İran Devlet Aklı Rasyonel Davranabilecek mi?

İran Devlet Aklı Rasyonel Davranabilecek mi?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

1979 İran Devrimi’nin anti-Amerikan özelliği nedeniyle devrim ile başlayan ve Rehineler Krizi ile tırmanan ABD-İran gerginliği, İran’ı 80’li yıllardan itibaren küresel ölçekli bir gerilimin tarafı hâline getirmiştir. Donald Trump döneminde ise İran, Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde “ABD’ye yönelik tehditler” sıralamasında yer almış ve Kuzey Kore ile birlikte “haydut devlet” (the rogue states of Iran and North Korea) olarak nitelendirilmiştir. Buna göre; İran’ın bölgeyi istikrarsızlaştırdığı, ABD ve müttefiklerini tehdit ettiği, terörist gruplara destek verdiği, etkin balistik füzeler yaptığı, nükleer silah üretme kapasitesini artırdığı, yayılmacı politikalarının bölgeyi istikrarsızlaştırdığı ve kendi halkına zulmettiği iddia edilmiştir.

Normalleş(e)meme

Durum böyleyken kırk yıldır normalleş(e)meyen ve yumuşama-sertleşme-kriz sarmalında süren İran-ABD ilişkileri 3 Ocak günü Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle yeni bir aşamaya taşınmıştır.

ABD’nin 2003 Irak işgaliyle şekillenen Orta Doğu’nun yeni jeopolitiğindeki çatışma dinamiğini, “direniş cephesi” ile “statükocu rejimler” arasındaki mücadele olarak tanımlayan ve bölgede etkinliğini bu söylemle artıran İran’ın sahadaki en önemli ismi Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi, verdiği mesaj açısından anlamlıdır. Zira Mayıs 2018 tarihinde Nükleer Anlaşma’dan çekildiğini açıklayan Donald Trump, “maksimum baskı” stratejisi kapsamında uygulamaya koyduğu yaptırımlarla İran’ı yeni bir anlaşma için müzakere masasına oturmaya zorlarken aynı zamanda bu suikastla İran’a karşı askerî seçeneklerin de masada olduğunu göstermiştir.

Trump yönetimi pek çok yönüyle Obama döneminden ayrılsa ve Trump yönetiminin Orta Doğu’ya yönelik bir grand stratejisinin olup olmadığı ABD’de sürekli tartışılsa da dışarıdan dengelemenin (offshore balancing), Trump yönetiminin kendisinden önceki Washington yönetimleriyle süreklilik arz eden en temel stratejisi olduğu görülmektedir. Trump yönetimi, İran’a karşı “maksimum baskı” yöntemini de bu stratejiye dâhil etmiştir ABD’nin dışardan dengeleme stratejisi “dış kaynak kullanımı” ve “sınırlandırma” olmak üzere iki temele dayanmaktadır. ABD bölgesel meydan okuyuculara karşı doğrudan askerî sorumluluk almaz ve bunu başka aktörlerin omuzlarına yükler. Ancak gelinen noktada Trump’ın İran’a doğrudan müdahaleyi de göze aldığı anlaşılmaktadır.

Son dönemde İran-ABD ilişkileri sertleşirken, her iki tarafın da karşıdakinin savaş istemediği ve savaşı göze alamayacağı varsayımıyla tırmandırdıkları kontrollü gerginlikte, Süleymani suikastı ve akabinde İran’ın misilleme olarak Irak’taki iki ABD üssüne düzenlediği saldırı, kontrolsüz hareketler olarak nitelendirilebilir. Her ne kadar İran operasyon öncesi Irak yönetimini bilgilendirmiş, onlar da ABD’ye durumu iletmişler ve herhangi bir can kaybı yaşanmamışsa da Trump yönetiminin vereceği karşılık kestirilebilir değildir. Ancak operasyon sırasında yanlışlıkla vurulan Ukrayna yolcu uçağı, operasyona gölge düşürürken, sonrasında yönetilemeyen kriz ise ülke içine taşınmış, rejim karşıtı gösterilere dönüşmüştür.

