Jeopolitiğin Hizmetindeki Mezhebi Rivayetler: Curf el-Sahar Örneği

Jeopolitiğin Hizmetindeki Mezhebi Rivayetler: Curf el-Sahar Örneği
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Müştak El-Hılo

İslami kaynaklarda, “eşrât-ı saat” (kıyamet alametleri) ve “fiten ve melâhim rivayetleri” başlığı altında “kıyamet veya dünyanın sonu”yla ilgili konular bulunmaktadır. Bu rivayetlerin birçoğu Şii kaynaklarında “zuhur alâmetleri” veya “On İkinci İmam’ın zuhurundan önce meydana gelen hadiseler” olarak geçmektedir. Şii inancına göre On İkinci İmam’ın zuhurunun kıyametten önce olacağı göz önüne alındığında fiten ve melâhim ile zuhur alâmetleri, aslında belirli bir zaman dilimine işaret etmektedir.

Bazı din âlimlerinin kanaati, gelecekle ilgili öngörüde bulunan rivayetlerin gerçek olmadığı yönünde olsa da yaşanan birtakım olaylar, Müslümanların bu tür rivayetlere ilgi duymasına neden olmuştur. Bu tür rivayetler, Ehlisünnet’in dinî öğretilerinde fazla öneme sahip değildir. Ancak Şii inancında, imamilik meselesi ve Ehlibeyit’in haklarıyla ilişkili olduğundan dolayı bu rivayetlere daha fazla önem atfedilmektedir.

DEAŞ’ın ortaya çıkması, bu tür rivayetleri tekrar gündeme taşıdı. DEAŞ, sözde hilafetinin kuruluşunu İslam tarihi ve dinî inançla ilişkilendirmeye çalıştı. Kullandığı semboller ve isimler de erken dönem İslam tarihinden esinlenilerek seçildi. Örgütün ünlü dergisinin (Dâbık) adı bile Peygamber Efendimize atfedilen ve Sahih Müslim’de de geçen bir rivayetten alınmıştır. Bu rivayete göre kâfirlerle son savaş, Suriye’nin kuzeyindeki Dâbık bölgesinde gerçekleşecektir. Dergide, “Kuzey Suriye’de Romalılarla savaş” ve “siyah cübbeli halifenin onlar üzerindeki zaferi” gibi dinî inançla ilişkilendirilmiş propagandalara her zaman yer verilmiştir.

DEAŞ’ın İslam dinini propaganda malzemesi olarak kullanması, bazı Şii milis gruplarını da bu yönde cesaretlendirmiştir. DEAŞ’ın yenilmesinin ardından bu tür propagandalar azaldıysa da bazı Şii milis gruplar, bu tür faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Radikal Şii gruplar bir yandan hadis ve rivayetleri yeniden yorumlarken diğer yandan bu hadis ve rivayetleri günümüzdeki şahıs ve mekânlarla ilişkilendirmeye çalışmıştır. Nitekim bu yorumlara göre hâlihazırda Haşdi Velayi’nin elinde bulunan yerlerin çoğu, Mehdi’nin zuhurundan önce ve sonra çatışmaların cereyan edeceği yerler arasındadır. Ayrıca birçok Haşdi Velayi grubu, örgüt adını Peygamberimize atfedilen hadislerden esinlenerek seçmiştir. Bu hadislerde Mehdi’nin zuhuru döneminde kendisine yardım edecek gruplar “Asaib Ehli’l-Hak”, “Abdal”, “Nüceba”, “Ehli Bedir” vb. olarak zikredilmiştir.

Görünen o ki hâkimiyet alanı üzerindeki mücadele sadece coğrafi bölgelerle sınırlı olmamakta; tarih, kültür ve ideoloji düzeyinde de sürdürülmektedir. Bu açıdan Mehdeviyet Doktoroni esasında yapılan yorumlamalarda, zuhur dönemindeki çatışma bölgelerinden biri Curf el-Sahar’dır. Rivayetlere yapılan atıflara göre “Süfyani ordusu” ile “Horasani ordusu” karşılaşması bu bölgede gerçekleşecektir.

