Irak’ta Tehlikeli Referandum

Irak’ta Tehlikeli Referandum
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Arap Baharı olarak adlandırılan olaylar patlak verdiğinde bölge halklarında meydana gelen sevinç ve beklentiler bugün itibariyle yerini hayal kırıklığına ve karamsarlığa bırakmış durumda. Özellikle Suriye devriminin bir iç savaşa dönüşmesi ve farklı aktörlerin güç denemesine girişmesi bu coğrafyanın yaşadığı en kanlı katliamlara neden oldu. Üstelik Haçlı Savaşları ya da Moğol İstilası gibi diğer tarihi facialar bölge dışı güçlerin saldırısı sonucu gerçekleşmiş iken mevcut süreçte tabiri caizse eli komşusunun kanına bulaşmayan hiçbir yerli aktör kalmamış durumda.

Suriye iç savaşının -beklendiği gibi kazananı olmaksızın- büyük oranda sona yaklaştığı ve savaş sonrasına dair senaryoların seslendirilmeye başlandığı şu günlerde ortaya çıkan diğer kriz belirtisi ise Kuzey Irak’taki Bölgesel Yönetimin “bağımsızlık referandumu”na gitmesi ve bunun yol açacağı olası gerginlikler hatta çatışma ihtimali gibi görünüyor.

Mesut Barzani liderliğindeki Bölgesel Yönetimin bağımsızlık sevdasının uzun bir geçmişi bulunuyor ve Iraklı Kürt liderlerin en azından bir kısmının referandum için iç ve bölgesel şartların uygun olduğunu düşündükleri anlaşılıyor. Olaya Barzani ve ulus devlet kurma ideali açısından bakıldığında böyle bir referanduma karşı çıkmanın fazlaca bir bahanesi yok. Sonuç olarak yüzyıla yakın bir süredir bağımsızlık mücadelesine giren bir ulus kendi kaderini belirlemek istiyor ve bunu referandum gibi tüm dünyanın kabul ettiği barışçıl bir hukuki yöntemle gerçekleştirmek istiyor.

ABD’den ‘Zamansız’ Çıkış Tepkisi

Bu noktada farklı ülkeler referanduma dair görüşlerini açıklıyorlar. Türkiye ve İran referandumun kabul edilmez olduğunu söylerken İsrail ve Ürdün’deki yetkililer referandumu ve bağımsız Kürdistan’a desteklerini açıklamış durumdalar. Yakın gelecekte Suudi Arabistan ve BAE gibi malum ülkelerin de söz konusu oluşuma desteklerini açıklamaları bekleniyor. ABD ve Rusya gibi etkin aktörlerin temelde referanduma karşı çıkmazken zamanlamasını doğru bulmadıkları belirtiliyor. ABD’nin şu an için temel önceliğinin Suriye’deki PKK devletinin tahkim edilmesi ve DEAŞ sonrası dönemde rejimin ve Türkiye’nin saldırılarından korunması olduğu anlaşılıyor. Barzani’nin ‘zamansız’ çıkışlarının ABD’nin bölgesel politikaları açısından hayati olan bölgesel bölünmüşlükleri azaltma ihtimalinin Washington’u kızdırdığı düşünülebilir.

Konuyla ilgili bölgenin etkili güçleri Türkiye ve İran’ın pozisyonlarına daha yakından bakılması icap ediyor. Zira son Katar krizinin de gösterdiği gibi iki ülkenin ortak baraj kurması durumunda bölgede temel bir yapısal değişikliğin meydana gelmesi zor görünüyor. Bu bağlamda iki ülke de meseleyi dış politika meselesi olmaktan çok iç politika meselesi olarak değerlendiriyorlar. Bir yandan dünyanın ilk ve tek bağımsız Kürt devletinin (Mehabad Cumhuriyeti) yaklaşık bir yıllığına da olsa İran sınırları içinde kurulmuş olması ve ülkede son derece politik ve mobilize Kürt nüfusunun bulunması, diğer yandan Türkiye’nin 40 yıla yaklaşan bir süredir, etnik söylemin yoğun olduğu silahlı bir başkaldırı ile karşı karşıya bulunması iki ülkenin de konuya ulusal güvenlik açısından yaklaşmalarına ve hassas tepkiler vermelerine neden oluyor. Türkiye’nin Irak’taki referanduma sert tepki göstermesinin altında yatan diğer bir sebep de Batılı sözde müttefiklerinin Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti kurması hususundaki yoğun faaliyetleri. Ankara Erbil’deki referandumu kabul etmesi durumunda bunun PYD’ye model oluşturacağını görüyor.

