Bu kararın İran için en önemli riski, NPT yükümlülüklerini açıkça ihlal ederek ülkeyi uluslararası hukuk açısından çok daha savunmasız bir konuma getirmesidir.
İran’ın UAEA ile İşbirliğini Askıya Alması Teknik Değil Politik Bir Karar
İran Meclisi, 25 Haziran’da tarihî bir kararla “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile İşbirliğini Askıya Alma Yasa Tasarısı”nı 221 evet, 1 çekimser oyla kabul etti. Ertesi gün (26 Haziran) Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK) Sözcüsü Hadi Nazif, söz konusu tasarının AKK tarafından onaylanarak yasalaştığını duyurdu. Yasa, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın 2 Temmuz Çarşamba günü imzalamasıyla yürürlüğe girdi.
Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, X platformunda yayımladığı mesajda UAEA’yı İran’ın nükleer tesisleri hakkında İsrail’e bilgi sızdırmakla suçladı. Kalibaf, “Çarşamba günkü Meclis kararı, Ajans ve saygısız başkanı (Rafael Grossi) ile hesaplaşmamızdı” dedi.
Söz konusu yasa, İsrail ve ABD’nin İran’ın “barışçıl nükleer tesislerine yönelik saldırıları nedeniyle ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün ihlal edildiği” gerekçesiyle hükümetin UAEA ile tüm işbirliğini aşağıdaki koşullar sağlanana kadar askıya almasını zorunlu kılmaktadır:
-
İran’ın ulusal egemenliğine ve toprak bütünlüğüne tam saygı gösterilmesi ve nükleer tesisler ile bilim insanlarının güvenliğinin sağlanması,
-
İran’ın NPT’nin (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması) 4. maddesinde belirtilen, özellikle ülke içinde uranyum zenginleştirme hakkı da dahil olmak üzere, haklarının tam olarak tanınması.
Bu yasa, uygulamada nükleer tesislerdeki UAEA’ya ait güvenlik kameralarının sökülmesi, tesis denetimlerinin sonlandırılması, UAEA ile rapor veya bilgi paylaşımının durdurulması ve Ajans müfettişlerinin nükleer tesislere erişiminin engellenmesi anlamına gelmektedir.
Yasanın ek maddesinde, bu koşulların sağlanıp sağlanmadığının İran Atom Enerjisi Kurumu’nun raporu ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin (UGYK) onayıyla belirleneceği ifade edilmekte; hükümetin her üç ayda bir durumu hem Meclis’e hem de UGYK’ye raporlaması gerektiği belirtilmektedir. Yasayı uygulamayanlar hakkında ise İran İslam Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca cezai yaptırım uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Bu adım, İran’ın nükleer programının uluslararası şeffaflığını büyük ölçüde ortadan kaldırmakta ve ülkenin nükleer faaliyetlerini tamamen karanlıkta bırakmaktadır. UAEA ile işbirliğinin askıya alınması, İran’da bazı çevreler tarafından NPT’den çekilmeye giden sürecin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir.
Nükleer Belirsizlik Stratejisi
İran’ın UAEA ile işbirliğini askıya alma kararı, NPT’den tamamen çekilmek yerine “nükleer belirsizlik” (nuclear ambiguity) politikası izleme girişimi olarak değerlendirilebilir. Bu yaklaşım, bir ülkenin nükleer silah kapasitesini ne doğrulama ne de inkâr etme yoluyla rakiplerinin algı, strateji ve eylemlerini etkilemeyi amaçlayan kasıtlı bir belirsizlik stratejisidir. İran’ın bu yaklaşımının temel amacı, UAEA ile işbirliğini tamamen sonlandırarak nükleer programını tam bir “karanlığa” büründürmektir. Bu hamle, İsrail’in uzun yıllardır etkili bir şekilde uyguladığı “nükleer belirsizlik” doktrininin İran versiyonu olarak görülebilir. İran böylece, resmî olarak NPT’den çıkıp uluslararası tepkiye maruz kalmadan, pratikte benzer bir caydırıcı etki yaratmaya çalışmaktadır.
İran’ın nükleer belirsizlik stratejisinin birkaç önemli boyutu bulunmaktadır. Öncelikle, bu stratejiyle İran, uluslararası kamuoyunda nükleer kapasitesi konusunda azami düzeyde muğlaklık yaratmayı hedeflemektedir. Böylece hem NPT üyesi olarak kalmaya devam edebilecek hem de nükleer programını kendi istediği şekilde sürdürebilecektir.
Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin ifadesiyle, “ABD saldırılarının ardından hiç kimse şu anda Fordo’da tam olarak ne olduğu hakkında kesin bilgiye sahip değildir.” Bu belirsizlik durumu, İran’ın stratejisinin ilk aşamasını oluşturmaktadır. Nükleer altyapının kritik bölümlerine dair sınırlı ve kontrollü bilgi paylaşımı, saldırıların yol açtığı hasarın gerçek boyutları ya da mevcut kapasite hakkında resmî bir açıklama yapılmaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Bu stratejinin temelinde, İran’ın geriye kalan nükleer kapasitesi hakkında sürekli bir “şüphe” yaratmak ve bu şüphe hâlini sürdürmek yatmaktadır. Zira mevcut konjonktürde şeffaflık, güvenlik sağlamaktan çok yeni bir dış saldırı riskini artırabilecek bir unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle İran, kontrollü bir belirsizlik politikasını tercih etmektedir.
