İran’ın Afrika Boynuzu’nda Artan Varlığı ve Yemen

İran’ın Afrika Boynuzu’nda Artan Varlığı ve Yemen
Görsel @AA Images
İran’ın Afrika Boynuzu’ndaki en önemli stratejik hedefi, küresel su yollarının belki de en önemlisi olan Kızıldeniz çıkışına nüfuz edebilmektir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Araştırmacı Oral Toğa

Afrika Boynuzu; stratejik konumu, zengin doğal kaynakları ve kültürel çeşitliliği ile önemli bir bölgedir. Somali, Etiyopya, Cibuti ve Eritre'yi kapsayan bu alan, Afrika kıtasının doğu ucunda yer alır ve dünyanın en işlek deniz yollarından birine erişim sağlar. Afrika Boynuzu'nun Süveyş Kanalı'na yakınlığı, Asya ve Avrupa arasındaki ticaret için kritik bir geçiş noktası oluşturur. Bölgedeki siyasi istikrarsızlık özellikle Somali'deki durum, uluslararası toplumun dikkatini çekmekte ve güvenlik endişelerini beraberinde getirmektedir. Ek olarak bölgenin zengin doğal kaynakları ekonomik potansiyele sahiptir. Bütün bu özellikler, Afrika Boynuzu'nu sadece Afrika için değil; küresel olarak da stratejik bir öneme sahip kılmaktadır.

Bölge yapısı itibarıyla insan ve mal hareketinin yoğun yaşandığı bir bölgedir. Bu da tabiatıyla bölgenin güvenlik ve siyasi dinamiklerine etki etmektedir. Afrika Boynuzu ülkeleri (Somali, Etiyopya, Eritre ve Cibuti) arasında oldukça karmaşık sorunlar ve çatışmalar bulunmaktadır. Bu sorunlar genellikle sınır anlaşmazlıkları, etnik çatışmalar, iç savaş, terörizm, mülteci krizleri ve su kaynakları üzerindeki rekabet gibi çeşitli faktörlere dayanmaktadır. Özellikle Etiyopya ve Eritre arasındaki sınır anlaşmazlıkları, bölgedeki en önemli sorunlardan biridir. 1998-2000 yılları arasında yaşanan savaş, sınır konusunda uzun süreli gerginliklere yol açmıştır. Ayrıca Etiyopya içerisinde Oromo ve Amhara grupları arasında yaşanan çatışmalar, bölgenin istikrarını tehdit eden başka bir önemli meseledir. Somali'deki uzun süreli iç savaş ve terör örgütü eş-Şebab'ın faaliyetleri, bölgede güvenlik ve istikrar sorunlarına yol açmakta ve aynı zamanda ciddi insani krizlere neden olmaktadır. Bölgedeki çatışmalar özellikle Etiyopya ve Somali'den kaynaklanan büyük mülteci akınlarına neden olmuş; bu durum, komşu ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşam koşullarının zorlaşmasına sebep olmuştur.

Bütün bu güvenliksiz ortam ve bölgenin küresel çaptaki önemi, bu bölgeyi küresel aktörlerin yanı sıra İsrail, BAE, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi aktörlerin aktif olarak varlık gösterdiği alan hâline getirmektedir. İran İslam Cumhuriyeti ise Devrim’den bu yana genelde bütün Afrika’yı bir hareket alanı olarak görmekte ve politikalarını buna göre inşa etmektedir. Bu politikalar doğrultusunda Batı Sahra’dan Somali’ye, Cezayir’den Güney Afrika’ya kadar baştan başa bütün kıtada etkinlik göstermektedir. Her bölgede stratejik hedefler ayrı ayrı zeminler üzerine inşa edilmiş, bölgenin şartlarına göre oluşturulmuştur.

İran’ın Afrika Boynuzu’ndaki en önemli stratejik hedefi, küresel su yollarının belki de en önemlisi olan Kızıldeniz çıkışına nüfuz edebilmektir. Bu sebepledir ki İran’ın Afrika Boynuzu’ndaki politikaları ile Yemen’deki vekil güçlerin son dönemde gerçekleştirdikleri faaliyetleri, birbirinden bağımsız okunmamalıdır. İran, hâlihazırda Somalili korsanlarla sürekli gündeme gelen bölgedeki deniz seyrüsefer emniyetine Husiler üzerinden zarar vererek bir kapasite gösterisine girişmiştir. Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Ali Rıza Tengsiri, 27 Kasım’da yaptığı açıklamalarda “Amerikalılar Körfez'de olduklarında kendilerinin bir torbada olduklarını biliyorlar. Torbanın ağzı (Hürmüz Boğazı) bizim elimizdedir ve tamamen füzelerimizin ve imkânlarımızın menzilindedir. Asla bizimle çatışmamaya veya bir sorun yaratmamaya çalışıyorlar.” diyerek Basra Körfezi’ni bir torbaya, Hürmüz Boğazı’nı ise torbanın ağzına benzetmiştir. Bugün İran’ın Babülmendep Boğazı’nın güvenliği üzerindeki stratejik hedefi de budur. Özellikle Yemen ve Cibuti üzerinden Arap Yarımadası’nın diğer ucundaki “torbanın” ağzını tutmaya çalışmaktadır.

