Gerilimin Ötesinde: Trump’ın İran Politikasının Sonuçları

Gerilimin Ötesinde: Trump’ın İran Politikasının Sonuçları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

“Eğer İranlı yöneticiler, halkı aç kalmasın istiyorsa ABD’nin sözünü dinlemeleri gerekiyor.” İran'a dayatılan ekonomik savaşın içyüzünü açık bir şekilde ifade eden ABD Dışişleri Bakanı, 2018 yılında İran'a karşı maksimum baskı kampanyasına olan güvenini bu sözlerle vurguladı. Mayıs 2018’de Trump, ABD’yi Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) tek taraflı çektiğini açıklamıştı. O tarihten bu yana da Tahran’ı ABD yönetiminin talepleri doğrultusunda hareket ettirmek için İran ekonomisine baskı uygulama politikasını aktif olarak izledi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun düzenlediği ve sunduğu 15 adet rapora göre KOEP’teki taahhütlere uyan tek taraf olan İran'a uygulanan azami baskı kampanyası, Mike Pompeo’nun açıklamasına bakılacak olursa İranlıları siyasi amaçlar için aç bırakmayı amaçlıyor. Bu açıklama İran Dışişleri Bakanı’nın kampanyayı “ekonomik terör” olarak adlandırmasına zemin hazırlamıştı. Fakat politik kültüründe tehditlere karşı “direniş” ilkesi yatan İranlılar teslim olmayı reddetti.

Ocak 2020'de maksimum baskı kampanyası, General Süleymani'nin Irak'a resmî bir ziyaret sırasında suikasta uğramasıyla doğrudan bir savaş eylemi ile taçlandırılmış oldu. Trump’ın 7 ay önce yaptırım listesine aldığı kişinin öldürülmesine gerekçe olarak öne sürdüğü “yakın tehdit” savunması inandırıcı bulunmadı. Bu suikast ile ABD-İran gerilimi had safhaya ulaşmış, savaş ihtimali çok yakın ve gerçek görünmeye başlamıştı. Fakat İran'ın Irak'taki ABD üslerine düzenlediği füze saldırıları ve Trump'ın önceki tehditlerinden geri adım atması, doğrudan yüzleşme olasılığını en aza indirdi. Ancak buna rağmen gerginlik hâlâ yüksek seviyededir. Bunu KOEP bağlamında analiz edersek İranlılar, 2015 yılında bu anlaşmayı imzalarken daha kötü bir senaryo bekleyemezdi. İran halkına, nükleer programlarının büyük kısmını durdurma ve devam edecek nükleer çalışmaları tarihteki en titiz denetim altına sokma karşılığında yaptırımların kademeli olarak kaldırılması sözü verilmişti. Ancak anlaşma, KOEP öncesi BM yaptırımlarından çok daha geniş bir etkiye sahip olan ABD’nin, tek taraflı yaptırımlarıyla sonuçlandı. İran çarşı esnafı da KOEP’ten önce durumlarının daha iyi olduğunu belirtiyor.

Gerçekten de Trump’ın İran politikası İranlıları iki seçeneğe mahkûm ediyor: Boyun eğ ve ABD’nin şartlarını kabul et ya da diren ve şimdilik dâhili kapasite ve bölgesel güce bel bağla. Siyasi kültürüne ve KOEP deneyimine bağlı olarak tahmin edileceği üzere İran, ikincisini seçti. Trump yönetimi ise ABD’nin uluslararası finans sistemindeki pozisyonuna dayanarak uygulamaya koyabildiği ekonomik yaptırımlarla İranlıların hayatını zorlaştırarak bunun Tahran yönetimini teslim olmaya zorlayacağını ümit ediyor. Amaç Tahran'ı ABD’nin belirlediği üç ana konudaki taleplerini kabul etmeye zorlamaktır: İran’ın nükleer programı, balistik füze programı ve bölgesel politikaları. Bu üç konunun hepsi İran'la yeni bir anlaşma için ABD’nin öne sürdüğü 12 maddelik ön koşullar listesine dâhil edilen konulardır. Trump yönetiminin KOEP öncesi anlaşma önerilerinden çıkardıkları sonuç daha fazla baskıyla İran’ı istedikleri noktaya çekebilecekleri şeklinde. Bu yüzden ABD’nin İran için tercih ettiği yol daha fazla yaptırım uygulamak oldu. Şu an gelinen noktada İran’daki her köklü işletme ve kuruluş yaptırım listesine alındığı için uygulanacak fazla bir yaptırım kalmadı. Bu durum ABD’nin Özel Olarak Belirlenmiş Vatandaşlar ve Engellenen Kişiler Listesi’ni genişletmesine neden oldu. Buna rağmen ABD’nin yöntemleri şimdilik arzulanan amaçların tam tersine çalışıyor. Yani İran’ın ABD ile ilgili retorik ve bölgesel politikasında her zamankinden daha fazla meydan okuma olduğu gözlemleniyor. Trump’ın İran politikası tersine çalışıyor çünkü rasyonel bir alternatif B planı sunamıyor. Sadece A planı var: yaptırımlar işe yaramalı ve eğer henüz işe yaramıyorsa daha fazla yaptırım uygulanmalı.

