Barış Pınarı Harekâtı ve ABD’nin Kuzey Suriye Politikası

Barış Pınarı Harekâtı ve ABD’nin Kuzey Suriye Politikası
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde başlattığı Barış Pınarı Harekâtı ABD’nin Suriye Kürtlerine yönelik dış politikasını ve bu politikanın geleceğini bir kez daha gündeme getirdi. Bu açıdan "ABD’nin Suriye’deki hedefleri nelerdir? Kürtlerin bu hedeflere ulaşmadaki rolü nedir? Harekât sonrası Washington yönetimi mevcut politikalarından ve hedeflerinden vazgeçecek midir?” sorularının cevapları Türkiye’nin bölgede atacağı yeni adımlar açısından önemlidir.

ABD’nin Suriye’deki hedefleri ilk olarak ABD’nin NATO üyesi olan müttefiki Türkiye’nin Suriye’deki tutumunun dengelenmesi, ikincisi Rusya ve İran’ın dengelenmesi ve üçüncüsü çihatçı terör tehdidinin dengelenmesi olarak sıralanabilir. Bu üç faktör, ABD’nin Orta Doğu’daki genel hedefleri ile de uyumludur. ABD’nin bu üç dengeleme hedefinde de Kürtlerin uygulayıcı ya da kaldıraç olarak Washington yönetimi açısından önemli roller üstlendiği söylenebilir. Dolayısıyla Trump yönetimi, Orta Doğu için orta ve uzun vadeli bir strateji belirleyene kadar ABD’nin Kürtlere yönelik kısa ve orta vadede farklı bir politika içerisine girmeyeceği beklenebilir. Trump’ın Suriye’den asker çekme arzusunun her seferinde durdurulması da bunun göstergesi olarak okunabilir. Ayrıca Türkiye’nin harekâtı sonrası ABD’den gelen tepkiler de bu yöndedir. ABD’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Nikki Haley “Mutlaka müttefiklerimizin arkasında olmalıyız” derken Senatör Marco Rubio, Trump’ın ABD askerini Türkiye’nin harekât alanından çekmesi kararını “ahlaki iğrençlik” olarak nitelendirmiştir. Pek çok benzer açıklama mevcuttur.

Suriye iç savaşına müdahil olmak istemeyen Başkan Obama, DEAŞ ve diğer çihatçı gruplarla savaşmaya istekli olan Suriye Kürtlerine 2014 yılının sonlarında başlayarak destek vermeye başlamıştır. ABD'nin Suriye Kürtleriyle iş birliğinin başlangıcı DEAŞ’ın Musul’u ele geçirdikten sonra Irak’ta ve Suriye’de hızla ilerlemesine denk gelmektedir. Irak kuvvetlerinin dağılması ve Esed güçlerinin Halep ve Şam çevresindeki cephelere yoğunlaşarak DEAŞ’ın muhalif bölgelerde yayılmasına göz yumması, ABD ile Suriyeli Kürtler arasında iş birliği zeminini doğurmuştur. Böylece Washington, NATO müttefiki Türkiye'nin itirazlarını tamamen göz ardı ederek, PYD'nin PKK ile bağlantısına rağmen bu grubu desteklemeye başlamıştır. Washington yönetimi bu ilişkiyi her zaman taktiksel bir iş birliği olarak nitelese de gelinen noktada ilişkinin seyri bunu çoktan aşmıştır. Türkiye ise ABD’den PYD/SDG ile DEAŞ ile mücadele çerçevesinde geliştirdiği ve taktiksel olarak nitelendirdiği bu ilişkiye bir son vermesini istemektedir. Zira, artık DEAŞ bölgede etkinliğini kaybetmiş, iş birliği gereği ortadan kalkmıştır.

Kuzey Suriye, ABD ordusunun 2014 yılında YPG/SDG’yi silahlandırmaya başlamasından bu yana Ankara ve Washington arasında bir gerginlik noktası olurken, Suriye iç savaşının patlak vermesinden sonra özerklik kazanan PYD/SDG hem Esed rejimine hem de Türkiye'ye karşı ABD’nin korumasını istemektedir. Esed rejimi kuzeybatı Suriye'nin kontrolünü yeniden kazanmak istediği gibi Türkiye de Suriye'de PKK’nın uzantısı olarak gördüğü bir yapıyı ortadan kaldırmaya niyetlidir. PYD/SDG diğer yerel meydan okuyucularla başa çıkabiliyor olsa da bu yapının Türk ordusu ile mücadele edebilmesi mümkün değildir. PYD/SDG, Washington’ın politika değişimine gidebileceği ihtimaline karşı diğer aktörlerle de ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Fakat bu ABD ile olan anlaşmasını ortadan kaldıracak düzeyde değildir. ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Kürtler ve diğer devlet dışı aktörlerle ilişkileri Washington’ın kısa vadeli çıkarları etrafında şekillenmektedir. ABD için devletlerle uzun vadeli ilişkiler ve ittifaklar daha önemli bir tercihtir. Washington için Kürtlerle iş birliği ve ittifaklar daha sığ ve geçici olmuştur. Özünde, Kürtler ihtiyaç duyulduğunda dost ve müttefik olarak kabul edilir ancak gerektiğinde vazgeçilebilirler. ABD-Kürt ilişkileri tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Türkiye’nin operasyonla varmak istediği hedefler açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan BM’de yaptığı konuşmada ilk olarak 30 km (18 mil) derinliğe ve 480 km uzunluğa sahip bir koridor kurmayı umduğunu, 2 milyon kadar Suriyelinin yerleşmesini sağlayarak bu güvenli bölgenin derinliğini Rakka ve Deyrizor hattına çekmek istediğini açıklamıştır. Sonuç olarak Türkiye “Arap Kemeri” (Arab Belt) olarak ifade edilebilecek bir güvenli bölge kurarak Türkiye ile PYD/SDG arasına Araplardan oluşacak bir sınır hattı çekmek istemektedir. Trump yönetimi de PYD/SDG ile ilişkilerinden de vazgeçmeyerek bu kemere razı görünmektedir. Bundan sonra ABD’nin kendi içindeki tartışmalar ABD-Türkiye ve ABD-PYD ilişkilerinin seyrini belirleyecektir. Türkiye ise en azından kısa ve orta vadede böyle bir kemerle güvenlik kaygılarına yönelik bir çözüm bulmuş görünmektedir.