Tevhit ve Cihat Örgütü ve Ağustos Ayı İdamları
Tevhit ve Cihat Örgütü ve Ağustos Ayı İdamları
İran’da Ayetullah Humeyni’nin fetvasıyla 1988 yılında Halkın Mücahitleri Örgütüne mensup tutukluların toplu idamlarına ilişkin tartışmaların sürdüğü bir ortamda 2016 yılının Ağustos ayında yeni idamlar gerçekleştirildi. Ayetullah Humeyni’nin halefi olarak ilan edilmişken siyasi pozisyonu nedeniyle azledilen Ayetullah Muntazari’nin 1988 idamlarına ilişkin itirazlarını ve bu idamların Humeyni’nin ve İslam Cumhuriyetinin gelecekte kötü anılmasına neden olacağı yönündeki uyarılarını içeren ses kaydı ülke içinde ve dışında yeni tartışmalara neden olmuştu. Özellikle Halkın Mücahitleri örgütü kendileriyle ilintili olduğu iddiasıyla idam edilen bu mahkûmlarla ilgili İran rejimini ağır şekilde itham etmiş ve bunun insanlık suçu olduğunu ileri sürmüştü. 2016 Ağustos ayında gerçekleşen idamlar özellikle rejim muhalifi çevrelerde tartışmanın alevlenmesine neden oldu.
Ağustos ayında gerçekleşen idamlardan ilki İranlı nükleer fizikçi Şehram Emiri’nin 3 Ağustos’ta açıklanmayan bir yerde asılmasıydı. Emiri Hac için gittiği Sudi Arabistan’da 2009 yılında kaybolmasının ardından 2010 yılında ABD’de ortaya çıkarak kaçırıldığını ve psikolojik baskı altında ülkesine dair önemli sırları ifşa etmeye zorlandığını iddia etmişti. 2010 yılı Temmuz’unda İran’a dönen ve havaalanında ailesi ve yetkililer tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan Emiri aradan bir sene geçmeden tutuklanmış ve hakkında sonu idamla sonuçlanacak vatana ihanet suçundan yargılama süreci başlamıştı. İran Parlamentosu Milli Güvenlik Komisyonu başkan vekili Mansur Hakikatpur; Emiri’nin idamına ilişkin yaptığı açıklamada suçun sabit olduğunu ve ülkeye dair kritik bilgileri üçüncü bir tarafla paylaşmanın cezasının idam olduğunu yineledi.
Ağustos ayında İran’da infaz edilen tek idam cezası Emiri’nin idamı değildi. 2 Ağustos 2016 tarihinde Tahran yakınındaki Kerec kentinde bulunan Recai Şehr Hapishanesinde 21 İran Kürdü idam edildi. Kuşkusuz bu idamlar hem idam edilenlerin kimliklerinden hem de son yıllardaki en dikkat çekici toplu idam oluşundan dolayı yoğun tartışmalara neden oldu. Kürdistan Eyaleti Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada idam edilenlerin sayısına ve kimliklerine ilişkin ayrıntı paylaşılmaksızın söz konusu kişilerin tekfirci ‘Tevhit ve Cihat’ adlı bir terörist gruba üye oldukları öne sürüldü. Açıklamada bu kişilerin İran’ın Kürdistan eyalet merkezi Senendec şehri civarında suçsuz kimselerin ölümüne yol açan terör faaliyetlerine katıldıkları, Sünni din adamlarını öldürdükleri, 50 civarında patlamaya hazır bomba yaptıkları, Kürdistan eyaletinde vatandaşları öldürmek üzere zehirli gıdalar dağıttıkları ve toplamda 21 kişinin ölümü 40 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan eylemler gerçekleştirdikleri iddia edildi.
İran’da Ocak ayından bu tarihe kadar 250’den fazla idam gerçekleştirildiğine vurgu yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü şeffaf bir yargılamaya dayanmadığını belirttiği bu toplu idamları kınadı. Yapılan açıklamada ayrıca, Şehram Ahmedi ve hakkında idam kararı verilen diğer mahkûmların ailelerine son bir görüşme yapmak için davet gitmesine rağmen bir kısmına bu imkân dahi sağlanmadan idamların gerçekleştirildiği öne sürüldü. Ahmedi’nin avukatı Sadık Saidmuçi müvekkilinin suçlandığı terör olayında eylemden haberi olmaksızın şoför olarak bulunduğunu belirterek yeniden yargılanma talebinde bulunmuş ancak bu talep kabul edilmemiştir. Saidmuçi verdiği dilekçede suç delillerinin sabit olmadığına ve müvekkili bizzat silahlı eylemde yer almadığı için idamın ağır bir karar olduğuna vurgu yapmıştır. Zaheden kenti ehlisünnet Cuma İmamı Mevlevi Abdulhamid 5 Ağustos Cuma günü verdiği hutbede bölgenin mevcut hassas konjonktüründe gerçekleştirilen bu infazları ‘ileri görüşlü’ bir karar olmadığı gerekçesiyle eleştirdi. Mevlevi ayrıca idamlardan rahatsızlık duyanları itidali elden bırakmamaya davet etti.
