7 Ekim Sonrası İran-İsrail Gölge Savaşlarının Seyri

7 Ekim Sonrası İran-İsrail Gölge Savaşlarının Seyri
İran-İsrail gölge savaşlarında 7 Ekim öncesi ve sonrasındaki değişim alanları ile beraber istikrar alanları da dikkat çekmektedir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Araştırmacı Hurşit Dingil

7 Ekim sonrasında İran’ın, Aksa Tufanı Operasyonu’na dâhil olup olmadığına yönelik tartışmalar başlamıştır. Her ne kadar ABD merkezli uluslararası raporlara ve yetkililere göre İran’ın doğrudan Aksa Tufanı Operasyonu’na dâhil olmadığı belirtilse de İsrail ve bazı şahin kanat ABD kaynakları, İran’ın Aksa Tufanı Operasyonu’na doğrudan dâhil olduğuna yönelik argümanları gündeme getirmiştir. Ancak uluslararası kaynakların ve yetkililerin çoğu, İran’ın Aksa Tufanı Operasyonu sürecine doğrudan dâhil olmadığı kanaatini taşımaktadır. Bununla beraber İran, doğrudan Aksa Tufanı Operasyonu’nun irade ve icra kısmında yer almasa da 7 Ekim sonrası süreçte oluşan yeni bölgesel bağlamı, kendi güvenlik ve dış politika stratejilerine uygun şekilde değerlendirmeye çalışmıştır. Bir diğer ifadeyle İran’ın; güvenlik stratejilerini, Aksa Tufanı Operasyonu sonrası oluşan bağlamsal fırsatları değerlendirmek üzere şekillendirdiğini söylemek mümkündür. Nitekim İran’ın güvenlik stratejileri, önceden de olduğu gibi asimetrik kapasitelerin kullanımı üzerine ağırlık kazanmaktayken başta Husiler olmak üzere bölgedeki direniş ekseni vekil güçleri yoluyla 7 Ekim sonrasında asimetrik kapasitelerin daha yoğun ve aktif şekilde kullanıldığı görülmüştür. Bu tarafıyla 7 Ekim öncesi ve sonrası süreçte İran’ın güvenlik stratejileri tatbikinde asimetrik kapasitelerin etkin bir şekilde kullanılması, güçlü bir istikrar alanı sunmaktadır.

7 Ekim öncesi İran’ın kırmızı çizgi olarak nitelediği ve güvenlik endişesi olarak belirttiği Zengezur Koridoru’nun açılması meselesinin de bu dönemde yeniden gündeme geldiği, 7 Ekim sonrasında İran’ın bölgedeki kırılgan süreci kendi lehine dönüştürmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. 7 Ekim öncesi Zengezur Koridoru ve Güney Kafkasya’nın değişen jeopolitiği İran için endişe kaynağıyken 7 Ekim sonrasında da bu gündem, İran için önemli bir öncelik alanını oluşturmaktadır. Bu temelde İran’ın, 7 Ekim sonrası oluşan bölgesel kırılganlıkları, Zengezur Koridoru ve Güney Kafkasya’nın değişen jeopolitiğine tepki gösterme anlamında bir fırsat olarak değerlendirdiği düşünülmektedir. Özellikle bu anlamda Zengezur Koridoru ve Güney Kafkasya’nın değişen jeopolitiğinin; tarafı olan ülkelerde, hükûmetler ve toplumlar arasında 7 Ekim ve 7 Ekim sonrası süreçten hareketle gerilim alanları oluşturma çabaları önemli görülmektedir.

İran-İsrail gölge savaşları da dikkatle ele alınması gereken bir başlık olarak belirmektedir. Gölge savaşlarındaki değişim ve istikrar alanlarını belirlemek, bu anlamda sürecin anlaşılmasını kolaylaştırabilecektir. İlk olarak dikkat çeken değişim alanlarından birisi, gölge savaşlarındaki tercih edilen ülkeler ve alanlar dâhilindedir. Nitekim 7 Ekim öncesinde İsrail nezdinde gölge savaşları İran ve Tahran içi ağırlıklı olarak seyrederken 7 Ekim sonrası İran ve Tahran dışı ağırlıklı bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bir değişim alanı olarak ise 7 Ekim öncesinde görece düşük şiddet seviyesinde devam eden İran-İsrail gölge savaşları, 7 Ekim sonrasında şiddetini artırmıştır.