Curf el-Sahar Bölgesi

Irak’ın Babil şehrinde elli bin kilometrekarelik yüz ölçümüne sahip Curf el-Sahar, kuzeyden Bağdat, güneydense Kerbela’ya dayanmaktadır. Ülkenin merkezinde stratejik bir konumda bulunan bu bölge, İran’a iki yüz km, Suudi Arabistan’a dört yüz km, Ürdün’e beş yüz km ve Suriye’ye dört km uzaklıktadır. 2003’ten sonra özellikle el-Kaide olmak üzere bazı radikal gruplar bölgeye Suriye’den sızdı ve orada etkin olmaya başladı. Bazı iddialara göre Aramco petrol tesisleri bu bölgeden hedef alınmıştır. Bölge, Sersar ve Rezaze göllerine yakınlığı ve Fırat Nehri’nin bölgeden geçmesi nedeniyle zirai açıdan verimli topraklara sahiptir.

Bölgenin Demografik Yapısını Değiştirme Çabaları

DEAŞ’ın Haziran 2014’te Curf el-Sahar’ı işgal etmesinden dört ay sonra Irak Ordusu ve Haşdi Şabi güçleri, iki gün süren “Aşure Operasyonu”yla bölgeyi geri aldı. Ardından mayın temizleme faaliyetleri bahanesiyle altı ay süreyle bölge, girişlere kapatıldı. Bu süre zarfında, bazı Haşdi Şabi grupları bölgeye konuşlandırıldı. Devamında Irak Hizbullahı’nın 47. Tümeni bölgeyi tamamen kontrol altına aldı ve Nüceba ile Seyyid el-Şuhada tugayları, Lübnan Hizbullahı ve DMO Kudüs Gücüne bağlı unsurlar gibi bazı gruplar dışında Irak Ordusu başta olmak üzere diğer silahlı güç ve grupları bölgeden çıkardı.

Bu gelişmelerin ardından mayın temizleme faaliyetlerinin süresi üç yıl daha uzatıldı. Ayrıca bazı bölge halkının teröristlere sığındığı öne sürülerek teröristlerin tekrar geri dönmesini önlemek gerekçesiyle bölgenin on yıllığına yerleşim ve iskâna kapatılması gerektiği açıklandı. Bölgenin adı da Curf el-Nasr olarak değiştirildi.

Böylece DEAŞ’ın bölgeden temizlenmesi üzerinden altı yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen yüz elli bin meskûn halkın, evlerine dönmesi engellendi. Bu süreçte insanları kaçırıp öldürmek, mal varlıklarını yağmalamak, binaları tahrip etmek ile mülk ve arazilere yasa dışı el koymak gibi eylemlerin, Haşdi Şabi tarafından bölgede gerçekleştirildiğine dair birçok iddianın ortada olduğunu da not etmek gerekir.

Birleşmiş Milletler (BM) ve dönemlerin Irak başbakanları Haydar el-İbadi ve Adil Abdülmehdi başta olmak üzere birçok yerli siyasi makam, parti, kurum ve kuruluşla beraber uluslararası örgütlerin de ısrarlarına rağmen bugüne kadar ne bölge halkı evlerine geri dönebildi ne de yüzlerce kayıp vatandaşın kaderi açıklığa kavuştu. Bölgedeki bazı aşiret reisleri, bu konudaki karar vericilerin Irak’ta olmadığını fark ederek İran’a ziyarette bulundu. Ancak İranlı yetkililer, kendilerini Lübnan Hizbullahı’na havale etti. Ne var ki Lübnan Hizbullahı ile yapılan görüşmeler de sonuç vermedi ve bu yöndeki çabalar başarısız oldu. Eski Başbakan İyad Allavi, yaşananları doğrulayarak ulusal uzlaşı için örnek olma adına bölge halkının evlerine geri dönmesine izin verilmesini önerdi. Allavi bu doğrultuda Haşdi Şabi komutanları olarak Hadi el-Amiri ve Ebu Mehdi el-Mühendis’i görüşmeye davet ettiyse de iki komutan da daveti geri çevirdi.

Bazı milletvekillerinin ifadesine göre cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı dâhil hiçbir siyasi veya güvenlik yetkilisinin bölgeye girmesine izin verilmemektedir. Irak Meclisi Sözcüsü Muhammed el-Halbusi, bu iddiaları doğrulayarak Curf el-Sahar bölgesi sorununu Irak siyasetindeki kör düğüm olarak nitelendirdi.

