İsrail, hava kuvvetlerinin teknolojik üstünlüğü, hassas güdümlü mühimmat envanteri ve gelişmiş istihbarat/izleme sistemleri sayesinde İran’ın nükleer ve füze altyapısına büyük zarar verirken; İran ise kitlesel dron ve füze saldırılarıyla doğrudan misilleme kapasitesini ortaya koymuştur.
İran-İsrail Çatışması Tarafların Askerî ve Teknolojik Kabiliyetlerine İlişkin Ne Söylüyor?
Giriş
13 Haziran 2025’te İsrail tarafından başlatılan hava harekâtı, uzun süredir örtülü operasyonlar ve vekil güçler aracılığıyla devam etmiş olan İran-İsrail geriliminin doğrudan sıcak çatışmaya dönüştüğü bir eşik olmuştur. Bu harekât, sadece taktiksel bir taarruz değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerini, nükleer silahlanma riskini ve hibrit savaş yöntemlerini yeniden tanımlayan stratejik bir dönüm noktasıdır.
İsrail, hava kuvvetlerinin teknolojik üstünlüğü, hassas güdümlü mühimmat envanteri ve gelişmiş istihbarat/izleme sistemleri sayesinde İran’ın nükleer ve füze altyapısına büyük zarar verirken; İran ise kitlesel dron ve füze saldırılarıyla doğrudan misilleme kapasitesini ortaya koymuştur. Bu süreç, modern hava harbi, caydırıcılık ve asimetrik kapasite kullanımı açısından derslerle doludur.
Bu yazıda, söz konusu harekâtın taktik ve teknolojik yönleri ele alınarak, tarafların askerî kapasiteleri üzerinden etkinlikleri değerlendirilecek; olayın savunma stratejileri açısından taşıdığı anlam irdelenecektir.
İsrail’in Saldırısı ve İran’ın Karşılıkları
13 Haziran günü erken saatlerde başlayan “Aslan Gibi Halk” (מבצע עָם כְּלָבִיא; Mivtza am ke-lavi) harekâtı ile İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait, F-35I’ların da dahil olduğu 200 uçak, hassas güdümlü bomba ve füze sistemleriyle İran’ın nükleer programı, balistik füze altyapısı ve çeşitli askerî tesislerini hedef almıştır. Natanz, Fordo, İsfahan ve Arak’ta bulunan tesis ve hedefler ciddi zarar görürken, başkent Tahran’daki Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) karargâhları ve Savunma Bakanlığı gibi stratejik hedefler de vurulmuştur. Eş zamanlı olarak İsrail istihbarat servisi MOSSAD tarafından İran içindeki balistik füze fırlatıcıları ve hava savunma sistemlerine yönelik sabotajlar ile tanksavar füzeler ve dronlarla saldırılar düzenlenmiş; İran’ın savunma ve karşılık verme kapasitesinde gedikler açılmıştır.
Hava taarruzu ve karadan nokta saldırılarla eşzamanlı olarak, İran’ın askerî, istihbarî ve bilimsel organlarındaki üst düzey yönetici ve lider kadroya yönelik suikastlar düzenlenmiştir. İran Genelkurmay Başkanı ve DMO Komutanı ile nükleer programın önde gelen mühendisleri dahil çok sayıda kritik isim, harekâtın ilk gecesinde öldürülmüştür. Dolayısıyla İsrail’in saldırısının sadece nükleer programa değil, İran’ın silah kapasitesi, istihbarat ve karar verme altyapısına da ciddi darbe vurmayı hedeflediği görülmüştür.
İsrail, harekâtın ilk 72 saati içinde İran’ın çok sayıda hava savunma erken ihbar sistemini, komuta kontrol merkezini ve hava savunma silah sistemini imha ederek, ülke üzerinde mutlak hava hakimiyeti tesis etmiştir. O kadar ki, ülkenin kuzeydoğu ucundaki Meşhed’de bulunan havalimanındaki bir Boeing 707 tipi tanker uçak dahi İsrail bombardımanı ile imha edilebilmiştir. İran hava savunma şemsiyesi bir bütün olarak çökmüş, ancak yerel nokta savunma sistemleri kısıtlı etkinlik göstermiştir. Buna örnek olarak 18 Haziran günü, Miholit tipi hassas güdümlü bombalarla donatılmış bir İsrail Hermes 900 tipi insansız hava aracının (İHA) İran hava savunması tarafından vurularak düşürülmesi gösterilebilir.