Direniş ekseni vekil güçlerinden Husilerin özellikle İsrail menşeli gemileri kamikaze İHA, gemisavar balistik füze ve seyir füzeleri ile hedef alması ayrıca Babülmendep’ten geçen İsrail menşeli gemileri kaçırması sonrasında caydırıcı bir tepki olarak başlayan İsrail’in hedefli hava operasyonları da önemli örnekler sunmaktadır. Gölge savaşları, İran nezdinde İsrail’e daha çok siber uzay ağırlıklı maliyetler oluşturma eğilimlerine sahipken İran’ın vekil güçler yoluyla sürdürdüğü asimetrik profil ve üçüncül ülkeler tercihi, bir diğer güçlü istikrar alanını görünür kılmaktadır. 7 Ekim öncesinde ve sonrasında İran’ın, İsrail’in hedefli operasyonlarına karşı misillemeden ziyade daha çok söylemsel seviyede reaksiyon gösterdiği, eylem seviyesindeki reaksiyonların üçüncül ülkeler ve siber uzay olmak üzere vekil güçlerce gerçekleştirildiği gözlemlenmiştir. Bu durum, İran-İsrail gölge savaşlarında değişmeyen bir eğilim olarak istikrar arz etmektedir.

7 Ekim sonrası İsrail’in, İran’ı hedef alan ve sıklıkla caydırma motivasyonlu eylemler sergilediği görülmektedir. Zira İsrail’in en büyük güvenlik endişelerinden birisi, direniş ekseni vekil güçlerinin tümünün birleşerek İsrail’i asimetrik ve hibrit kapasiteler kullanmak suretiyle eş zamanlı hedef alması durumudur. Bu endişeler temelinde İsrail, İran’ın direniş ekseni ile İsrail’e yönelik eylemlerine karşı Suriye ve Yemen’de nokta hedefli hava operasyonlarına başvurmuştur. Bu operasyonlarda, başta hassas güdümlü mühimmatlar olmak üzere balistik füzeler, S/İHA’lar, seyir füze kapasiteleri ve bu kapasitelerin transferlerinden sorumlu askerî üst düzey yetkililer hedef alınmıştır.

İlk caydırıcı saldırı, Yemen’de Husilere ait balistik füze üssünün hava operasyonu ile hedef alınması olmuştur. Bu operasyonun kim tarafından gerçekleştirildiği net değilken hedef itibarıyla İsrail’in endişelerinin belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. Ardından 12 Aralık 2023’te Suriye'de Muhammed Ali Atayi Şurçe ve Penah Takizade isimli Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Birim 340 mensubu iki tuğgeneral, İsrail hava saldırılarında öldürülmüştür. Bu saldırılar sonrasında 25 Aralık 2023’te Suriye’de hassas mühimmat transferleri, lojistik ve finansal operasyonlardan sorumlu Tuğgeneral Razi Musevi, Seyyide Zeynep bölgesinde bulunan evindeyken İsrail’in hedefli hava saldırıları neticesinde suikasta uğramıştır. Muhtelif açık kaynaklara göre Kasım Süleymani’nin yakın arkadaşlarından birisi olan Tuğgeneral Musevi, DMO Kudüs Gücü Birim 2250’den sorumlu üst düzey bir komutan olarak nitelendirilmektedir. Ancak Suriye’deki hassas güdümlü mühimmatların transferi, lojistik ve finansal operasyonlardan sorumlu Birim 400 ile Birim 2250’nin görev ve sorumluluk alanlarının kesişim dâhilinde olduğu anlaşılmaktadır.