İran İstihbarat Bakanlığı konuya ilişkin ayrıntılı bir açıklama yapmış bulunmaktadır. Açıklamada bazı tekfirci selefi grupların 2009 yılı kışında İran’ın batısında terör eylemlerine giriştiği ve 24 Nisan 2009 yılında askeri bölgeye saldırıp birkaç personelin ölümüne neden olduğu öne sürülmüştür. Açıklamada ayrıca ilk etapta PJAK’ın işi olduğu sanılan bu eylemlerin arkasından tekfirci-vehhabi ‘Tevhit ve Cihat’ örgütünün çıktığı üzerinde durulmaktadır. Belki de açıklamanın en can alıcı bölümünü bu örgüt ile Daiş arasında kurulan bağlantı oluşturuyor. Yedi maddede açıklanan bu benzerlikler arasında iki örgütün de dar ve dışlayıcı bir İslam anlayışını benimsemesi, fıkıh konusundaki düşük birikimleri, maceracılık, aşırılık ve sertlik öne çıkıyor. Açıklamada ayrıca 24 madde halinde söz konusu örgüt mensuplarının Senendec ve civarında gerçekleştirdikleri iddia edilen terör eylemleri sıralanmaktadır.
Hâlihazırda idam kararı kesinleşmiş ve infaz edilmek durumunda olan 4500 mahkûmun varlığı İran için yeterince ciddi bir hukuk sorunu teşkil etmektedir. Önemli kısmını mal ve uyuşturucu kaçakçılarının oluşturduğu bu mahkûm kitlesi hakkında takip edilecek yol henüz tartışma konusudur. Ağustos ayında gelen toplu idamlar İran’da gerçekleştirilen idamlara ilişkin tartışmayı daha da körüklemiş bulunmaktadır. İran’ın bölge politikaları ve özellikle doğu ve batı eyaletlerinde güvenliği sağlamak için sert tedbirler almaktan sakınmadığı dikkate alınırsa bu idamlar çok istisnai bir durum arz etmemektedir. Kaldı ki uluslararası örgütlerin resmi verilerine göre İran dünyada en çok idam kararı infaz edilen ülkelerden bir tanesi durumundadır. Ancak 21 Sünni Kürt’ün idam edilmiş olması bir taraftan da İran’daki etnisite ve mezhep odaklı sorunları gündeme getirmektedir.
Hasan Ruhani hükümeti üniversitede Kürt Dili Edebiyatı ve Azeri Türkçesi Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması gibi bazı kararlarla İran’da etnik konularda açılım yapmaya çalışmaktadır. 26 Temmuz 2015 tarihinde Senendec’e yaptığı ziyarette Ruhani; İran’ın yalnızca Senendec’i değil Bağdat ve Erbil’i de koruduğunu hatta Duhok’u, Süleymaniye’yi ve her yerdeki mazlumları himaye ettiğini öne sürmüştü. İran resmi makamlarından gelen ve merkezinde Sünni Kürtlerin bulunduğu bu ve benzeri açıklamalar kuşkusuz İran’ın bölgede mezhep odaklı siyaset yürüttüğü iddialarını tekzip etmeyi amaçlamaktadır. Ne var ki aynı açıklamalar komşu ülkelerde rahatsızlığa neden olduğu gibi ülke içindeki reel sorunları bölgeselleştirerek sorunu güvenlik politikalarına indirgemektedir. Benzer bir strateji Sünni ağırlıklı Beluçistan, Huzistan ve Kürdistan eyaletlerinde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketleri doğrudan Daiş’le irtibatlandırarak takip edilmektedir.
Daiş ve ideolojik olarak ilintili örgütlerin kendi sınırları içerisinde de tehdit arz ettiğini giderek daha fazla vurgulamaya başlayan İran açısından bu durum bölge politikalarını tanımlayan ana parametredir. Ülke içinde etnik ve dini konularda hassas adımlar atmaya çalışan Ruhani hükümeti bu yolla dışarıdan ülkeye nüfuz etme riski olan tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlamaktadır. Bu ikili stratejinin etkin şekilde işlemesi birinci etapta İran İslam Cumhuriyetinin genel anlamda özgürlükler konusunda özeldeyse etnik ve dini gruplar arası eşitlik yolunda etkin adımlar atmasına bağlıdır. Diğer yandan bu strateji DAEŞ başta gelmek üzere Ortadoğu’da istikrarsızlık ve şiddet doğuran unsurların tasfiye edilmesi için İran’ın bölgesel işbirliğini artırmasını gerektirmektedir.