarak “Ne yazık ki bu, İsrail’in çıkarlarını bir an bile düşünmeyen Biden yönetimine boyun eğmektir” ifadelerini kullandı. İsrail resmî makamları, Netanyahu hükûmetinin başlangıçta İran’ın petrol ve doğal gaz tesislerine de saldırmayı planladığı ancak ısrarlı ABD baskısı sonrasında geri adım attığı yönünde İsrail medyasında çıkan haberleri de yalanlamak durumunda kalarak İsrail’in hedeflerini “Amerikan direktiflerine göre değil” ulusal çıkarlarına göre önceden belirlediğini savundu.

Diğer yandan İran Genelkurmay Başkanlığı, İsrail saldırısının sonlanmasından hemen sonra yaptığı açıklamada ABD’yi hedef alarak şu ifadeleri kullandı: “Siyonist rejimin bölgenin güvenliğini altüst eden suç eylemlerine her yönüyle arka çıkmada merkezî bir rol oynayan terörist destekçisi ve katil Amerika hükûmetini, bölgede çatışma ve güvensizliğin yayılmasının ve masum insanların özellikle Gazze ve Lübnan’daki masumların öldürülmesinin önüne geçmek için bu yasa dışı ve gayrimeşru rejimi dizginlemesi ve işgalci rejimin neden olduğu ve hem Amerika’yı hem de müttefiklerini içine çeken bataklık konusunda uyarıyoruz; daha fazla bulaşmayın.”

Dolayısıyla resmî açıklamalara bakılırsa her iki tarafta da ABD’nin sürece yaklaşımı konusunda hoşnutsuzluk olduğu görülüyor. Ne var ki ABD’nin en azından gerilimin bu safhasındaki tutumunun belirli ölçülerde İran’ın işine yaradığı söylenebilir. Bunun iki nedeni var. İlk olarak ABD bir süredir Netanyahu’ya “karışık” mesajlar gönderiyor. Her ne kadar ABD, İsrail’e genel stratejisi ve 7 Ekim’den bu yana işlediği savaş suçları konusunda destek verse de özellikle Biden yönetiminin Netanyahu’nun taktiklerinden rahatsız olduğu biliniyor. Bu nedenle seçime günler kalmışken İran-İsrail geriliminin ucu açık şekilde sürmesinin Demokratlar karşısında Donald Trump’ın elini güçlendireceğinin farkında olan ABD yönetimi, İsrail’in seçimlerden önce ve sınırlı bir saldırı yapmasında ısrarcı oldu. Kamala Harris’in son günlerde İsrail konusunda görece eleştirel açıklamalar yapmasını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Nitekim İsrail, Yahya Sinvar’ı öldürdükten sonra ABD’den gelen resmî açıklamaların neredeyse istisnasız hepsinde ateşkes vurgusu yapılmıştı ki bunun mümkün olması için İsrail’in İran saldırısının tamamlanması gerekiyordu.

İran Genelkurmay Başkanlığı’nın mezkur açıklamasında da bu noktaya atıfla “İran İslam Cumhuriyeti, hukuki ve meşru uygun zamanda karşılık verme hakkını saklı tutmakla birlikte, çaresiz ve mazlum halkların öldürülmesini önlemek için Gazze ve Lübnan’da kalıcı ateşkes sağlanmasını vurgulamaktadır” denilmesi dikkat çekiyor. İkinci neden doğrudan İran’ı ilgilendiriyor. Her ne kadar İranlı yetkililer Trump ile Harris arasında ülkelerinin millî çıkarları açısından fark olmadığını söyleseler ve hatta resmî kurumlar halkın yüzde 60,8 gibi önemli bir bölümünün de bu noktada iki isim arasında bir fark görmediği yönünde anketler paylaşsalar da İran’ın Harris’in başkanlığını tercih ettiği biliniyor. İran ile İsrail arasında geniş çaplı bir çatışmanın Trump’a yarayacağını bilen Tahran’ın Demokratlara karşı bu kozu başarılı şekilde kullandığını söylemek yanlış olmaz. Süreçte Tel Aviv ile Washington arasında İran konusundaki yaklaşım farkları böylelikle tekrar görülmüş oldu.