Birim 400’ün, Birim 2250’den en ayırt edici farkı ise Kudüs Gücünün İsrail’i hedef alan dış operasyonlarından sorumlu olmasıdır. Ayrıca Birim 400, “Kudüs Gücü özel operasyonlar birimi” olarak da isimlendirilmektedir. Bu doğrultuda Musevi’nin, Birim 400 görev ve sorumluluk alanındaki faaliyetlerle bir şekilde ilgili olduğu düşünülebilir. Bu argümandan hareketle saldırının esas motivasyonunun, Suriye’deki silah ve lojistik transferlerinden ziyade İsrail’i hedef alan dış operasyonlar etkisinde olduğu değerlendirilmektedir. Mevcut bağlam dâhilinde belirlenen maksadın, İsrail menşeli gemileri hedef alan Husi saldırılarına karşı bir caydırıcılık oluşturmak olduğu ileri sürülebilir. Ancak Birim 400 ile Birim 2250’nin görev ve sorumluluklarının kesişim alanı dâhilindeki bir motivasyonun, istikrarlı bir şekilde yıllar içinde birkaç kez Musevi’nin hedef alınmasında etkili olduğu düşünülmektedir. Zira Musevi’nin, Husilerin saldırıları öncesinde de hedef alındığı ve kurtulduğu belirtilmiştir.

İsrail’in, hedefli hava saldırılarına ek olarak siber saldırılar yoluyla İran’ın yakıt istasyon sistemlerine saldırılar düzenlediği de 7 Ekim sonrası süreçte görülen örnek olaylar arasındadır. Bu tarafıyla İsrail’in siber saldırılara başvurması, 7 Ekim öncesi ve sonrası süreçte istikrar göstermektedir. Bununla birlikte İsrail’in 7 Ekim sonrası süreçte Tahran içi operasyonlarını görece durdurduğu; bunun yerine siber uzay alanında Tahran’ı doğrudan hedef alan eylemlere yöneldiği görülmektedir. Bu emareler de 7 Ekim öncesi ve sonrası süreçte İsrail’in de tıpkı İran gibi üçüncül ülkelerde gerilimi tırmandırmayı tercih ettiğine işaret etmekte ve iki aktörün eylem seviyesi tercihlerindeki benzerliklere örnek sunmaktadır.

7 Ekim öncesinde de özellikle Suriye’ye yönelik hava saldırıları değişmeyen eğilimlerden birisidir. Ancak 7 Ekim sonrası süreçte İsrail’in, Tahran başta olmak üzere İran içi operasyonlar yerine İran sınırları dışındaki hedefli operasyonlara yönelmesi, bir değişim alanı olarak değerlendirilebilir. Bu değişimin arkasındaki motivasyonu, ABD’nin bölgedeki varlığı ve İran ile diplomasi dâhilinde gözettiği bağlamsal dengeler ile açıklamak mümkündür. Yine İsrail’in Suriye’de düzenlediği hedefli hava operasyonlarında, ABD’nin 7 Ekim sonrası bölgedeki askerî varlığına yönelik direniş ekseni vekil güçlerinin düzenlediği saldırılara (yaklaşık olarak 100 ve üzeri saldırı) karşı bir caydırıcılık maksadının belirleyici olduğu değerlendirilmektedir. Öyle ki Suriye’de, Kudüs Gücü Birim 2250’den sorumlu üst düzey komutanın suikasta uğramasının hemen ardından CENTCOM, Irak’taki İran destekli Ketaib Hizbullah ve ilişkili vekil güçlerini, hava saldırılarında hedef aldığını duyurmuştur.

İran’ın 7 Ekim öncesi ve sonrası süreçte istikrar gösterdiği başlıklardan birisi de Doğu Akdeniz ve Akdeniz’e yönelik söylem ile eylemlerde görülmektedir. Bu kapsamda 2022 yılında Hizbullah, İran kökenli Ebu Mehdi Gemisavar Seyir Füzesi’ne dair propaganda videosu yayımlamıştır. Ebu Mehdi Gemisavar Seyir Füzesi, 1.000 km’lik bir menzile sahip olmakla kabaca Lübnan’dan Girit’e kadar Akdeniz’in önemli bir kısmını menzili içine almaktadır. 7 Ekim sonrasında İran, tıpkı Babülmendep Boğazı gibi Cebelitarık Boğazı ve Akdeniz’i de geçişe engelleyebileceği argümanını gündeme getirmiştir. Bu argümanla yakın zamanlı olarak Irak’taki direniş ekseni vekil güçlerince Doğu Akdeniz’deki Kariş Enerji Sahası’nın kamikaze İHA ile hedef alındığı duyurulmuştur. Tüm bu gelişmeler; 7 Ekim öncesi ve sonrası süreçte, İran nezdinde Akdeniz konusunda bir tutarlılık göstermektedir.