Kriz ülke içine taşındı

Ukrayna yolcu uçağının İran tarafından düşürüldüğünün üç gün süreyle ısrarla reddedilmesi, bunun ABD’nin bir manipülasyonu olduğunun öne sürülmesi ve nihayetinde sorumluluğun kabul edilip özür dilenmesi İran halkında büyük bir öfke yaratmıştır. Uçak kazasında büyük bir çoğunluğu İranlı olan ölenleri anma törenleri gösterilere dönüşmüş, bu olaylarda Devrim Rehberi Ali Hamaney ve Devrim Muhafızları Ordusu hedef alınırken Kasım Süleymani’nin posterleri bile yırtılmıştır. Sonuç olarak İran toplumu, kendi halkına gerçekleri söylemeyen, işlediği hataları/suçları sürekli örtmeye çalışan rejimine karşı öfkelidir. Operasyon sırasında 80 ABD askerinin öldüğüne dair resmî açıklamalara da inanmayan İran halkı, ülkede ekonomik ve sosyolojik krizle beraber bir de güven krizi yaşamaktadır. Zira Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani “Uçağın düşürülmesi ile ilgili tüm sorumlular hesap vermelidir.” derken aslında İran siyasi karar alma mekanizmasında son dönemde çok fazla etkinlik kazanan Devrim Muhafızlarını hedef almakta ve ülkedeki derin siyasi krize de işaret etmektedir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Ruhani ve hükûmet üyelerinden gizlendiği anlaşılan uçağın vurulduğu bilgisi, İran’da kurumlar arasındaki güç ilişkisini ve hükûmetin zayıf pozisyonunu da göstermektedir.

Bayrak mesajı

Bu süreçte İran’ın 21 Şubat’ta parlamento seçimlerine gideceği de düşünüldüğünde tartışmaların hız kesmeyeceği söylenebilir. Zira şimdiden uçak kazasını eleştiren adaylar veto edilmiştir. Bu durum İran’ın ABD ile devam etmesi kuvvetle muhtemel krizinde içeride muhalif seslere izin vermeyeceğini, uluslararası ilişkilerde sert politikalar takip edilmesi gerektiğini savunan kadroların etkisinin devam edeceğinin habercisidir. Ancak bu İran-ABD geriliminin bir sıcak çatışmaya dönüşmesi riskini de taşımaktadır. Zira İran, 6 Ocak’ta Nükleer Anlaşma’nın bütün kısıtlayıcı taahhütlerini askıya aldığını açıklamıştır. İran sadece ABD ile değil AB ile de ilişkilerini sertleştirmektedir. Ayrıca Devrim Muhafızları Komutanı Ali Hacızade’nin, tırmanan krizle ilgili açıklamalar yaparken verdiği “bayrak mesajı” ABD’ye yönelik yeni bir tehdit olarak da okunabilir. Zira Hacızade’nin arkasında sıralanan Orta Doğu’daki İran’ın kontrolünde yer alan milis güçlere ait bayraklar İran’ın bölgedeki nüfuz alanını ve saldırı kapasitesini göstermesi açısından manidardır. Fakat Trump yönetimi Kasım Süleymani’ye düzenlediği operasyonla İran ile bir çatışmayı göze aldığını göstermiş ve herhangi bir saldırı durumunda 52 hedefin vurulacağını açıklamışken krizi tırmandırma stratejisi İran açısından rasyonel değildir. Aksi durumda ABD tarafından İran’ın nükleer tesislerinin ve petro-kimya tesislerinin vurulması ihtimal dışı değildir.

İran’da ekonomik ve sosyolojik krizin derinleştiği bugünlerde Tahran yönetiminin mevcut krizden çıkması için rasyonel adımlar atması gerekmektedir. Fakat İran’ın ABD ile anlaşmadan bunların üstesinden gelmesi mümkün görünmemektedir. Ancak Süleymani suikastı sonrası İran’ın Trump yönetimi ile bir anlaşma için müzakere masasına oturmasının önündeki psikolojik engel daha çok büyümüştür. Kasım 2020 ABD başkanlık seçimlerinde Trump’ın ikinci kez seçilememesi ihtimali üzerine hesaplar yapan Tahran yönetimi, yıl sonuna kadar beklemeye ve direnmeye çalışacaktır. Ortada rasyonel başka bir seçenek de yok gibi görünmektedir.