İran, İsrail saldırısına karşılık olarak «Sadık Vaat-3” (Vaadü'l Sadık) adını verdiği harekât ile bu ülkeye yönelik balistik füze saldırıları düzenlemektedir. Özellikle 16 ve 17 Haziran’da İsrail’e birkaç dalga halinde atılan 200’den fazla füze, İsrail hava savunma şemsiyesini zorlamış, altyapı, tesis ve sivil yerleşim yerlerine ciddi zarar vermiştir. İran’ın müteakip dalgalar içinde ve özellikle gece vakti gerçekleştirdiği füze saldırıları, ülke genelinde sığınaklara sığınan toplum üzerinde ağır psikolojik yük oluşturmuştur. Bu da söz konusu füzelerin kaydettiği askerî ve ekonomik hasara ilaveten korku ve caydırıcılık etkisini de göz önüne sermiştir.
İsrail Hava Kuvvetleri
Ortadoğu’nun en gelişmiş ve en kabiliyetli hava gücü konumundaki İsrail Hava Kuvvetleri’nin 34 bin personeli ile 14 muharip, bir elektronik harp, bir havadan erken ihbar ve kontrol (HEİK), üç tanker ve nakliye, iki taarruz helikopter, beş nakliye helikopter, bir denizaltısavar ve üç İHA filosu bulunmaktadır. 340 civarında muharip uçağa sahip olan İsrail’in askerî platformlarının büyük kısmı ABD yapımıdır. Bunlar, 35 adet F-15C/D, 25 adet F-15I, 125 adet F-16C/D, 97 adet F-16I ve 45 adet F-35I’dır. İsrail, F-35 Lightning II’nin kendi üretimi elektronik harp ve güdümlü silah sistemleriyle donatılmış modeli olan F-35I’dan toplam 75 adet teslim alacaktır. Öte yandan F-15’in en yeni modeli olan F-15EX’in İsrail versiyonu olan F-15IA’dan 25 adet alım için Kasım 2024’te bir anlaşma imzalanmış olup, envanterdeki 25 F-15I’nın da bu seviyeye yükseltilmesi planlanmaktadır.
Ana harekât konsepti, “uzun menzilli hassas taarruz ve sürekli gözetleme” olan İsrail Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki muharip uçakların tamamında İsrail’in kendi geliştirdiği özgün elektronik harp, muhabere ve hassas güdümlü silah sistemleri kullanılmaktadır. ABD yapımı GBU-31/32/38 JDAM, GBU-10/12/16 Paveway II ve GBU-39/B SDB hassas güdümlü bombalarına ilaveten İsrail savunma sanayii üretimi SPICE hassas güdümlü bomba ailesi, Delilah ve Popeye havadan atılan seyir füzeleriyle Air LORA ve Rampage tipi uçaktan atılan güdümlü roketler kullanılmaktadır. Gazze Şeridi, Lübnan, Suriye ve Yemen’e yönelik taarruzlarda yoğun olarak kullanılan bu mühimmatların tamamının, 13 Haziran’dan bu yana İran’daki hedefleri vurmada da kullanıldıkları gözlemlenmiştir. İran’ı bombalayan muharip uçaklar, KC-707 tanker uçakları ile desteklenmektedir. İsrail, bu uçakları Boeing firmasına 2021 yılında siparişini verdiği dört adet KC-46 ile değiştirecektir.
İsrail Hava Kuvvetleri’nin dikkat çekici bir özelliği, elektronik harp ve istihbarat görevli insanlı ve insansız uçak sayısı ve çeşidinin genişliğidir. Gulfstream G550 iş jeti platformu üzerinde geliştirilen Oron, Şavit ve Eitam tipi uçaklar ile Heron, Heron TP Eitan, Hermes 450 ve Hermes 900 tipi insansız hava araçlarından oluşan geniş bir filo görev yapmaktadır.
İsrail’in Hava Savunma Şemsiyesi
İsrail’in hava savunma sistemi, çok katmanlı ve entegre bir mimari üzerine inşa edilmiş olup, dünyadaki en gelişmiş savunma ağlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu yapı, farklı menzil ve tehdit tiplerine karşı özelleştirilmiş üç ana sistemden oluşur. Kısa menzilde Iron Dome (Demir Kubbe), orta menzilde David’s Sling (Davud’un Sapanı), uzun menzilde ise Arrow 2 ve Arrow 3 ile ABD yapımı THAAD sistemleri görev yapmaktadır.
