İran’ın Suriye’ye sunabileceği maddi ve stratejik imkânların sınırlılığı göz önüne alındığında, Şam’daki yeni yönetimin ülke iç güvenliğini ve devlet bütünlüğünü tam olarak tesis etmeden Tahran’la ilişkilerini derinleştirme arzusunu taşımayacağı açıktır.
Esed Sonrası İran’ın Suriye’de Yeni Arayışı
8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin çöküşü, İran’ın Suriye’deki askerî ve siyasi varlığını fiilen sona erdirmiş ve Tahran’ın Suriye topraklarında konuşlandırdığı 55 askerî üs ile 515 askerî nokta, muhaliflerin ilerleyişi karşısında birkaç gün içinde tahliye edilmiştir. Bugün gelinen noktada ise İran’ın Suriye’de resmi askerî varlığı bulunmamakta ve büyükelçiliği kapalı kalmaya devam etmektedir. Bu durumu Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanlarından ve Suriye'de İran’ın askerî operasyonlarını denetleme görevinde bulunmuş olan Tuğgeneral Behruz Esbati, 7 Ocak 2025 tarihinde, “çok kötü yenildik, çok büyük bir darbe aldık” ifadeleriyle değerlendirmiştir.
İlerleyen süreçlerde İran’ın resmi söyleminde belirgin bir değişim gözlenmiş ve başlangıçta sert bir tavır takınan İranlı yetkililer bu söylemlerini zaman içinde yumuşatarak Şam’ın yeni yönetimiyle diyalog arayışına girmişlerdir. 11 Aralık 2024’te Devrim Rehberi Ali Hamenei olayları “ABD-Siyonist komplosu” olarak nitelendirip “direniş cephesinin yok edilemez” olduğunu vurgularken Dışişleri Bakanlığı Mart 2025’te “ulusal diyalog” ve “kapsayıcı hükümet” çağrısı yaparak daha ılımlı bir dil benimsemiştir. Bu dönemde İran’ın Suriye politikası doğrudan askerî müdahaleden uzaklaşarak diplomatik ve dolaylı yöntemlere doğru yeniden yapılandırılmaktadır.
Yeniden Temas Kurmaya Yönelik Girişimler
İran’ın yeni Suriye yönetimiyle ilişki kurma girişimleri, devrimin ardından geçen ilk aylarda sistematik biçimde reddedilmiştir. Reuters’ın 9 Aralık 2024 tarihli haberine göre, İranlı yetkililer rejimin düşüşünün ertesi günü yeni Suriye liderliği içindeki “iki grupla” doğrudan temas kurmaya çalışmıştır. Bu girişim, Tahran’ın Suriye’nin kaybını daha büyük bir stratejik kırılmaya dönüşmeden sınırlama çabası olarak yorumlanabilir. İran açısından mesele, yalnızca müttefik bir rejimin devrilmesi değil, aynı zamanda on yıllardır inşa edilmiş bölgesel nüfuz ağının çökme riskidir.
Ancak 8 Aralık’ta Ahmed Eş-Şara’nın Suriye’nin İran tarafından “mezhepçilik ve yozlaşmanın kaynağı” olarak kullanıldığı yönündeki sert açıklaması, bu diplomatik temasların zeminini zayıflatmıştır. 20 Aralık’ta Şarkul Avsat’a verdiği röportajda Eş-Şara’nın “bölgedeki İran projesi 40 yıl geriye gitti” sözleri, bu kopuşun derinliğini ortaya koymuştur. Nihayet 17 Ocak 2025’te Suriye yönetiminin İran vatandaşlarının ülkeye girişini yasaklaması, Esed döneminde kurulan İran nüfuz düzeninin tersine çevrilmesine yönelik ilk somut adım olarak değerlendirilmiştir.
