Ahvaz Saldırısının Düşündürdükleri
Steven David, “çok yönlü denge” teorisinde, dış tehditler kadar iç tehditlerin de devletlerin dış politika yapım süreçlerinde etkili olduğunu ve devletlerin ülke içini ve dışını aynı zamanda gözeten çok yönlü bir dengeyle hareket ettiklerini savunur. Bu açıdan İran gibi ülkeler, dış tehditlerle iç tehditler arasındaki bağlantıyı gözeten çok yönlü bir denge politikası takip etmek durumundadır. Nitekim 22 Eylül Cumartesi günü Ahvaz’da gerçekleşen silahlı saldırı bir kez daha İran’ın etnik temelli terör örgütlerinin ülke içinde yarattığı güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu göstermiştir. Bu örgütler arasında, Huzistan eyaletinin Ahvaz kentinde temerküz eden Hareketü’n-Nidal, Sistan-Beluçistan merkezli Ceyşü’l-Adl, PKK’nın İran’daki uzantısı olan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) ve İran Kürdistanı Demokrat Partisi (İKDP) yer almaktadır.
Huzistan’da Etnik Gerilim
Tarihî süreçte Huzistan’ta Arap etnik azınlığı temsil etme iddiası taşıyan pek çok silahlı grubun ortaya çıktığı görülmektedir. 22 Eylül'de Ahvaz’daki terör saldırısını üstlenen Hareketü’l-Nidal (el-Ahvaz hareketi) bunlar arasında en etkili olanıdır. 2005’ten bu yana İran’ın Huzistan eyaletinde silahlı eylemlerde bulunan örgüt, aynı yıl İran İstihbarat Bakanlığına göre devlet tesisleri, halka açık yerler ve petrol tesislerine en az 13 bombalı saldırı gerçekleştirmiştir. Ayrıca 2012’de Huzistan eyaletindeki enerji tesislerine 9 bombalı saldırı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle birçok örgüt üyesi göz altına alınmıştır. Arap nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Huzistan eyaletinin bağımsızlığı için mücadele veren örgüt, son yıllarda Tunus ve Kuveyt de dâhil olmak üzere birçok Arap ülkesinde toplantılar düzenlemiştir. Tunus'taki toplantıda, "uluslararası hukuk çerçevesinde kendi kaderini tayin hakkını desteklemek", "örgütün davasının Arap ülkelerindeki ders kitaplarında yer almasını sağlamak” ve “Arap Ligi ile diğer Arap kurumlarında El-Ahvaz temsilcilerinin bulunması” yönünde kararlar alınmıştır. Örgütün kurucusu olarak bilinen Ahmed Mevlana Ebu Nahiz (Ahmed Nissi) 8 Kasım 2017’de Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan evinin önünde düzenlenen suikastta öldürülmüştür. Bu suikastın İran istihbaratı tarafından yapıldığına dair iddialar söz konusudur. Son dönemde ABD ve bazı Körfez ülkeleriyle ciddi gerginlikler yaşayan İran, ülkesindeki Kürt ve Arap etnik terör örgütlerindeki hareketliliği lider kadrolarına yönelik operasyonlarla yavaşlatmak istiyor olabilir.
Karşı Denge Kurma Çabası
Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsü Ramazan Şerif, saldırının El-Ahvaziye adlı Arap ayrılıkçı örgüt tarafından düzenlendiğini açıklarken söz konusu örgütün Suudi Arabistan tarafından desteklendiğini de iddia etmiştir. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise düzenlenen saldırıdan ABD ve “terörün bölgesel destekçilerinin” sorumlu olduğunu savunmuştur. Zarif’in işaret ettiği bölgesel gücün Suudi Arabistan olduğu yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın, ülkesindeki Arap etnik azınlığa akraba devletler (kin-state) ile olan sorunlu ilişkileri, bu etnik grubu manipülasyona daha açık hâle getirmektedir. Zira bazı muhafazakâr Arap rejimlerinin İran’ın bölgesel nüfuzundan duyduğu kaygı ve kendi ülkelerindeki Şii azınlıkları bir tehdit olarak görüyor olması bu devletlerde İran’a yönelik bir karşı-denge kurma ihtiyacı doğurmaktadır. Bu durumda İran gibi ev sahibi ülkede (home state) yaşayan akraba etnik unsurları kullanmak işlevsel bir seçenek olmaktadır. İran bazı durumlarda ulusal çıkarları için Şii jeopolitiğini harekete geçirdiği gibi bu rejimler de İran’daki etnik hinterlantlarını kullanmaya çalışmaktadır. İran’da etnik azınlıkların siyasal, kültürel ve toplumsal haklara ilişkin yaşadığı sorunlar ise bu politikalar için elverişli bir zemin oluşturmaktadır.