Bahsi geçen hava savunma sistemleri, İsrail Hava Kuvvetleri’nin hava savunma tugayları bünyesinde konuşlandırılmış ve çeşitli radar ve elektronik istihbarat sistemleri ve komuta-kontrol merkezleri ile entegre edilmiştir. ABD’nin hem finansal hem de teknolojik destek sunduğu bu altyapı aynı zamanda ABD’nin bölgedeki hava, kara ve deniz unsurlarıyla da tam entegre çalışmaktadır.
Iron Dome sistemi, düşük irtifa ve kısa menzilli roketlere karşı geliştirilmiş olup, özellikle Gazze Şeridi’nden atılan Kassam ve Grad tipi roketlere karşı oldukça başarılı performans göstermektedir. Sistem, tehdit oluşturmayan hedefleri (örneğin boş arazilere düşecek roketleri) ayırt edebilecek şekilde akıllı bir angajman mantığına sahiptir. Bu özelliği sayesinde ekonomik ve lojistik etkinlik sağlar. Bugüne kadar binlerce saldırıyı engellemiş olan Iron Dome, İsrail halkı nezdinde de savunma kapasitesinin simgesi haline gelmiştir. Son yıllarda deniz versiyonu C-Dome da Saar 6 sınıfı firkateynlerde kullanıma alınmış ve denizden kara unsurlarına yönelik savunma kapasitesi genişletilmiştir.
David’s Sling ve Arrow sistemleri ise daha sofistike tehditlere karşı geliştirilmiştir. David’s Sling, seyir füzeleri ve orta menzilli balistik tehditlere karşı; Arrow 2 ve Arrow 3 sistemleri ise İran menşeli uzun menzilli balistik füzelere karşı görev yapmaktadır. Arrow 3, atmosfer dışı (exo-atmosferik) önleme kabiliyeti sayesinde uzun menzilli balistik füzeleri, uzay ortamında uçuşları sırasında önleme kapasitesine sahiptir.
İran Hava Gücü
İran Hava Kuvvetleri envanteri büyük ölçüde İslam Devrimi’nden önce Şah döneminde ABD’den alınan uçaklardan faal durumda kalanlardan oluşmaktadır. Bunların yanında, 1990’ların başlarında Rusya Federasyonu’ndan alınan uçaklar ile 1991 Körfez Savaşı sırasında imha edilmekten kurtulmak için Irak’tan kaçan pilotların kullandığı ve İran-Irak Savaşı tazminatı olarak el konulan bir miktar muharip uçak da kullanılmaktadır. Bu eklektik yapının idamesi, yaptırımlar ile karşı karşıya kalan İran için yıllar içinde giderek artan bir problem haline gelmiştir. İlaveten, Devrim sonrasında, kısmen İran-Irak Savaşı süreci hariç büyük ölçüde ikinci plana atılan hava kuvvetlerine altyapı, personel ve bütçe bakımından yapılan yatırımın sınırlı olması, muharip güç ve etkinliğin hızla erimesine neden olmuştur.
İran Hava Kuvvetleri’nin muharip uçak gücü Şah döneminde temin edilmiş yaklaşık 120 adet F-14A, F-4D/E ve F-5E/F; 1990’ların ilk yarısında Rusya’dan alınmış 50 civarında MiG-29 ve Su-24; Irak’tan kaçıp el konulmuş yaklaşık 40 Mirage F1 ve Su-22’den oluşmaktadır. 2023 sonbaharında Rusya’dan Yak-130 tipi jet eğitim ve hafif taarruz uçağı alınmaya başlanmış olup toplam sipariş sayısı belirsizdir. Mısır’ın siparişini verip teslim almayı reddettiği 24 adet modern Su-35 tipi muharip uçak alımına dair haber ve açıklamalar açık kaynaklara yansımış olmasına rağmen bu alım gerçekleşmemiştir. Çin’den de J-10 ve JF-17 tipi uçak alımına dair görüşmelerin yapıldığı kaydedilmiş olmasına rağmen bu yönde de bir gelişme olmamıştır.
Konvansiyonel uçak gücünün yetersizliğini telafi amacıyla İran, insansız hava sistemlerine ve havadan atılan mühimmatlara yoğun şekilde yatırım yapmaktadır. Elektronik keşif, sinyal istihbaratı ve taarruz kabiliyetlerine sahip Şahid-129, Muhacir-6, ve Ebabil-3 gibi İHA sistemleri, özellikle düşük yoğunluklu çatışma alanlarında kullanılmaktadır. Ayrıca Şahid-136 ve Araş gibi kamikaze dronları ile uzun menzilli taarruzlar gerçekleştirme kapasitesi elde edilmiştir. Bu sistemler hem devlet dışı aktörlere sağlanmakta hem de doğrudan operasyonel kullanımda tercih edilmektedir. Bu yaklaşım, İran’ın ava kuvvetlerinin doğrudan angajmandan çok “yüksek hacimli, düşük maliyetli” yıpratma stratejisine yöneldiğini göstermektedir. Öte yandan Şahid-136, Rusya-İran askerî işbirliğinin en önemli unsurlarından olmuştur.
Tüm bu çabalara rağmen, İran Hava Kuvvetleri’nin temel zaafları arasında platform yaşlanması, bakım ve lojistik kısıtlar, sınırlı pilot eğitimi kapasitesi ve sınırlı havadan havaya angajman yeteneği yer almaktadır. Komuta-kontrol sorunları, özellikle İran Ordusu (Erteş) ile Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri arasındaki operasyonel ayrışma nedeniyle daha da belirginleşmektedir. Bu durum, hava harekâtlarının koordinasyonu ve etkili hava üstünlüğü kurma yeteneğini zayıflatmaktadır.
İran’ın Füze Gücü
İran, askerî caydırıcılığının temelini oluşturan balistik ve seyir füzeleriyle, doğrudan ve dolaylı çatışma alanlarında etkili bir ateş gücü inşa etmeyi hedeflemektedir. Konvansiyonel hava kuvvetlerinin yetersizliklerini telafi etmek ve stratejik derinlik sağlamak amacıyla geliştirilen bu füze envanteri kısa, orta ve uzun menzilli sistemleri kapsamaktadır. Özellikle Şahab, Ghadr, İmad, Hürremşehir, Fatih, Kadir ve Siccil gibi orta ve uzun menzilli balistik füzeler İran’ın kara konuşlu stratejik silahlarının omurgasını oluşturmaktadır. Bu sistemlerin menzili 300 km’den 2.000 km’nin üzerine kadar çıkmakta olup, başta İsrail olmak üzere ABD’nin bölgedeki üsleri ve Körfez ülkeleri gibi hedefleri kapsama altına almaktadır.
İran ayrıca yüksek isabet kabiliyeti, seyyar fırlatma platformları ve katı yakıt teknolojileri gibi unsurlar üzerinde yoğunlaşarak füzelerinin operasyonel esnekliğini artırmaya çalışmaktadır. Fettah-1 gibi hipersonik kabiliyet iddiası taşıyan projeler ile Hürremşehr-4 gibi daha modern tasarımlar, füze savunma sistemlerini aşma hedefi doğrultusunda geliştirilmiştir. Bunun yanı sıra, İran’ın seyir füzesi alanında da kayda değer bir kapasite biriktirdiği görülmektedir. Paveh ve Kuds-2/3 gibi seyir füzeleri, daha düşük radar izi ve manevra kabiliyeti sayesinde hem sabit hem de hareketli hedeflere karşı daha etkili bir tehdit unsuru teşkil etmektedir. Bu kabiliyetler, İran’ın doğrudan angajmanlarda olduğu kadar vekil gruplar üzerinden yürüttüğü asimetrik savaş stratejisinde de kritik bir rol oynamaktadır.
Ancak 2024 yılında İsrail’e yönelik gerçekleştirilen füze ve İHA saldırıları, İran’ın bu sistemlerindeki bazı temel sınırlılıkları da ortaya koymuştur. Balistik ve seyir füzeleri, İsrail’in gelişmiş hava savunma sistemlerini aşmakta zorlanmış; hedef hassasiyeti açısından sınırlı etkinlik göstermiştir. Bu durum, İran’ın füze sistemlerinin teknik yeterliliği ve istihbarat-harp başlığı uyumu konusundaki eksikliklerini ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, İran’ın füze üretim altyapısı üzerindeki ambargoları aşmak için geliştirdiği yaygın kaçakçılık ve kendi kendine yeterlilik stratejileri, bu kapasitenin sürdürülebilirliğini güvence altına almaktadır. Rusya ile son yıllarda artan askerî işbirliği ise bu alandaki teknolojik gelişmişlik düzeyini daha ileriye taşıma potansiyeli taşımaktadır.