Doğrudan kanalların tıkanması üzerine İran, bölgesel güçlerin arabuluculuğuna yönelmiştir. Bu süreçte iki aktör öne çıkmıştır. İlk olarak Irak, aktif bir arabuluculuk rolü üstlenmiştir. The New Region’ın 26 Ekim 2025 tarihli haberine göre Bağdat yönetimi aylardır bu bağlamda “gizli diplomasi” yürütmektedir. Irak istihbarat servisi ve Dışişleri Bakanlığı temsilcileri, Tahran ile Şam arasında köprü kurmak amacıyla düzenli olarak Suriye’yi ziyaret etmektedir. Bağdat, “kademeli iş birliği” modeli önererek her iki tarafın da hassasiyetlerini göz önünde bulunduran bir yol haritası çizmeye çalışmaktadır. Bu çabaların somut ilk meyvesi, 17 Nisan 2025’te Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile Ahmed Eş-Şara’nın Doha’da gerçekleştirdiği görüşme olmuştur. Bu görüşme Esed sonrası dönemde ilk üst düzey temas olmuş ve Irak’ın arabuluculuk kapasitesini göstermiştir. Mayıs 2025’te The National’ın raporladığı üzere, İranlı yetkililer “izle ve gör” politikasını kabullenerek “uygun koşulları” arama evresine geçmişlerdir.
Esed rejiminin devrilmesiyle birlikte Rusya’nın da Suriye’deki rolü köklü biçimde değişmiş, sahadaki askerî hamilik pozisyonundan çıkarak daha temkinli, çıkar odaklı bir diplomatik arabulucu kimliğine bürünmüştür. Moskova, Ahmed Eş-Şara liderliğindeki yeni Şam yönetimiyle hızlı biçimde diplomatik temaslar kurarak hem Suriye’deki meşruiyetini yeniden tesis etmiş hem de bu ilişkileri İran’la yeni hükümet arasında bir diyalog kanalı kurmak için kaldıraç olarak kullanmaya başlamıştır. İran, Şam’la doğrudan temas kuramadığı yeni dönemde Rusya’yı hem mesajlarını iletmek hem de angajman koşullarını test etmek üzere kilit bir aracı olarak görmektedir.
Bununla birlikte, Rusya’nın bu arabuluculuk fonksiyonu İran’ın çıkarlarını koruma kaygısından ziyade tamamen kendi stratejik önceliklerine dayanmaktadır. Tartus ve Hmeymim’deki askerî üslerin statüsünün korunması, Türkiye ile sahadaki denge ilişkilerinin gözetilmesi, Suriye ekonomisindeki kaldıraç gücü (para basımı, enerji ve tahıl tedariki) ve Şam’ın dondurulmuş finansal varlıkları üzerindeki kontrolü gibi somut menfaatler, Rusya’nın bölgedeki asıl motivasyonunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda Moskova hem Tahran’ı hem de Şam’ı fazla karşısına almadan denge politikası yürütmeye çalışarak sahadaki istikrarın kendi inisiyatifinde sürmesini hedeflemektedir.
Özetle Rusya Suriye’de halen belirleyici bir dış aktör olmasa da İran ile yeni Suriye yönetimi arasında dolaylı temasların mümkün olabildiği tek diplomatik kanal işlevi görmeye devam etmektedir. Bu kanalın kapsam ve etkisi ise tamamen Moskova’nın çıkar haritasındaki değişkenlere bağlı olarak şekillenmektedir.
Bölgesel Engeller ve Olası Senaryolar
İran’ın yeni Suriye yönetimiyle yeniden yakınlaşma çabalarını sınırlayan bölgesel dinamikler güçlü biçimde varlığını sürdürmektedir. Geçen süre zarfında gerek SDG gerekse İran bağlantılı gruplar, ülkenin istikrarsızlaşmasını ve yeniden inşa sürecinin sekteye uğramasını umut etmişlerdir. Ancak Suriye’nin devlet bütünlüğünü koruma yönünde attığı adımların başarıyla sonuçlanması ve Ahmed Eş-Şara hükümetinin uluslararası düzeyde kabul görmesi, bu grupların beklentilerini giderek zayıflatmıştır.