Baskı altında mücadele eden Tahran, bu süreçte Trump’ın politikasının sınırlarını da saptıyor. Yine de Tahran, eşi görülmemiş bir baskı ile başa çıkmak durumunda. Deyim yerindeyse İran bu fırtınadan sağ çıkmak ve ABD'yi İran yaklaşımını tekrar gözden geçirmeye ikna etmek zorunda. İran’ın bu amaçla ABD'nin KOEP’ten çekilmesinden bu yana özellikle Mayıs 2019'dan beri Nükleer Anlaşma’daki taahhütlerini azaltmaya başladığı görülüyor. Belirtildiği üzere İran’ın amacı ABD’nin yasa dışı taleplerine direnmek. Ancak bu, direniş stratejisinden çok proaktif bir strateji. Dış politikada kademeli hareket geleneğine sahip Tahran, önce diğer KOEP imzacılarına taahhütlerini yerine getirmeleri için yeteri kadar zaman tanıdı. Ancak İran bir yıl sonra taahhütlerini azaltmaya başladı. AB/A3 (İngiltere, Fransa, Almanya), KOEP taahhütlerini yerine getirmede daha başarılı olsaydı Tahran kendi taahhütlerini azaltmada daha temkinli olurdu. AB/A3 ülkeleri, ABD'nin tek taraflı yaklaşımına karşı koyma konusundaki kayıtsızlığını İran ile yürüttüğü tüm ticareti durdurarak gösterdi. Tahran’ın yeni politikası sadece ülke içindeki stratejik topluluk için rasyonel göründü. 
Tahran’ın yürüttüğü bu politikanın temel amacı, Trump’ın İran'ın nükleer programı, balistik füzeleri ve bölgesel politikaları olmak üzere üç konuda teslim olması yönündeki taleplerinin aksine ABD ve AB'yi Nükleer Anlaşma’ya geri dönmeye zorlamaktır. İran, KOEP’teki taahhütlerini askıya alarak şimdiden ABD, AB ve onların KOEP eylemleri üzerinde çok fazla baskı oluşturmuş durumda. Bu durum, kısa ve orta vadede devam edecek gibi görünüyor. Dolayısıyla İran'ın KOEP öncesi dönem gibi bir ortamı kabul etmesi muhtemel değildir. İranlıların, KOEP’i ihlal ettiği için ABD'nin tazminat ödemesi yönündeki görüşleri de şu çerçevede okunmalıdır: İran başka bir müzakere turuna hazır ama Tahran önceki ihlallerinden kaynaklanan ABD ve AB’ye yönelik güvensizliği nedeniyle müzakere masasına koşulsuz oturmayacaktır.

Trump’ın böyle bir anlaşmaya açık bir şekilde isteksiz davranması ABD-İran yakınlaşması ihtimalini yakın gelecekte pek mümkün kılmıyor. İran tarafına bakacak olursak baskı ile baş etmek acı verici olsa da KOEP ihlalcileriyle yakın zamanda yeni bir müzakere için acele etmiyor. Buna karşın İran'ın anlaşmadan tamamen ayrılma sürecini uzatan KOEP taahhütlerinin azaltılması, ABD ve AB'yi İran'a yaklaşımlarını tekrar gözden geçirmek yönünde baskı altına sokuyor. Asıl soru onların böyle bir tutum değişikliğine hazır olup olmadığıdır. Trump Kasım Süleymani suikastı ile ABD’nin önceliklerini pekiştirdi ancak aynı zamanda da İran’ın KOEP taahhütlerinin çoğundan vazgeçmesine yol açtı. Bunun, ABD ve AB üzerinde daha çok baskı kurduğunu söyleyebiliriz. İran’ın füze misillemesi, ABD ve onun Orta Doğu’daki destekçilerine karşı daha az hoşgörülü olması “Bölgede direnç göster ve KOEP taahhütlerini azalt.” çerçevesinde yürütülüyor. Suikastın bir başka önemli etkisi daha var: İran’ın eylemleri ve tutumuna yönelik artan halk desteği. ABD ve AB, İran'ın ABD'nin “ekonomik savaşına” yönelik reaksiyonlarına karşı Tahran üzerindeki baskıyı arttırsa bile bunun İran’ın hesaplarını değiştirmesi beklenmemektedir.

Trump yönetimi KOEP ihlali ve Süleymani suikastının kısa vadeli yansımalarını açıkça yanlış hesapladı. ABD-İran deneyimini ve İranlıların siyasi kültürünü göz önünde bulundurarak uzun vadeli sonuçların çok daha derin ve daha geniş olacağını öne sürebiliriz. Tıpkı İran'ın demokratik biçimde seçilen Musaddık hükûmetine karşı düzenlenen Ağustos 1953 Darbesi gibi Ocak 2020 de İranlıların kolektif hafızasından silinmeyecektir. ABD o zamanlar seçilmiş bir hükûmeti devirdi ve Şah tarafından sürdürülen 25 yıllık demir yumruk iktidarını destekledi ancak açık bir şekilde hesaplanamayan 1979 Devrimi ile karşı karşıya kaldı. Bu sefer de ABD; KOEP’i ihlal ederek, İranlılara maksimum baskı uygulayarak ve İran’ın ulusal kahramanına suikast düzenleyerek yine arzuladığı sonucu elde edemedi. Elde ettiği şey ise tam tersi: kendi bayrağı etrafında toplanmış bir halkın öfkesi ve Irak'taki askerî varlıklarına karşı benzeri görülmemiş bir doğrudan misilleme. Şimdilik diplomasi için açık bir kapı kalmasa da uzun vadeli sonuçları zaman içinde tecrübe edeceğiz. Net olan ise bahsi geçen zaman diliminin İran'ın ABD ile gelecekteki ilişkilerinde önemli bir rol oynayacağıdır.


Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve IRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.