Bu stratejinin birinci aşaması, UAEA ile işbirliğinin durdurulmasıdır. Ancak, yeni bir askerî saldırı ya da “snapback” mekanizmasının devreye girmesi durumunda, İran bu stratejinin ikinci ve üçüncü aşamalarına geçebilir.
Kararın Riskleri ve Sonuçları
UAEA ile işbirliğini askıya alma kararı, İran açısından ciddi potansiyel riskler barındırmaktadır. Bu kararın İran için en önemli riski, NPT yükümlülüklerini açıkça ihlal ederek ülkeyi uluslararası hukuk açısından çok daha savunmasız bir konuma getirmesidir. İran, NPT’nin tarafı olarak güvenlik önlemleri (safeguards) yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumludur; UAEA ise bu yükümlülüklerin uygulanmasını denetlemekle yetkilidir. Bu nedenle UAEA ile işbirliğinin tamamen kesilmesi, İran’ı güvenlik önlemleri yükümlülüklerini ihlal eden bir devlet durumuna düşürecektir.
NPT’nin güvenlik önlemleri sistemine uymayan devletler, UAEA Yönetim Kurulu kararıyla BM Güvenlik Konseyi’ne sevk edilebilir. Konsey’in aldığı kararlar bağlayıcı nitelik taşımakta ve BM Şartı’nın 7. Bölümü kapsamında ekonomik yaptırımlardan askerî müdahaleye kadar geniş bir önlem yelpazesi içerebilmektedir. Bu durum, İran için önemli bir risk oluşturmaktadır.
En kritik nokta şudur ki, İsrail’in Haziran 2025’teki tek taraflı saldırıları uluslararası hukuk nezdinde bir ihlal olarak değerlendirilirken, İran’ın NPT yükümlülüklerini ihlali durumunda BM Güvenlik Konseyi’nden çıkacak bir müdahale kararı tam meşruiyete sahip olacaktır. Bu da İran’a yönelik askerî operasyonların uluslararası hukuka uygun hâle gelmesi anlamına gelir. Ayrıca bu operasyonlar, çok uluslu bir koalisyon tarafından da yürütülebilir bir boyut kazanacaktır. Kuzey Kore örneği bu riski somutlaştırmaktadır: Pyongyang’ın 2003’te NPT’den çekilmesinin ardından BM Güvenlik Konseyi, 2006’da kabul edilen 1718 sayılı kararla kapsamlı bir yaptırım rejimi uygulamaya başlamıştı. İran’ın ise NPT’ye taraf kalmasına rağmen yükümlülüklerini ihlal etmesi, Kuzey Kore örneğinden farklı olarak BM’ye daha güçlü bir hukuki müdahale gerekçesi sunmaktadır.
Bu gelişme, Ekim 2025’te sona erecek snapback mekanizmasını da doğrudan etkileyebilir. Nitekim UAEA Yönetim Kurulu, 12 Haziran 2025’te E3 ülkeleri (Fransa, İngiltere, Almanya) tarafından sunulan İran aleyhindeki taslak kararı 19 evet, 3 hayır ve 11 çekimser oyla kabul etmişti. Kararda, İran’ın 2019’dan itibaren yükümlülüklerini sistemli biçimde ihlal ettiği ve beyan edilmemiş nükleer faaliyetler hakkında UAEA ile tam işbirliği yapmadığı vurgulanmaktadır. En önemlisi, UAEA’nın İran’ın nükleer programının barışçıl olduğuna dair yeterli güvence sağlayamadığını açıklaması ve bunun “BM Güvenlik Konseyi’nin yetki alanına giren endişeler” yarattığını belirtmesidir. Bu ifade, İran dosyasının yeniden BM Güvenlik Konseyi’ne sevk edilmesi ihtimalini doğrudan gündeme getirmektedir.
Snapback mekanizmasının devreye girmesi durumunda, İran kapsamlı uluslararası yaptırımlarla karşı karşıya kalacaktır. Bu yaptırımlar, konvansiyonel askerî kapasiteden bankacılık sektörüne, petrol ihracatından diğer stratejik ekonomik alanlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Sonuç olarak, UAEA ile işbirliğinin durdurulması, diplomatik çözüm arayışlarını sekteye uğratmakta ve askerî çatışma ile ekonomik çöküş risklerini ciddi biçimde artırmaktadır. Bu strateji kısa vadede bazı taktik avantajlar sağlayabilir; ancak uzun vadede İran’ı uluslararası sistemde daha da izole edebilir. Ayrıca mevcut tehditleri çözmek yerine yeni risklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir.