İran'da Politik Güven Erozyonu: Koronavirüs Örneği
İran; İtalya, İspanya ve Çin’den sonra koronavirüs (COVID-19) kaynaklı ölüm sayısının en çok olduğu ülkedir. Koronavirüs vakası ilk kez 19 Şubat’ta Kum kentinde tespit edilerek resmî olarak açıklanmıştı. Bugün itibarıyla koronavirüs salgını 31 eyalete de yayılmış durumdadır. 30 Mart tarihli son verilere göre tanı konulan vaka sayısı 38.309, iyileşenlerin sayısı 12.391, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 2.640’tır. Vaka ve ölüm sayılarının hızla artması neticesinde hükûmetin yanı sıra askerler de salgınla mücadele programına dâhil olarak Koronavirüsle Mücadele Karargâhı kurma ve sokakların boşaltılması görevini üstlendi. Lakin hükûmet ve askerî kurumlar tarafından yapılan çağrılara ve uygulamaya konulan bir dizi önleme rağmen halkın büyük kısmı bu çağrılara kayıtsız kalarak gündelik hayatlarını sürdürmeye devam etmektedir.
Halkın salgınla mücadeleye kayıtsız kalan tutumu, yalnızca koronavirüs bağlamında değil 1398'de (21 Mart 2019-20 Mart 2020) yönetim ile halk arasındaki mesafenin açılmasında önemli etkiye sahip hadiseler ekseninde ele alındığında mevcut tablo netlik kazanacaktır. Nitekim İran’da halkın yönetime duyduğu politik güven seviyesi, yaşanan dönemsel kırılmalarla azalan bir seyir izlemektedir. Politik güven kavramı, yelpazesi çok geniş olmasına karşın siyasal sisteme güven ve seçimle gelen hükûmete güven faktörleri üzerinden değerlendirilebilir. Kavramı literatüre kazandıran teorisyenlerden David Easton (1965) siyasal destek kavramını referans alarak siyasal topluma güven, siyasal sisteme güven ve seçimle yönetime gelen hükûmete ve kurumlara güven faktörleri ile toplumda politik güveni ölçmeye çalışmıştır. Siyasal sisteme güvenle ters orantılı olan ve Cappella ve Jamieson (1997) tarafından ortaya atılan siyasal kinizm kavramı ise politik güvensizlik göstergesi olarak kabul edilmektedir. İran’da politik güven kavramı; seçimle gelen hükûmete ve kurumlara güven, halkın sisteme yaygın desteği ve siyasal kinizm kavramları kıstasında okunmalıdır.
1398 yılında meydana gelen hadiselere dönüldüğünde halkın yönetime duyduğu güveni, politik güven kavramı üzerinden değerlendirmek mümkündür. Nitekim 15 Kasım’da kotalı satışlarda litresi 1.000 tümen (50 kuruş) olan benzine yapılan %50 zam ve kotayı aşan satışlarda 3.000 tümen (1,5 TL) olan benzine yapılan %200 zam, halkı protesto gösterilerine itmiş ve protestolar kısa sürede ülke geneline yayılmıştı. Hatırlanacağı üzere 1396 yılında (2017 Aralık) batan banka ve finans kuruluşlarında paralarını kaybeden mağdurların protestosu, kısa sürede ekonomik sıkıntıları temel alan kitle eylemlerine dönüşmüştü. Bu protesto dalgaları, siyasi talep içermekten ziyade ekonomik göstergelere karşı düzenlenmekte ve Khosrokhavar’ın nitelemesiyle geçim derdinde olan yalın ayaklıların isyanına işaret etmekteydi. 15 Kasım’da yapılan gösterilerde buz dağının görünen kısmı benzin zammı olsa da asıl nedenler; rant düzeni, kamu kurum ve kuruluşlarında görülen yozlaşma, yolsuzluk ve nepotizm (kayırmacılık) bağlamında şekillenmiştir. Zamlara karşı şekillenen protestoların teokratik sisteme dönük hareketlere dönüşmesi, halkın siyasal mekanizmalara duyduğu politik güvensizlik göstergesidir.
2 Ocak'ta düzenlenen Kasım Süleymani suikastının ardından Tahran yönetimi, 8 Ocak’ta intikam saikıyla ABD’nin Irak’taki üssüne balistik füze saldırısı gerçekleştirmiş, ülke genelinde aktifleştirilen hava savunma sistemleri aynı gün Ukrayna Hava Yolları’na ait yolcu uçağını yanlışlıkla Tahran’da düşürmüştü. İran'ın 11 Ocak’ta uçağın hava savunma sistemi tarafından yanlışlıkla düşürüldüğünü itiraf etmesi üzerine halkın tepkisi gecikmemiş, sokaklarda gösterilere neden olmuştu. Süleymani’nin cenaze töreninde sokağa çıkarak ulusal birlik mesajı hedefleyen halk, geç gelen itiraftan sonra tepkisini devlete yöneltmiştir.