İran’ın ve vekil unsurlarının Yemen üzerindeki kontrolü ortadadır. Benzer bir mücadele, boğazın diğer yakasında da yaşanmaktadır. Keza Afrika Boynuzu üzerinde ciddi bir Yemenli nüfus yaşamakta ve bunların bir kısmının İran’la bağlantılı olduğu gündeme getirilmektedir. Sahayı bilen uzmanların aktarımına göre Yemen’deki medreseler, bazı kesimler tarafından açıkça terörün kaynağı olarak görülmekte ve ötekileştirilmektedir. Konuyla ilgili görüş bildiren bir başka uzmana göreyse İran, yukarıda bahsi geçen sorunları kaşıyarak alan kazanma çabası içerisindedir.

Esasında İran, uzunca bir süre çeşitli sebeplerden dolayı Afrika Boynuzu üzerindeki ülkelerde istediği alanı yaratmakta zorluklar yaşamıştır. Bu sebeple özellikle Afrika Boynuzu’nun çevresinde pozisyonlanmış ve Uganda, Tanzanya, Kenya, Yemen gibi ülkelerde varlık göstermiştir. İran, kendi teknoloji ürünlerinin ihracatını Uganda, Kenya ve Tanzanya gibi Afrika Boynuzu etrafında konuşlanmış ülkelere genişletmeyi planlamaktadır. Sağlık (ilaçlar ve tıbbi ekipmanlar), tarım, hayvancılık, makine, gıda ve endüstri alanlarında ihracatını artırma çabasındadır. Keza 2023 Temmuz ayında İranlı firmalar, Afrika'ya tıbbi ekipman ve ilaç ihracatı için sözleşmeler imzalamıştır. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi; Kenya, Uganda ve Zimbabve'yi kapsayan bir Afrika turu gerçekleştirmiştir. Kenya'da bir İnovasyon ve Teknoloji Evi açarak İranlı bilgi temelli şirketlerin teknolojik ürünlerini Doğu Afrika pazarına ihraç etmeyi hedeflemektedir. Sudan’la 2016’da kesilen diplomatik ilişkilerini, 7 yıl aradan sonra yeniden tesis etme kararı almış ve bu yönde adımlar atmaya başlamıştır. Son aylarda gerçekleşen üst düzey temaslardan sonra büyükelçiliklerin yeniden açılması ve resmî heyetlerin değişimi de planlanmaktadır.

Afrika Boynuzu’nun çevresinde yıllardır aktif bir siyaset yürüten İran’ın, bölgede kolayca varlık gösterebilmesinin temelde üç nedeni bulunmaktadır: 1) Merkezî hükûmetlerin zayıf olması. 2) Müslüman veya Müslümanlaşması kolay bir nüfusun var oluşu. 3) Diğer rakiplerle rekabet edebilecek zemine sahip oluşu.

Özellikle vekil güç inşası noktasında merkezî hükûmetlerin zayıf olması, İran için oldukça önemli bir konudur. Zira İran, hemen her yerde var olan güç boşluğunu doldurmak isteyen silahlı yapıların aralarındaki ihtilaflardan faydalanarak “kurtarılmış” bölgeler üzerinden varlığını geliştirmektedir. Bu konuda Azerbaycan güzel bir örnektir zira nüfusunun tamamına yakını Şii olan ve İran’la pek çok müştereke sahip olan Azerbaycan’da İran, uzun yıllar boyu vekil güç faaliyetleri üzerinden nüfuz etmeye çalışmış ancak başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın en büyük sebebi, Azerbaycan’da güçlü bir merkezî yönetimin varlığıdır. Zira özellikle Hüseynçiler örgütü üzerinden vekil güç faaliyetleri yürütmek isteyen İran’ın bu faaliyetleri, Azerbaycan güvenlik birimlerince engellenmiş ve örgüt, ülke içinde başarıyla pasifize edilmiştir. Ne var ki Irak, Suriye, Yemen, Lübnan gibi devletlerde durum böyle gelişmemiştir. Bu ülkelerin hemen hepsi, devletlerin kırılganlık indeksinde neredeyse her yıl üst sıralarda yer almaktadır. 2023 yılına ait indekste 179 ülke içerisinden Irak 27., Suriye 5., Lübnan 25. ve Yemen 2. sıradadır. Bu da yukarıdaki ifadeleri doğrulamaktadır. Keza Afrika Boynuzu’ndaki ülkeler de bu listede en tepededirler. Aynı listede Somali 1. sırada yer alırken Etiyopya 11., Eritre 19., Cibuti 45. sıradadır. İran’ın oldukça sıkı ilişkiler içerisinde olduğu diğer Afrika ülkeleri de yine ilk 20 içerisindedir.