Hamaney’in mesajı

İran’daki krizlerin yönetilebilmesi İran devlet aklının rasyonel yönünün ve bu yöndeki kadroların etkinlik kazanmasına bağlıdır. Zira İran’ın bölgede yürüttüğü vekalet savaşlarıyla iç politikada da etkinlik kazanan Devrim Muhafızları Ordusunun ve komutanlarının bu yönü temsil etmediği açıktır. ABD’nin Irak’taki üslerine yapılan saldırıların ve düşürülen uçağın sorumluluğu onlara aittir. Devrim Rehberi Hamaney’in çevresinde oluşturduğu savaş kadrosundan vazgeçmesi zor olsa da ABD ile savaşa giden bu kontrolsüz süreci kontrol edebilmesinin yegâne şartı budur.

İran-ABD krizinin kontrolden çıktığı bir zamanda Ali Hamaney’in 17 Ocak’ta sekiz yıl gibi uzun bir aradan sonra, İran açısından yine önemli bir tarihî dönemeçte, kıldırdığı Cuma namazında verdiği mesajlar İran’ın bundan sonra nasıl bir iç ve dış politika takip edeceğinin yol haritasını vermektedir. Hamaney, “Füze saldırısı ABD’ye karşı çok büyük bir askeri darbeydi. Fakat daha önemli olan boyutu ABD’nin itibarına yapılan bir saldırı olması. ABD yıllardır Afganistan’da Suriye’de direniş cephesinin darbesine maruz kalmaktadır. Ama bu darbe çok daha büyük bir darbeydi. Yaptırım uygulayacağız diyorlar fakat hiçbir şey ABD’nin itibarına vurulan bu darbeyi telafi edemez.” diyerek Süleymani’nin intikamının alındığını vurgulamıştır. Ayrıca Hamaney, operasyonu düzenleyen Devrim Muhafızları ordusuna (DMO) da “Süleymani sıradan bir kişi değildi. Bir mektep, bir medrese, bir yoldu. Bunun kıymetini bilmeliyiz. DMO askeri bir güç olmanın yanında bir düşünce, zihniyet merkezidir. DMO sınır tanımayan savaşçılardır. Mazlumların onurunu ve namusunu koruyan bir güçtür. Bunlar gidip sınır ötesinde savaştıkça biz ülkemizde güvende yaşıyoruz. DMO savaşçıları Filistin, Suriye ve Irak’a giderek oralarda savaştıkça ülkemiz ve ailelerimizin güvenliğini sağlamış oluyorlar. Ne Lübnan Ne Gazze diyenler ülke için hiçbir şey yapmayanlardır. “sözleriyle sahip çıkmıştır. Buradan da Devrim Muhafızlarının iç politikadaki etkilerinin zayıflatılması yönünde adımlar atmayacağını çıkarmak mümkündür.

Nükleer Anlaşmanın geleceğine dair de mesajlar veren Hamaney, “Habis İngiltere, Fransa ve Almanya’nın nükleer meseleyle ilgili açıklamaları gündemi değiştirmek (Süleymani’nin cenaze töreniyle oluşan birliği) için yapıldı. Bu üç ülke İran-Irak savaşında Saddam Hüseyin’e yardım etmişti. Almanya ve Fransa Saddam’a çok yıkıcı silahlar verdi. İngiltere tüm gücüyle Saddam’ın yanında yer aldı. Bunlara bu gözle bakılmalı. Ben başından beri bunlara güvenilmeyeceğini söyledim. ABD’nin hizmetinde olacaklarını söylemiştim bugün söylediklerimin doğru olduğunu görüyoruz. ABD İran’ı dize getiremedi siz hiç getiremezsiniz. Bunların müzakeresi de sahte. İran halkı bunu anladı artık. İran halkına sözüm himmetli ve güçlü olmaları. Müzakereden korkmuyoruz ama güçlü bir şekilde masaya oturmak istiyoruz. Ekonomimizi petrol bağımlı olmaktan çıkarmalıyız.” diyerek müzakere seçeneğinin açık olduğunu fakat şartsız teslim olmayacaklarını ifade etmiştir. Sonuç olarak Hamaney’in sözlerinden anlaşılmaktadır ki, İran Trump yönetimiyle kısa sürede bir müzakere masasına oturmaya taraftar olmadığı gibi Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde de sertleşmeye doğru gitmektedir.

 

Bu makale ilk kez 19.1.2020'de Star Açık Görüş'te yayımlanmıştır.

https://m.star.com.tr/acik-gorus/iran-devlet-akli-rasyonel-davranabilecek-mi-haber-1507866/