Curf el-Sahar halkının geri dönmesine yönelik taleplere karşı Babil Şehir Meclisi, 7 Ağustos’ta bir yasa onayladı. Yasaya göre bölge halkının geri dönmesini talep etmek suç sayılacak ve geri dönmelerini talep edenler teröre destek suçundan yargılanacaktır. BM Irak Temsilciliği, bu girişime karşı şaşkınlıklarını açıklayarak söz konusu yasanın kaldırılmasını istedi. Nuri el-Maliki liderliğindeki ittifakın üyesi olan Curf el-Sahar Milletvekili Hanna Fetlavi ise “Curf el-Sahar halkının geri dönme meselesini bu kadar büyütmeye gerek yok, zaten sayıları az.” şeklinde bir açıklamada bulundu.

Tüm bu gelişmeler, Curf el-Sahar’ın demografik yapısını değiştirme çabalarını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bölge sakinlerinin, Sünni yoğunluklu Anbar şehrine yerleştirilmesi önerilerini de dosyayı bu şekilde kapatma çabası olarak okumak gerekir.

“Kurtuluş”tan Altı Yıl Sonra

Curf el-Sahar’ın DEAŞ’tan geri alınmasından sonra bölgede yeni tesisler kurulmuştur. Bunlardan bazılar şöyle sıralanabilir:

  • Havaalanı ve silah fabrikaları: İyad Allavi’nin iddiasına göre Haşdi Şabi, bölgede özel bir havaalanı ve birçok silah fabrikası inşa etmiştir. Ayrıca Irak Ordusu’nun Haşdi Şabi’ye verdiği makineler ve ağır silahların büyük kısmı, bu bölgede depolanmıştır. Zilzal, Fatih 110 ve Zülfikar gibi İran menşeli balistik füzelerinin, eski Irak rejimi tarafından inşa edilen el-Fetih Askerî Tesisinin büyük depolarında tutulduğu düşünülmektedir. Buna ilaveten Lübnan Hizbullahı’nın iş birliğiyle Kudüs Gücü, bölgede bir insansız hava aracı (İHA) fabrikası kurmuştur.
     
  • Gizli hapishaneler: Eski Milletvekili Misal Alusi, bölgede dört bin kişinin hapishanelerde tutulduğunu dile getirmiştir. Milletvekili Muhammed Kerbuli de bölgede binlerce tutuklunun bulunduğunu açıklarken tutukluların tek suçunun Sünni olmak olduğunu öne sürmüştür. Siyasi aktörlerden Gayıs Tamimi’nin açıklamalarına göre Irak Hizbullahı, bölgede gizli hapishaneler ve şeriat mahkemeleri kurmuştur.

Tüm bunlara ilave olarak bölgede bir hastanenin bulunduğu da ifade edilmiştir. Suriye’deki çatışmalarda yaralananların tedavisinin yapıldığı öne sürülen hastanede, organ kaçakçılığı yapıldığı da iddialar arasındadır. Bölgede uyuşturucu yapımında kullanılan bitkilerin ekildiği de iddialar arasındadır.

Sonuç

DEAŞ’ın Curf el-Sahar bölgesini işgal etmesi, bölgede Şii radikal grupların etkin olması için gerekli bahaneyi sağladı. Bu gruplar, siyasi ve stratejik nedenlerin yanı sıra Curf el-Sahar’daki varlıklarını dinî mitlerle ilişkilendirmektedir. Nitekim Süfyani ordusuyla bu bölgede karşılaşmaya hazırlandıkları algısını oluşturmaya çalışarak bölgeyi kendileri için bir üs hâline getirmişlerdir. Bölge, hâlihazırda İran’ın Suriye cephesi için lojistik desteğin ana merkezi hâline gelmiştir. Irak Hizbullahı’nın kontrolünde bulunan Kaim sınır bölgesi üzerinden Suriye’ye silah ve milis güçlerin sevkiyatı, Curf el-Sahar’dan yapılmaktadır. Bazı iddialara göre bu bölgeden Bağdat ve Kerbela’ya yer altı tünelleri inşaatı da yapılmaktadır.

Ebu Mehdi el-Mühendis’in Haşdi Şabi’yi üç bölgeyi bırakmaması gerektiği konusunda uyardığı söyleniyor. Bunlar; Curf el-Sahar, Samarra ve aralarındaki koridordur. Son zamanlarda, Bağdat’ın iki km kuzeyindeki Tarımıye bölgesinde de Curf el-Sahar deneyiminin tekrarlanmasını isteyen sesler artmaktadır. Aynı deneyimin önümüzdeki süreçte Sincar’da da hayata geçirilmeye çalışılabileceğinin altını çizmek gerekir.