Bilindiği gibi Türkiye ve Bölgesel Yönetimin son yıllarda gittikçe gelişen ekonomik ve siyasal ilişkileri mevcut ve referandum yanlıları sürekli olarak Türkiye’nin bu sebeple ilişkileri riske etmeyeceğini ileri sürüyor. Bununla birlikte konunun bu kadar basit olmadığı aşikâr. Öncelikle Barzani ile ilişkilerin gelişkin olması devletlerarası, uzun soluklu ilişkilerde fazla bir anlam ifade etmiyor. Barzani’nin ileri yaşı, sonraki dönem Başkanlığa aday olmayacağı yönündeki beyanı, bölgede özellikle parlamentoda etkin Yurtseverler Birliği ya da Gorran gibi güçlerin etkin varlığı, PKK’nın muhtemel bir krizde Suriye’deki gibi hiç ortada yokken oldu bittiye getirerek uluslararası güçlerin de desteğiyle yönetimi ele geçirme olasılıkları yabana atılamayacak olasılıklar olarak karşıda duruyor.

Milli Güvenlik Meselesi

Bu nedenden ötürü kimi zaman ‘Türk’ basınında da dile getirilen “Barzani yönetimi ile geliştirilen iyi ilişkiler” ya da “ekonomik çıkarlar” gibi söylemlerin ikincil derecede kaldığını belirtmek mümkündür. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “iş milli güvenlik meselesine geldiğinde ekonomik çıkarlara bakmayız” mealindeki sözü bölgedeki her konuyu parayla çözebileceğini düşünen bazı aktörlere olduğu gibi kuşkusuz Bölgesel Yönetime de iletilmiş bir mesajdır. Benzer şekilde PKK’nın ya da Türkiye’nin arasının çok da iyi olmadığı Iraklı bazı grupların ve şahısların da referandum konusunda Ankara’nın pozisyonu ile örtüştüğü öne sürülerek Türkiye’nin yanlış karar verdiği savunuluyor. Bu tür görüşlerin özellikle bazı çevrelerce dillendirilmesi geçmişte yapılan vahim hatalardan ders alınmadığını ortaya koyuyor. Ne yazık ki bu politikalardan ve yol açtığı ağır maliyetlerden örneklerini gördüğümüz üzere tek bir nedamet yazısıyla kurtulmak mümkün olmuyor.

Dolayısıyla tartışmanın doğru zeminde yapılması ve konunun hukuki ve siyasal boyutu ya da kimin haklı kim haksız olduğundan ileri hususlara dikkat edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla meselenin yol açabileceği sonuçların kim haklı kim haksız tartışmasından daha önemli olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.

Kerkük Çatışmanın Merkezi Olabilir

Maalesef bu tür yeni bir çatışma ihtimalinin çok uzak olmadığını gösteren karineler bulunuyor. Eğer çeşitli Haşdi Şabi gruplarının tehdidini ciddiye alacak olursak Kerkük merkezli bir çatışmanın bir anda çok geniş bir alana yayılma tehlikesinin bulunduğu anlaşılacaktır. Arapların ve Türkmenlerin mezhebi farklılıklarını dikkate almaksızın Kerkük meselesinde Barzani yönetiminin tavrına karşı çıkmaları önemli bir nüans. Türkiye için Türkmen meselesi hassas bir mesele ve ilk defa çok değişik Türkmen gruplarının bir konu üzerinde uzlaşabildikleri görülüyor. Yıllardır Türkmenlere ‘birleşin’ baskısı yapan Ankara ‘işte birleştik, şimdi sıra sende’ dediğinde uygun bir cevap vermesi gerektiğinin farkında.

