Bölge Dinamikleri Ekseninde Türkiye, Suudi Arabistan ve İran
Haziran ayı dünya siyasetinde Orta Doğu’nun yoğun bir şekilde gündemde olduğu bir ay oldu. Bu bağlamda, ABD Başkanı Joe Biden’ın temmuz ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret edeceğini duyurması önemli bir gelişmeydi. Zira 2019’daki seçim kampanyası döneminde Suudi Arabistan’a bir parya gibi davranacağını söyleyen Biden’ın bu üstenci tavrından vazgeçip Suudi Arabistan’a diplomatik bir hamle yapması gerek ABD çevrelerinde gerek dünya kamuoyunda çokça tartışılmaktadır. Öte yandan Türk dış politikası açısından da Suudi Arabistan önemli bir konu başlığı oldu. Bu bağlamda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Mısır ve Ürdün’ü de kapsayan bölge turunun bir ayağı olarak 22 Haziran’da Türkiye’ye gelmesi oldukça dikkat çekti.
Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkileri açısından yakın zamanın en önemli dönüm noktası 2017 yılıdır. Bunun temel sebebini ise Suriye’de halk hareketlerinin başladığı ilk yıllarda Türkiye ile aynı pozisyonda olan ve Baas rejimine muhalif hareketi destekleyen Suudi Arabistan’ın, Türkiye’nin Suriye siyasetine karşıt bir politika tesis etmeye başlaması oluşturmaktadır. Bu bağlamda Haziran 2017’de Suudi Arabistan’da gerçekleşen birtakım yönetim değişiklikleri oldukça etkilidir. Kraliyet kararnamesi ile Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in yerine Veliaht Prens Muhammed bin Selman atanmış ve tahtın varisi ilan edilerek başbakan yardımcılığı görevine getirilmiştir. Bu tarihten itibaren Suudi Arabistan, Suriye’de tutumunu değiştirmiş, Beşar Esad’ın iktidarda kalmasına ve meşruiyet kazanmasına dönük girişimlerde bulunmuş ve Türkiye’nin güvenlik gerekçesiyle Suriye’de yürüttüğü askerî harekâtların karşısında yer almıştır. İki ülke arasındaki gerilimin dışa vurulduğu olay ise önce Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi devletlerin kendi aralarındaki sorun olarak başlayan ve daha sonra Türkiye odaklı bir mevzuya dönüşen Haziran 2017’deki Katar krizidir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn’in Katar’a on üç maddelik bir talep listesi göndermesi ve bu taleplerden birinin Türkiye’nin Katar’daki askerî üssünün kapatılmasını içermesi bu açıdan çok önemlidir.
2017-2021 Türkiye ve Suudi Arabistan’ın gerilimli bir ilişki yaşadığı yıllar olurken bu tarihler Türkiye, Rusya ve İran ortaklığında gelişen Astana Süreci’nin de etkisiyle Türkiye-İran ilişkilerinin istikrarlı bir evreye girdiği dönem olmuştur. Bundaki temel sebep, Türk dış politikasının özellikle Irak-Suriye hattında konuşlanan PKK (YPG-SDF) ve DEAŞ unsurları ile olan mücadeleyi öncelikli görmesi, bu noktada kendi güvenlik siyasetinde iş birliği alanı yaratacak ikili ilişkilere ağırlık vermeyi zaruri bulmasıdır. Bu dönemde Suudi Arabistan’ın önceliği ise İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak olmuştur. Bu bağlamda ABD’nin 2018’den itibaren İran’a dönük uyguladığı maksimum baskı politikası, Suudi Arabistan’a İran karşısında pek çok avantaj sağlamıştır. Dolayısıyla İran karşıtı siyaset, Suudi Arabistan’ın öncelikli dış politikası olurken güvenlik gerekçesiyle İran ile istikrarlı bir ilişki tesis eden Türkiye, Suudi Arabistan’ın hedefi olmuştur.
Ne var ki Kasım 2020’de Joe Biden’ın başkan seçilmesi ile Suudi Arabistan’ın bölge algısı değişmek zorunda kalmıştır. Biden’ın İran Nükleer Anlaşması’na dönüş için müzakerelere başlayacağını ilan etmesi ve anti-Suudi retoriği, Suudi Arabistan’ı bölgede sorun yaşadığı devletlerle ilişkileri revize etmeye sevk etmiştir. Bu noktada 5 Ocak 2021’de el-Ula şehrinde düzenlenen KİK’in 41. zirvesinde Körfez ülkeleri bir bildiri imzalayarak önce Katar krizine son vermiş, ardından da Türkiye ile ilişkileri yenilemek için diplomatik girişimler başlatmıştır. Bu bağlamda Veliaht Prens’in 22 Haziran’daki Türkiye ziyaretinin en önemli odak noktasının ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’nı canlandırma girişimlerine karşı, Suudi Arabistan’ın kendi çıkarları paralelinde bölgesel hassasiyetlerini paylaştığı bir iş birliği alanı kurmak istediğini söylemek doğru olacaktır.
