İran’ın Silah Ticareti Yasağı Kalktı mı?
18 Ekim’e doğru başta Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani olmak üzere İranlı yetkililer, çeşitli açıklamalar yaparak Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP/Nükleer Anlaşma) doğrultusunda İran’ın yasal olarak silah alım satımı yapabilmesinin önünde bir engel kalmadığını açıkladı. Ruhani konuya ilişkin açıklamasında, bunun Nükleer Anlaşma’nın sağladığı diplomatik bir zafer olduğunu ve bundan sonra İran’ın tüm dünya ile silah alışverişi içine gireceğini belirtti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK); 1696 (2006), 1737 (2006), 1747 (2007), 1803 (2008), 1835 (2008) ve 1929 (2010) sayılı kararlarıyla nükleer faaliyetlerini gerekçe göstererek İran ile olan her türlü silah ticaretini yasaklamıştı. 2015 yılında İran ve P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ile Almanya) arasında imzalanan Anlaşma’nın İran’a vadettiği kazanımlardan biri de bu ambargoların kalkmasıydı. Nitekim gelinen son noktada ABD dışındaki KOEP üyeleri ve İran, bu ambargoların resmen sona erdiğini vurguluyor.
Trump yönetiminin Mayıs 2018’de KOEP’ten resmen ayrılması ile Anlaşma’nın tamamen ölmese bile bitkisel hayata girdiği sır değil. Zira her ne kadar KOEP’te çok sayıda ülkenin imzası olsa da temelde ABD’nin İran karşıtı politikalarda belirleyici olduğu biliniyor. Avrupa ülkelerinin İran ile olan ticaretlerini sürdürmek için ortaya attığı INSTEX gibi mekanizmaların da istenileni verememesi nedeniyle Tahran yönetimi; tedricî olarak Anlaşma’dan doğan taahhütlerini azaltmış, uranyum zenginleştirme çalışmaları başta olmak üzere birçok hassas nükleer faaliyetini kontrollü olarak artırma yoluna gitmişti.
İran, uzun yıllardır farklı nedenlerden dolayı gelişmiş silah sistemleri temin etmekte zorlanıyor ve bu yüzden temel ihtiyaçlarını kendi başına üretmeye çalışıyor. Savaş uçağı, helikopter ya da tank gibi konvansiyonel sistemleri üretemediği yerde asimetrik savaş senaryolarına uygun şekilde alternatif ekipman üzerine yoğunlaşıyor. Balistik ve seyir füzeleri başta olmak üzere çok sayıda füze ve roket sistemi ile son yıllarda tanıtılan farklı boyutlardaki insansız hava araçları, İran’ın bu yönde önemli kazanımlar sağladığını ortaya koyuyor. Söz konusu konvansiyonel sistemlerin de temin edilmesi, Devrim’in başından beri ciddi askerî endişeleri olan İran’ın güvenliğini tahkim etmede hayati rol oynayacaktır. Bu nedenle konuyla ilgili hazırlanan farklı raporlarda İran’ın özellikle Rusya’dan hava savunma sistemleri ve gelişmiş savaş uçakları satın alma yönünde planları olduğu zikredilmektedir.
Bununla birlikte bu planların ne kadar hayata geçebileceği konusunda ciddi soru işaretleri bulunmakta. Bunların başında ABD’nin tek taraflı olarak İran’a uyguladığı ağır yaptırımların silah şirketlerinde yarattığı kaygı geliyor. İran ile normal ticaret konusunda bile çok istekli olmayan ülkelerin silah teknolojisi gibi hassas bir alanda ABD’nin hışmını çekecek adımlar atmada istekli olmayacakları düşünülüyor. Öte yandan İran’ın ana silah tedarikçisi olması beklenen Moskova ve Tahran arasında özellikle Suriye’de kurulan hassas askerî dengelerin, mesela Rusya’nın Suriye hava sahasını ve hava savunma sistemini tek başına yönetme isteğinin, Moskova’nın İran’a gelişmiş silahları vermemesinde etkili olabileceği değerlendiriliyor. İran’ın dışarıdan silah alımını zorlaştıracak en önemli etkenlerden bir diğeri de ülkenin içinde bulunduğu zorlu ekonomik koşullar. Ruhani’nin göreve başladığı dönemde ortalama 1.000 dolar maaş alan bir çalışanın maaşı bugün itibarıyla 100 dolar civarına düşmüş durumda. Bu nedenle hükûmet zor durumdaki 60 milyon kişiyi kapsayacak yeni bir sübvansiyon desteği üzerinde çalışıyor. Buna göre kişi başı 15-30 TL’ye denk gelen bu maddi yardımın kalıcı bir iyileşmeye yol açmayacağı ortada. Dolayısıyla KOEP’in hiçbir olumlu gelişmeye yol açmadığını savunan muhafazakâr kesimler karşısında iç politikada Meclisin gensoru girişimi dâhil zor günler geçiren Ruhani’nin, sürekli olarak “KOEP sayesinde diplomatik zafer kazandık.” demesi aslında pratik gerçeklikten daha çok iç kamuoyunu yatıştırmaya yönelik. Zira göreve başlarken büyük iddialara sahip olan ve Hamenei sonrası devrim rehberliğini hedeflediğini gösteren çıkışlar yapan Ruhani, şu anda bu tür iddialarını kaybetmek bir yana, halka ya da elitlere somut bir iyileşme sunamaması durumunda siyasi hayatının tamamen sona erebileceğinin farkında.
Ruhani ve hükûmet sözcüleri tarafından vurgulanan 18 Ekim itibarıyla İran’ın silah satışı yapacağı ve bu sayede gelir elde edeceği yönündeki iddiaların da elle tutulur bir tarafı bulunmuyor. Zira İran’ın; zaten yıllardır Irak, Suriye ve Yemen gibi kendisinin de doğrudan ya da dolaylı olarak taraf olduğu çatışmalardaki partnerlerine ciddi silah sevkiyatı yaptığı biliniyor. 18 Ekim bu açıdan herhangi bir anlam ifade etmiyor. Öte yandan İran silah endüstrisinin yeni müşteriler bulması en azından yakın bir gelecekte çok gerçekçi görünmüyor. Bunun tek nedeni Trump yönetiminin 18 Ekim’de silah ambargolarının kalktığını kabul etmemesi de değil. İran’ın silah üretim süreçlerinin uluslararası sertifikasyon süreçlerine tabi olmaması da kalite standartları açısından ciddi soru işaretleri doğuruyor. Bu yüzden herhangi bir ülkenin yalnızca fiyat avantajı nedeniyle İran’dan silah alımı yapması çok gerçekçi bir beklenti değil. Dolayısıyla bu doğrultuda gerçekleşen açıklamalar da aslında Ruhani hükûmetinin iç politikaya yönelik bir söylemi ve gündem değiştirme çabası olarak görülmelidir. İran ile ilgili herhangi bir temel değişim ancak kasım ayındaki ABD başkanlık seçiminden sonra gündeme gelebilecektir.
Bu makale ilk olarak 21.10.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.
https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/10/21/ay-thrym-tslyhty-yrn-bh-pyn-rsydhst-1513439
- Etiketler:
- İran
- ABD
- Yaptırımlar
- Silah Ticareti
- Ambargo