Muhsin Fahrizade Suikastının Anlamı

Muhsin Fahrizade Suikastının Anlamı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran’da 27 Kasım’da gerçekleşen suikast eylemi, kısa süre içinde yalnızca bu ülkede değil tüm dünyanın gündeminde üst sıralara yerleşti. Olayın ajanslara düşmesinden sonra İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi suikast iddiasını yalanlasa da kısa süre içinde saldırıya uğrayan ismin Devrim Muhafızları Ordusunun üst düzey komutanlarından olan ve ülkenin askerî boyutlu nükleer faaliyetlerini yürüten Muhsin Fahrizade olduğu anlaşıldı. Fahrizade, ismi hem ABD’nin yaptırım listesinde yer almasından hem de birkaç yıl önce İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından isim verilerek hedef gösterilmesinden dolayı özel önem taşıyordu ve kendisi üst düzey koruma seviyesine sahipti.

Olay birçok açıdan yakından incelenmeyi hak ediyor. Öncelikle bu suikast son yıllarda nükleer bilim insanları ve üst düzey komutanları da içeren, suikast ve sabotaj olaylarının son halkasını teşkil ediyor. İran füze teknolojisinin kurucusu olduğu belirtilen General Hasan Tahrani Mukaddem’in Kerec yakınlarındaki bir tesisteki patlama sonucunda hayatını kaybetmesi, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin 2020’nin başında yakın kurmaylarıyla birlikte Bağdat Havalimanında öldürülmesi, İran’ın nükleer arşivinin ülke içinden İsrail’e kaçırılması, hassas nükleer faaliyetlere ev sahipliği yapan Natanz’daki tesislere sabotaj düzenlenmesi yine kasım ayının ortalarında el-Kaide liderlerinden Ebu Muhammed el-Mısri’nin kızı ile birlikte Tahran’da infaz edilmesi İran’ın hassas kişi ve tesislerin güvenliğini temin alanında ne kadar zorlandığını gözler önüne seriyor. Bu güvenlik açığı, Suriye ve Irak’ta İran’a bağlı güçlere düzenlenen rutin hava saldırıları ve Trump yönetiminin uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlarla da birleştiğinde İran’ın yapısal bir krizle karşı karşıya bulunduğunu ileri sürmek abartılı olmayacaktır.

Olayın arkasında İsrail’in bulunduğuna dair çok az kimsenin şüphesi var. Gerek İranlı yetkililerin suçlamaları gerek İsrailli isimlerin zımni kabulleri gerekse de dışarıdaki gözlemcilerin kanaati bu yönde. İsrail’in daha önceki saldırıların birçoğunun da faili olması, İran’a tehditlerini sürekli olarak yenilemesi, Trump’ın seçimleri kaybetmesi ile Biden’ın Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen Nükleer Anlaşma’ya yeniden dönme ihtimalinden duyduğu rahatsızlık Tel Aviv’in neden temel zanlı olduğunu açıklarken sonuncu etken bu eylemin zamanlamasını da açıklıyor. Uluslararası basındaki birçok yorumda, Biden’ın ekibinin görevi resmen devralacağı 20 Ocak’a kadar bu tür eylemlerin süreceğinin altı çiziliyor. İsrail bu şekilde İran’ın fevri davranmasını ve bir hesap hatası yaparak bölgesel büyük bir çatışmanın fitilini ateşlemesini umuyor. Bu şekilde ABD’deki hükûmetin hangi partiden olursa olsun kendi lehine çatışmalara müdahil olacağını ve “İran sorunu”nu temelli olarak çözeceğini düşünüyor. Nitekim saldırıdan birkaç gün önce Netanyahu, Pompeo ve Bin Selman arasında Suudi Arabistan’da gerçekleştirilen toplantıda bu tür çabalar konusunda eş güdüm sağlanması hedeflenmişti. Yine saldırıdan sonra Trump’ın özel temsilcisi ve damadı Kushner’ın da bölgeyi ziyaret etmesi, Trump’ın son ana kadar “maksimum baskı” politikasından vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Bu ekibe göre saldırılar sonucunda İran “stratejik sabır” yaklaşımını sürdürerek karşılık vermese bile hem nükleer çalışmalarının boyutları daraltılacak hem de askerî, teknolojik kapasitesi ciddi ölçüde tahrip edilecektir. Nitekim Süleymani suikastından sonra ortaya çıkan bölgesel koordinasyon ve askerî liderlik sorununun hâlâ tam olarak giderilemediği biliniyor.

Son suikast sonrası eski asker yeni siyasetçi olarak tanımlanabilecek birçok ismin somut adres vermeden güvenlik bürokrasisine sert suçlamalar yöneltmesi, buna karşın eleştiri oklarının hedefindeki Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Ali Şemhani’nin çelişkili açıklamaları içerideki tansiyonun arttığının göstergesi. MGK doğrudan Devrim Lideri Hamenei’ye bağlı olmasının yanı sıra içeride rekabet ve bazen çatışma hâlinde olan değişik istihbarat-güvenlik aparatları arasındaki uyumun sağlanmasından da sorumlu. Dolayısıyla Şemhani’nin “İstihbarat aldık, korumaları da artırdık ama bu kadar yoğun bir teknoloji, uzmanlık kullanacaklarını bilmiyorduk.” şeklindeki açıklamaları kimseyi tatmin etmeyecektir.

Son olarak İran’ın İsrail’e karşı pratikte bir cevap vermesi düşük bir ihtimal. Bunun nedeni yalnızca ülke içinde ABD’ye bel bağlamakla suçlanan “ılımlı” Ruhani hükûmetinin politik tercihi değil aynı zamanda ülkenin birçok açıdan zaten limitlerinin sonunda bulunması. Görünüşe göre önümüzdeki günlerde konu hızla iç politika tartışması hâline dönecek ve devletin etkin unsurları, olayı 2021 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sürecinde Ruhani’nin yetersizliğine indirgeyecekler. Arka planda ise İran devlet aklı, bir bütün olarak Biden hükûmeti ile gerekirse füze teknolojileri ve bölgesel politikalarında önemli tavizler vererek yeni bir uzlaşmaya gitmemesi hâlinde mevcut durumun sürdürülemez olduğunun farkında. Son birkaç yıldır potansiyel halk ayaklanmalarına karşı yapılanmalara giden, yeni birimler kuran ve çeşitli tatbikatlar yapan güvenlik aygıtı, geçtiğimiz yıl kasım ayında bu konuda ne kadar ciddi olduğunu yüzlerce göstericiyi öldürerek ortaya koymuştu. Ancak bu tür hedefli ve etkin saldırıların sürmesi, hatta daha sansasyonel isimlere ya da tesislere karşı saldırıların gerçekleşmesi, bahsettiğimiz yapısal krizi yönetilemez hâle getirecektir. Bu nedenle ileriye yönelik en makul seçenek, İran’ın Biden yönetimi ile şimdiye kadar masaya koymaya yanaşmadığı konuları da kapsayacak şekilde yeni bir uzlaşma zemini aramasıdır. Aksi durumda Çin, Rusya ve Avrupa ülkelerinin dahi açıkça kınamaktan çekindiği bu saldırılar, İran’ın karşı seçeneklerini ciddi biçimde azaltacaktır.


Bu makale ilk olarak 2.12.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/12/02/swqsd-bh-jn-fkhryzdh-hmlt-znjyrhy-w-gzynhhy-mhdwd-pysh-rwy-yrn-1538493