Bu noktada Veliaht Prens’in ziyaretinin olduğu günün akşamında, İsrail’den Türkiye’ye 16 yılın ardından ilk kez bir dışişleri bakanının gelmesi de ayrıca önemlidir. İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid 23 Haziran’da Ankara’da resmî temaslarda bulunmuştur. 2010 Mavi Marmara Krizi’nden bu yana ciddi sorun yaşayan iki ülke, bölgedeki yeni gelişmeler karşısında ikili ilişkileri tamir etmeye odaklanmıştır. İsrail’in temel motivasyonunu İran karşıtı bir blok oluşturma çabası teşkil etmektedir. Zira İran’ın nükleer faaliyetlerini doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak algılayan İsrail, bu konuda hem ABD hem bölge ülkeleri üzerinde yoğun bir diplomatik çaba sarf etmektedir. Bu çerçevede Türkiye ve Suudi Arabistan, İsrail için kilit ülkeler olarak konumlanmıştır.
Bu minvalde ABD’de gündeme gelen bir yasa tasarısı oldukça dikkat çekicidir. 9 Haziran’da ABD Senatörleri Jacky Rosen (demokrat) ve Joni Ernst (cumhuriyetçi), 2020 İbrahim Anlaşmalarını bir üst seviyeye çıkarmak adına partiler üstü bir yasa hazırladıklarını ilan etti. DEFEND’in (Düşman Kuvvetlerini Caydırma ve Ulusal Savunmayı Etkinleştirme Yasası) Orta Doğu’da İran’a karşı ABD, İsrail ve Arap devletleri arasında entegre bir hava ve füze savunma sistemi kurmayı hedeflediği açıklandı. Biden’ın Temmuz’da yapacağı Suudi Arabistan ziyaretinin odak noktasının da bu yasa olduğunu söylemek mümkündür. Zira İran karşısında kuvvetli bir hat oluşturmak için Basra Körfezi’nin en önemli devletlerinden olan Suudi Arabistan’ın sürece dâhil olması büyük önem taşımaktadır.
İşte bu noktada gerek Suudi Arabistan gerek Türkiye’nin ABD ve İsrail’in İran siyasetine bakış açılarının farklılık gösterdiğini belirtmek gerekir. ABD ve İsrail, İran’ın nükleer eşik statüsüne ulaşmasına odaklanırken ve bir numaralı güvenlik tehdidi olarak bunu ele alırken, Suudi Arabistan ve Türkiye, İran’ın “Direniş Ekseni” olarak tanımladığı hattaki askerî faaliyetlerine ve milis güçleriyle olan ilişkilerine odaklanmaktadır. Özellikle Türkiye’nin önceliği, Irak ve Suriye hattındaki PKK ve DEAŞ unsurları ile mücadele ve İran’ın bu hatta yaratacağı olası güvenlik problemleridir.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Haziran’da Türkiye’nin Suriye’ye sınır ötesi operasyon hazırlığında olduğunu açıklaması ve Tel Rıfat ve Menbiç şehirlerini vurgulaması önemlidir. İran’ın bu tarihten itibaren Türkiye karşıtı söylemleri artmıştır. İran’ın özellikle Tel Rıfat operasyonuna odaklandığını söylemek mümkündür. Zira Halep yakınlarında olan Tel Rıfat aynı zamanda İran kontrolünde olan Zehra ve Nubul şehirlerine yakındır. İran’ın Türkiye’nin olası operasyonundan duyduğu rahatsızlık diplomatik mekanizmaya da yansımış, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın daha önce 6 Haziran’da gerçekleşeceği ilan edilen Ankara ziyareti iptal edilmiştir. Ancak Türkiye ile ilişkilerin öneminin farkında olan İran durumu gözden geçirmiş, Abdullahiyan 27 Haziran’da Türkiye’ye gelme kararı almıştır.
Suudi Arabistan ise İran ile ilişkilerde diplomasiyi işletmeye kararlı gözükmekte ve İran ile Nisan 2021’de başlayan ve Yemen krizini çözmeye odaklanan müzakereleri sürdürmeye niyetlidir. Bu bağlamda Veliaht Prens’in Mart 2022’de verdiği bir röportajda İran ile ilgili söylediği şu sözler durumu özetlemektedir: “İran ve Suudi Arabistan komşudur. Sonsuza kadar komşu. Biz onlardan kurtulamayız, onlar da bizden kurtulamaz. Bu yüzden ikimiz için de bunu çözmek ve bir arada yaşamanın yollarını aramak daha iyi.” Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere tüm sorunlara rağmen ABD ve İsrail’in arzu ettiği keskin bir anti İran blok içinde Suudi Arabistan’ın yer alması ihtimal dâhilinde gözükmemektedir.
Gerek Türkiye’nin gerek Suudi Arabistan’ın ABD ve İsrail’den farklı bir İran algısının olması, bu iki ülkenin İran ile ilgili ortak bir tavır içinde olacakları anlamına gelmemektedir. Şu an Orta Doğu’da sıklıkla değişen ittifaklar sistemi söz konusudur ve tüm ülkeler müstakil bir siyaset gütmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin öncelikleri açık ve nettir. Türkiye’nin terörle mücadelesinin bir devamı olan sınır ötesi operasyonlarda bölgesel ya da küresel herhangi bir aktörün engel çıkarması Türkiye’nin kırmızı çizgilerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suudi Arabistan ve İran ile önümüzdeki dönemdeki ilişkilerinin ana dinamiğini bu hassasiyet oluşturacaktır.