Şu an için en kötü senaryo referandumun ihtilaflı bölgelerde özellikle de Kerkük’te bir çatışmaya yol açma ihtimalidir. Eylül ayının ilk haftasında Erbil’e ziyaret düzenleyen Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin net mesajlarının ve başta Ebu Mehdi Mühendis olmak üzere çeşitli Haşdi Şabi komutanlarının tehditlerinin ciddiye alınması gereği vardır. Haşdi Şabi bir yandan kendini IŞİD’i bitirdiği için savaş kazanmış ordu olarak görürken diğer yönden içinde çok sayıda bağımsız küçük grubun bulunması bir anda kıvılcımın ortaya çıkmasına neden olabilir. Yine Suriye krizine atıf yapacak olursak altı yıllık faciaya yol açan ilk silahlı çatışmanın nasıl başladığı hala muammadır. Dolayısıyla iki gruptan birisine provokasyon amaçlı bir saldırı bir anda uzun yıllar sürebilecek çatışmanın fitilini ateşleyebilir. Böylesi bir sürecin sonunda başlangıçta kimin önemli olduğu meselesini küçük bir ayrıntıya çevirecektir.

Meselenin diğer bir boyutu Arap milliyetçiliğini güçlendirmesi ve mezhebi ihtilafları hafifleştirici bir rol oynaması olabilir. Sünni ya da Şii Arap liderler Kerkük’ün bundan böyle bir Kürt şehri olarak kabul edilmesine imza atan isimler olarak tarihe geçmek istemeyeceklerdir. Diğer yandan Barzani’nin referandum ile ilgili en sert açıklamasını bağımsızlık ya da başka bir bölge değil de Kerkük üzerinden yapması ve ‘her bir Kürd’ün Kerkük için ölüme hazır’ olduğunu söylemesi meselenin hassasiyetini gözler önüne seriyor. Buna karşın Haşd-i Şabi komutanlarından el-Mühendis’in Kerkük dışındaki Kürt şehirlerinde referandum düzenlenebileceğini ancak Kerkük’ü savunmak için güç kullanmaya hazır olduğunu belirtmesi çatışma olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin Açık ve Net Cevabı

Türkiye şu ana kadar oldukça net bir şekilde referanduma karşı olduğunu çeşitli seviyelerde açıklamış, Dışişleri Bakanlığı geleneksel olarak kullandığı ihtiyatlı dilin sınırlarını zorlayarak meselenin bedeli olacağını hatırlatmış, ardından Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından çok daha sert ve açık mesajlar verilmiştir. Anlaşılması gereken temel husus 2.5 milyonluk bir tabana sahip bir liderin aldığı fevri kararın tüm büyük Orta Doğu’da yol açacağı komplikasyonlarla ilgilidir. Mesele etnik bir konu olmadığı gibi mutlak karşıtlık ya da ittifaklardan söz etmek de mümkün değildir. İran’ın ve Türkiye’nin bölge üzerindeki ekonomik silahlarını kullanmalarının zaten kötü durumda olan bölge ekonomisini iyice felç edeceğine şüphe yoktur ancak tecrübeli bir politikacı olan Barzani bu durumu idare edebilecek imkanlara sahip olduğu gibi söz konusu durum Kürt milliyetçiliğini güçlendirecek ve Barzani’nin liderliğini pekiştirecektir. Bu nedenle Türkiye’nin bahsettiği bedelin ne olabileceği önemli bir husustur ve muhtemelen bunun ayrıntıları 22 Eylül’deki MGK kararlarında ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin Barzani yönetimi üzerinde baskı kurarken dikkat etmesi gereken hususlardan birisi Barzani’nin bölgeden ümidini tamamen kesip iyice İsrail’e angaje olmasını engellemek, diğeri ise kriz çatışmaya dönüşürse koltuğunu kaybetmesine engel olmaktır. Açıktır ki özellikle çatışma alanında bütün bu hususları temin etmek oldukça güç olacaktır. Bölgenin yeni bir kaybet-kaybet sarmalına düşmemesi için herkese büyük sorumluluk düşüyor.


Bu makale 21 Eylül 2017 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde yayımlanmıştır.
http://www.yenisafak.com/hayat/irakta-tehlikeli-referandum-2796313