21 Şubat’ta yapılan 11. Dönem İslami Şûra Meclisi Seçimleri'nden önce çok sayıda reformcu milletvekili adayının Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edilmesi ve boykot çağrıları, seçimlere katılım oranının düşük olacağına yönelik endişe oluşturmuştu. Nitekim koronavirüs salgınının İran’a da sıçradığı iddiasıyla ilgili Devrim Rehberi Hamenei, düşman medyanın oyununun seçim öncesi devreye girdiği yorumunda bulunmuş konuya ilişkin “Kara propagandalar birkaç ay önce başlatıldı ve seçim günü yaklaştığında bu durum arttı. Düşman medya kuruluşları hastalık ve koronavirüs bahanesiyle seçmenlerin oy kullanmasını engellemek için en ufak bir fırsatı da kaçırmadı.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Sistemin meşruiyetini sağlamak için seçimlere katılım oranının yüksek olması hedefleniyordu. Lakin kendi oyunu sistemde değersiz bulan vatandaşların oy kullanmamayı tercih etmesi sonucu seçimlere katılım oranı %42,5’te kaldı. İran’da Devrim’den bu yana en düşük katılımı ifade eden bu oran; toplumun desteğini parlamentodan ve seçilmiş siyasetçilerden çektiğini göstermektedir.
Seçimlerin hemen akabinde ocak ayında virüsün İran’da görüldüğüne dair yapılan haberler yönetim tarafından asılsız bulundu ve Sağlık Bakanlığı dâhil ilgili otoriteler, İran’a virüsün sirayeti noktasında kamuoyunu bilgilendirmede şeffaf bir süreç izlemedi. Cumhurbaşkanı Ruhani ise 25 Şubat’ta yaptığı açıklamasında “Tüm kurumlar dikkatli olmalıdır. Toplumda korkunun yayılması ve ülkenin tatil edilmesi, düşmanın bir planı ve komplosudur.” beyanı ile toplumun korkuya kapılmasını düşmanın isteği olarak ifade etti. Koronavirüse ilişkin rasyonel olmayan açıklamalar, gizlenen vaka ve ölüm sayıları ve krizin şeffaf ilkelerle yönetilememesi halkın yönetime duyduğu güveni erozyona uğratan olaylar olarak hafızalarda yer edindi.
Rakamların ciddiyeti göz önüne alınırsa hükûmetin virüs ile mücadele programı oluşturmada geç kaldığını belirtmek yerinde olacaktır. Ruhani’nin 15 Mart’ta yaptığı açıklama, ülkenin karantina altına alınmayacağı ve ticari faaliyetlere sınırlama getirilmeyeceği yönündeydi. Fakat mart sonu itibarıyla virüs ile mücadele için ülke içinde radikal önlemler alınması kaçınılmaz bir hâle geldi. Bu önlemler; şehirlerarası seyahat kısıtlamasına gidilmesi, okullarda ve üniversitelerde eğitime verilen aranın uzatılması ve devlet kurumlarının nisan ayının ilk haftasına kadar çalışmalarına ara vermesini içerirken Ruhani’nin kriz yönetimindeki zafiyetini de ortaya çıkardı.
Tüm bu yaşananlar gösteriyor ki koronavirüs salgınında yönetim krizi ile karşı karşıya kalan İran, virüsün ülkede bulunduğunu inkâr eden bir konumdan virüsün ikinci dalgasıyla yüzleşen bir konuma evrildi. Bu durumda halk hem hükûmet tarafından yapılan resmî açıklamaların tutarsızlık içermesi hem de seçimle iktidara gelen yönetimin virüs ile mücadelede yetersiz kalması sonucunda askerî kurumların sürece müdahil olmasıyla kafa karışıklığı yaşamaktadır. Son olarak Nevruz Bayramı tatilini fırsat bilen İran halkı, resmî makamların yeni açıklamalarını dikkate almayarak seyahatlerini sıklaştırmış ve açıklamalara karşın kayıtsız bir tutum sergilemiştir.
İran’da 1398 yılında meydana gelen olaylarda halkın politik güven göstergeleri ekonomik ve sosyolojik sebepler bağlamında şekillenmiştir. Toplumun siyasal sisteme karşı geliştirdiği politik tutum, protestolar ekseninde mağduriyet ve adaletsizlik hisleriyle siyasal kinizmin artması hükûmete duyulan güvensizliği ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan halkın, siyasetçileri kendi çıkarlarını düşünen ve kendilerinden uzaklaşan bir grup olarak nitelendirmesi ve bunun sonucu olarak da oy kullanmaması siyasal yabancılaşma ile açıklanabilir. Ukrayna uçağının yanlışlıkla düşürülmesi ve virüsün ülkede görülmesiyle ortaya çıkan kriz yönetiminde şeffaf bir süreç izlenmemesi halkın resmî açıklamaları dikkate almamasına neden olmuştur. Sonuç itibarıyla İran’da toplumun; siyasete, siyasetçiye, parlamentoya, hükûmete ve devlet kurumlarına olan güveninin erozyona uğraması, 1399 yılında siyasal sistemin bir meşruiyet krizi ile karşılaşma riskine işaret etmektedir.
- Etiketler:
- Koronavirüs
- Politik Güven
- Siyasal Sistem
- İran