Söz konusu Arap rejimlerinin çoğu İran’ın Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki Şii nüfus üzerindeki kışkırtıcı etkisinden çekinmektedir. Bölgesel düzlemde ise Sünni-Şii çatışması adı altında İran ile Suudi Arabistan arasında gittikçe derinleşen bir jeopolitik rekabet söz konusudur. Ayrıca Arap devletlerinin sıklıkla dile getirdiği “İran tehdidi” argümanı ABD’nin Körfez’deki çıkarlarına yönelik tehdidini hatırlatarak ondan daha çok destek almak amacı da taşımaktadır. Sünni olan muhafazakâr Arap rejimler, Arap Baharı ile birlikte bir kez daha yükselen Şii etkisine karşı kendilerini “rafizi Şiiler”e karşı “gerçek” İslam’ın savunucuları olarak nitelemişlerdir. Şii karşıtlığı, Vahhabi Suudi Arabistan’ın, bölgesel rakibi İran’ın etkinliğini sınırlandırma politikasıyla örtüşmüştür. Suudi Arabistan bu amaçla İran’ın batı sınırında bulunan Irak üzerinden Sünni bir blok kurulmasını ve İran’ın doğusunda Şiilikle mücadele edecek Selefi hareketlerin güçlendirilmesini her zaman desteklemiştir. Tahran ve Riyad arasındaki gerilim, etnik (Fars-Arap) ve mezhebî (Şii-Vahhabi) farklılık kadar aynı zamanda jeopolitik bir mücadeledir. Bu anlamda, birbirlerini inanç temelinde ötekileştiren her iki devlet de bu mücadelede dini araçsallaştırarak ulusal çıkara dayalı pragmatist bir dış politika izlemektedir.
Rejime Yönelik Artan Eleştiriler
Devrimin ilk yıllarında, İran’ın ülkedeki farklı etnik ve mezhepsel unsurları ideolojik ve devrimci bir söylemle bir arada tutmayı bir ölçüde başardığı görülmüştür. Ancak son dönemlerde rejimin en azından belirli çevrelerde tartışılır hâle gelmesi, ülkedeki ekonomik ve sosyal sorunlar ve etnik azınlıklar üzerindeki baskılar bu durumu değiştirmiştir. Sadece etnik azınlıklar değil çoğunluğu oluşturan Farslar dahi ülkenin gidişatından memnun değildir.
Ayrıca Haziran 2017’de DEAŞ’ın İran Meclisi’ne ve Ayetullah Humeyni'nin mezarına eşzamanlı olarak düzenlediği terör saldırıları, İran’a yönelik iç tehditlerin yalnızca etnik temelli olmadığını göstermiştir. Katar kriziyle aynı döneme rast gelen bu saldırılar, İran’ın hasımlarının bu ülkede harekete geçirebilecekleri farklı alternatiflerinin olduğunu göstermiştir. Önceki saldırıların arkasında Suudi Arabistan ve ABD’nin olduğunu iddia eden İranlı yetkililer, her saldırıda olduğu gibi yine iç tehditlerle dış tehditler arasında bağlantı kurmuşlar ve kendi güvenlik stratejilerine yönelik öz eleştiri yapmaktan geri durmuşlardır. İran’ın yanlış dış politika yönelimlerine rağmen tehdit algılamalarının gerçekçi olduğu söylenebilir. Ancak ülke sınırları dışında ön hatlar kurarak savaşı başka ülke topraklarında yürütme stratejisinin başarılı olmadığı görülmektedir. Zira bu strateji, bölgesel gerilimi artırmakta ve hasım ülkelerin İran’a muhalif unsurları var gücüyle desteklemesine zemin hazırlamaktadır. Sonuç olarak ABD baskısının arttığı ve bölgesel kutuplaşmanın gözlemlendiği bu dönemde İran’ın yeni bir güvenlik stratejisine ve bölge perspektifine ihtiyacı olduğu kesindir. Kesin olan bir diğer husus da bu perspektif bağlamında İran’ın ülke içine ve dışına yönelik çok yönlü bir bakış açısı değişikliğine gitmesinin zorunlu olduğudur.
Bu makale 30.09.2018 tarihinde Yeni Şafak'ta yayımlanmıştır.
https://www.yenisafak.com/hayat/iraninyumusakkarni-ahvaz-3398897
- Etiketler:
- İran
- Ahvaz
- İç Tehdit
- Suudi Arabistan