Özetle İran, uzunca bir süredir konumlandığı periferiden çıkarak doğrudan Afrika Boynuzu üzerinde hareket alanı bulabilecek fırsatı yakalamıştır. Özellikle İsrail’in bu konuda meseleyi aktif bir şekilde takip ettiği ve İsrailli kaynakların yayınlarının sıklaştığı görülmektedir. Keza Reisi’nin 12 Temmuz’daki Kenya ziyaretinden beş gün sonra 17 Temmuz’da İsrail Başbakanı’nın Kenya’ya gidip mesajlar vermesi, bu mücadelenin net bir yansımasıdır. Aynı kaynaklara, İran’ın Somali ve Cibuti’de petrol ve silah kaçakçılığı faaliyetlerinde bulunduğu da yansımaktadır. İsrailli ve Amerikalı düşünce kuruluşları bu konu hakkında ardı sıra raporlar yayımlamaktadır. Buna göre İran, bu kaçakçılık faaliyetleriyle hem ambargoların yükünü hafifletmekte hem de bölgedeki gruplara silah ve maddi yardımlarda bulunmaktadır.

İran’ın Doğu Afrika’daki kaçakçılık faaliyetlerinde Muhammed Said Guedi başta olmak üzere bazı isimler zikredilmektedir. Cibutili önemli bir iş insanı ve hayırsever olan Guedi, birçok kaynak tarafından kaçakçılık ve mafya ilişkileriyle anılmaktadır. Eş-Şebab’a ve Yemen’deki Husilere silah tedariki gibi konularda şirketleri üzerinden faaliyetler gösterdiği, sosyal medya başta olmak üzere birçok açık kaynağa yansımıştır. Kendisinin hayır faaliyetlerinin aslında bir “paravan” olduğu hakkında birçok yazı kaleme alınmıştır. İran’ın, bölgedeki petrol ve silah kaçakçılığı faaliyetlerinde de önemli rolü olduğu belirtilmektedir.

Bütün bu faaliyetlerin dışında İran’ın “insani” konulardaki faaliyetleri de bazı sonuçlar vermektedir. Sahayı yakından bilen uzmanların aktarımına göre bölgede bazı gruplar din veya mezhep değiştirerek Şia’ya geçmektedir. Bazı yerlerde insanlar “Zülfikar” dövmeleri yaptırmaya başlamıştır. Sosyal medyaya düşen görüntüler ve İsrail kaynaklı raporların aktardıkları da bu durumu tasdikler niteliktedir. Örneğin, Doğu Afrika’da Tanzanya ve Kenya sınır bölgesinde yaşayan Masai kabilesi üyelerinin Şia için oldukça önemli olan ve bir bayram olarak kutlanan Gadir-i Hum olayını canlandırdıkları ve Hz. Muhammed’in bu olayda söylediğine inanılan “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.” sözüne atfen “Ali Mevla” diyerek dans ettikleri görüntüler ile “Ali Mevla” diyen Afrikalı çocukların görüntüleri viral olmuştur.

Sonuç olarak Yemen’deki grupların faaliyetleri, İran’ın Afrika Boynuzu’ndaki pozisyonunu görece daha sağlama aldığı bir döneme denk gelmiştir. “Torba”nın ağzını tutmak adına bir kapasite gösteren İran, direniş eksenini Yemen’in karşı kıyısına yayarak genişletme gayretindedir. Başka bir çalışmanın konusu olsa da İran’da hemen her gün Deniz Kuvvetlerinin vizyonu hakkında haber çıktığını ve deniz gücünün kapasitesini artırmaya yönelik birçok adımın atıldığını belirtmek gerekiyor. Bütün bu faaliyetler, İran’ın ileri savunma ve caydırıcılık konseptleriyle paralel olarak okunmalıdır.