Ağustos 2025’te Türkiye’nin Suriye ile güvenlik anlaşması imzalaması ve yeni Suriye ordusunun eğitiminde aktif rol üstlenmesi, sahadaki güç dengelerini değiştiren önemli bir gelişme olmuştur. 23-25 Temmuz 2025’te düzenlenen Yatırım Forumu’nda Körfez ülkelerinin Suriye’ye 6 milyar doların üzerinde yatırım taahhüdünde bulunması ve Suudi Arabistan’ın Suriye’nin Dünya Bankası borcunu üstlenmesi, Şam yönetimine yönelik bölgesel desteğin ekonomik boyutunu güçlendirmiştir. ABD’nin 29 Mayıs 2025’te Şam’da resmi temsilcilik açması ise Washington’un yeni yönetimle ilişkilerini derinleştirme iradesinin göstergesi olmuştur.
Özellikle son aylarda Lübnan sahasında Hizbullah’ın yeniden yapılanma süreci ve İsrail’in artan silahsızlanma baskısı, İran-Hizbullah lojistik hattının stratejik önemini daha da artırmıştır. Bu hat, yalnızca silah ve mühimmat transferi açısından değil, aynı zamanda İran’ın bölgedeki caydırıcılığının sürdürülmesi bakımından da kritik bir işlev görmektedir.
İran açısından Suriye sahasına erişim, bu dönemde sadece Hizbullah’ın toparlanmasını desteklemek için değil, aynı zamanda İsrail’e karşı çok katmanlı baskı kapasitesini korumak için hayati hale gelmiştir. Zira Hizbullah’ın varlığı sürdükçe İsrail’in doğrudan İran’ı hedef alması daha zor hale gelmektedir. Hizbullah’ın caydırıcı gücünü koruması, İsrail’in operasyonel güvenlik hesaplarını karmaşıklaştırmakta, bu durum da İran’a stratejik nefes alanı sağlamaktadır. Dolayısıyla Tahran için mesele, yalnızca bir müttefikin yeniden inşası değil, aynı zamanda kendi güvenlik çevresini savunma kapasitesinin sürdürülmesidir. Hizbullah’ın tehdit kapasitesinin korunması, İran’ın bölgesel caydırıcılık zincirinin en kritik halkasını oluşturmaktadır.
Buna karşın İran’ın Suriye iç savaşındaki pozisyonu ve sahaya yönelik mezhep temelli stratejisi nedeniyle, Tahran’ın bu süreçteki her adımı Suriyeli karar alıcılar nezdinde şüpheyle karşılanmaktadır. Bu koşullar altında en olası senaryo, orta vadede İran’ın Suriye’de kalıcı biçimde marjinal bir aktöre dönüşmesidir. Yeni Suriye yönetiminin Türkiye ve Körfez ülkeleriyle stratejik ilişkilerini derinleştirmesi ve İsrail ile ilişkilerinde görece bir denge tesis etmesi hâlinde, İran’ın etkisi asgari düzeyde kalacaktır.
En iyimser ihtimal, orta vadede iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ve elçiliklerin faaliyete geçmesidir. Bu senaryonun gerçekleşmesi ise muhtemelen Rusya veya üçüncü bir ülkenin diplomatik arabuluculuğunu gerektirecektir. Ancak bu durumda dahi, İran’ın sahada atacağı her adım büyük bir dikkatle izlenecektir. İran’ın Suriye’ye sunabileceği maddi ve stratejik imkânların sınırlılığı göz önüne alındığında, Şam’daki yeni yönetimin ülke iç güvenliğini ve devlet bütünlüğünü tam olarak tesis etmeden Tahran’la ilişkilerini derinleştirme arzusunu taşımayacağı açıktır.