İran Hava Savunması
İran hava savunma sistemi, sınırlı kaynaklara ve dış ambargolara rağmen oldukça geniş bir kapsama ve katmanlı yapıya sahip olacak şekilde yapılandırılmıştır. Sovyet ve Çin menşeli eski sistemlerin yanı sıra, yerli olarak geliştirilen orta ve uzun menzilli füze sistemleriyle desteklenen bu yapı, özellikle İsrail ve ABD gibi potansiyel tehditlere karşı oluşturulmuş bir “dağıtık hava savunma” ağına dayanmaktadır. İran’ın hava savunma doktrini, sabit tesislerin korunmasının yanı sıra, seyyar ve mobil unsurların yaygın şekilde kullanılmasıyla hava saldırılarına karşı esnek bir yanıt verebilme yeteneğine odaklanmıştır. Ancak bu yapı, İsrail’in 13 Haziran’da başlattığı bombardıman ve buna eşlik eden siber-elektronik taarruz ile birlikte neredeyse tamamen felç olmuştur.
İran hava savunma şemsiyesinin unsurları arasında en dikkat çekici olanlar, yerli olarak geliştirilmiş 3 Hordad, 15 Hordad, Talaş ve Bavar-373 gibi orta ve uzun menzilli hava savunma sistemleridir. Bu sistemler, hem yüksek irtifada uçan keşif ve taarruz uçaklarına hem de seyir ve balistik füzelere karşı görev yapmak üzere geliştirilmiştir. 3 Hordad sistemi, 2019 yılında bir ABD MQ-4C Global Hawk İHA’sını düşürerek uluslararası düzeyde dikkat çekmiştir. Söz konusu sistemlerin menzilleri 75 ila 300 km arasında değişmekte olup, İran’ın sahip olduğu radar altyapısıyla entegre şekilde çalışmaktadır. İran, bu sistemlerde çoklu hedef angajmanı ve elektronik karşı önlemler (ECM) gibi modern kabiliyetleri geliştirmeye çalışmakta, ancak bu alanlardaki etkinlik düzeyi sınırlı kalmaktadır.
Kısa menzilli savunmada ise Strela-2, Igla, Misak-1/2 gibi omuzdan atılan hava savunma sistemleri (Man Portable Air Defence System; MANPADS) ve ZSU-23-4 Shilka gibi çekili/namlulu sistemler kullanılmaktadır. Bu sistemler, özellikle İran’ın askerî ve kritik altyapılarını hedef alabilecek alçak irtifa tehditlerine karşı görevlendirilmektedir. Ancak 2024 yılında yaşanan İsrail saldırılarında görüldüğü gibi, bu unsurların modern seyir füzeleri ve stealth özellikli İHA’lara karşı etkinliği oldukça sınırlıdır.
Sonuç
İsrail’in 13 Haziran 2025 tarihinde başlattığı harekât, modern harp doktrinlerinin en gelişmiş uygulamalarından biri olarak değerlendirilebilir. İsrail Hava Kuvvetleri’nin tam spektrum elektronik harp desteği ve erken safhada hava savunma sistemlerinin imhası sayesinde sağladığı mutlak hava hakimiyeti, İran’ın savunma ve karşılık kapasitesini felce uğratmıştır. Bu durum, saldırıların sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve stratejik etki yaratan bir üstünlük çerçevesinde yürütüldüğünü göstermektedir. İsrail’in hava taarruzu ile eşzamanlı olarak yürüttüğü özel kuvvet ve istihbarat operasyonu da harekâtın stratejik etkisini artırmıştır.
İsrail tarafından kullanılan SPICE, SDB ve Delilah gibi modern, veribağı destekli hassas güdümlü mühimmatlar, hedef tespit-teşhis-imha çevriminin (sensor-to-shooter cycle) yüksek hızda çalışmasını mümkün kılarak, hedeflerin imhasında yüksek isabet oranı sağlamıştır. Yüksek isabet hassasiyeti ve sürat, İran’ın komuta-kontrol sisteminin yeniden toparlanmasını engellemiştir.
Öte yandan, İran’ın füze altyapısının önemli bir kısmının hâlâ sıvı yakıtlı sistemlere dayanması, bu sistemlerin harekete geçirilmeden önce uzun süren hazırlık süreçlerine ihtiyaç duymasına neden olmuş; bu da İsrail’in bu fırlatma noktalarını önleyici taarruzlarla etkisiz hale getirmesini kolaylaştırmıştır. Katı yakıtlı roketlerin ilk aşamada sarf edilmesi ve bunları fırlatan araçların bir kısmının da imha edilmiş olması, İran’ın karşılık verme kapasitesini sınırlamıştır. Buna karşılık İran’ın ateşlediği füzeler, İsrail hava savunma şemsiyesinde belirgin bir yük teşkil etmiş, aynı zamanda İsrail nüfusu üstünde psikolojik baskı oluşturmuştur. Bu durum, her iki tarafın taarruz momentumunu ne kadar sürdürebileceğine odaklanan bir stres testi olarak tarif edilebilir.