Süreç nereye evrilir?

Bu satırların yazıldığı saatlerde yani 27 Ekim Pazar sabahında İsrail’in saldırısının boyutlarının ele alınması için İran Meclisinde gizli bir oturum düzenlenecek. Ancak İran’dan gelen ilk açıklamalarda İsrail saldırısının zayıf bir hamle olduğu vurgusunun yapıldığı görüldü ki Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında da “sınırlı zarar ve etkisi zayıf bir saldırı” ifadeleri kullanıldı. Ayrıca İran’ın saldırının hemen ardından gün henüz ağarmışken İran’da hayatın normale döndüğünü göstermek için çaba sarf etmesinin olayın etkisini büyütmemeye dönük belirgin bir amacı var. Her ne kadar Devrim Rehberi Ali Hamenei 27 Ekim Pazar sabahı yaptığı açıklamada bu saldırılar “ne büyütülmeli ne de küçümsenmeli” ifadelerini kullansa da İran’ın olayın etkisini büyütüp içeride ve dışarıda misilleme konusunda baskıyı artıracak bir ortam oluşturmak istemediği görülüyor. İran’dan gelen açıklamalar, İsrail makamları resmen kabul etmese de kendilerinin 1 Ekim’de İsrail’e verdikleri zararın daha büyük olduğunu söylüyor. Açıklamalarda elbette İran’ın saldırıya karşılık verme hakkının mahfuz tutulduğu da vurgulanıyor.

Nitekim İran Dışişleri Bakanlığı tarafından öğle saatlerinde yapılan açıklamada bu kapsamda Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. Maddesi’ne atıf yapıldı. İran’ın kendi güvenliğini ve hayati çıkarlarını savunmak için gerekli adımları atacağının altını çizen açıklamada yer alan şu satırlardaki esas vurgunun savaştan çok diplomasiye olduğu görülüyor: “İran İslam Cumhuriyeti, kendi güvenliğini ve hayati çıkarlarını savunmak için İran milletinin maddi ve manevi tüm imkânlarını kullanacağını vurgular, bölgesel barış ve güvenliğe yönelik görevlerine sahip çıkarak tüm ülkelerin bölgenin sulh ve sebatını kurumaktaki tek tek ve kolektif sorumluluğunu hatırlatır ve bölgenin tüm barışsever ülkelerini ve mevcut tehlikeli koşulları anlayarak işgalci İsrail rejiminin saldırgan eyleminden rahatsızlığını dile getirerek bunları kınayan diğer ülkeleri takdirle karşılar.”

Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Irak, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Ürdün, Lübnan, Yemen ve Pakistan İsrail saldırısını kınayan ülkeler arasında yer aldı. Bakanlık açıklamanın devamında çeşitli uluslararası konvansiyonları hatırlatarak İsrail’in cinayetlerinin durdurulması konusunda BM üyesi ülkelerin sorumluluğuna da işaret etti. İran’dan yapılan açıklamalar İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki saldırganlığının ateşkes yoluyla durdurulması durumunda Tahran’ın tansiyonu tırmandırmayacağını gösteriyor. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi de İran’ın çağrısı üzerine İsrail saldırısını ele almak üzere 28 Ekim Pazartesi günü bir araya gelecek. Bütün bunlar İran’ın süreci diplomatik kanallarla yürütmeye çalışacağını gösteriyor. Bu her ne kadar İran’ın İsrail saldırılarına hiç tepki vermeyeceği anlamına gelmese de bu tepkinin sınırlı bir tepki olacağını gösteriyor. Dolayısıyla İran-İsrail geriliminin büsbütün ortadan kalkması en azından yakın vadede mümkün değilse de bu noktadan sonra gerilimin tırmanmayacağı söylenebilir. İran kadar Netanyahu’nun gerilimi kontrolsüz şekilde tırmandırmasından rahatsız olan Biden yönetimindeki ABD’nin de gerilimin düşmesinden yana olduğu görülüyor. Bölgenin güvenliğinin İran-İsrail restleşmesinin kıskacına sıkışmaması için bu iki ülke arasındaki restleşmenin daha da ileri gitmemesi gerekiyor.